CHP’nin paradoksal vaatleri

Prof. Dr. Muhsin Kar / Stratejik Düşünce Enstitüsü Ekonomi Programı Koordinatörü
30.05.2015

CHP bir taraftan, Yunanistan’da iktidara gelen radikal sol koalisyon Syriza gibi ekonomik gerçekliklerden uzak vaatler ile seçmen karşısına çıkarken, diğer taraftan, bizzat CHP’lilerin küresel müesses nizamın savunucu olmakla suçladıkları Kemal Derviş’e kabine dışından bakanlık teklif etmesi, bir inandırıcılık problemi doğuruyor.


CHP’nin paradoksal vaatleri

Genel seçimler hızla yaklaşırken siyasi partilerin seçim beyannamelerinde ekonomi konusundaki vaatleri ön plana çıktı. Ak Parti karşısında etkin bir muhalefet yapamayan CHP, Baykal döneminde, rejim, cumhuriyetin değerleri ve laiklik; Kılıçdaroğlu döneminde ise, yoksulluk üzerinden bir kampanya yürüttü. Ancak her iki söylem tarzı da şimdiye kadar seçmen nezdinde bir karşılık oluşturmadı. Ayrıca CHP, Ak parti’nin bir dizi reform paketiyle hayata geçirdiği demokratikleşme adımlarına karşı hep demokrasi ve özgürlük karşıtı bir tutum sergiledi ve statükonun yanında yer aldı. Ve yine aynı CHP, 2001 yılında gerçekleşen ve cumhuriyet tarihinin en büyük krizinden çıkmak ve güven ile istikrarı sağlamak için uygulanan kemer sıkma politikasının oluşturduğu dezavantajları ortadan kaldırmak için Ak Parti’nin geliştirdiği sosyal politikaları, sadaka devleti diye aşağılamaya çalışmıştı.

Kılıçdaroğlu’nun 7 Haziran’daki genel seçimlerine giderken kamuoyu ile paylaştığı seçim vaatleri, geçmişten yeterince ders alınmadığını ortaya koyuyor. Tarihsel olarak kurulu nizamın savunucu olan ve millet ile arasındaki mesafesi bir türlü kapatamayan CHP, bu seçimde tüm ümidini düşünsel ve pratik anlamda paradokslar içeren ekonomik alana ilişkin vaatlerine bağlamış durumda.

Paradoksal vaatler

CHP’nin seçim beyannamesi gelir-gider, üretim-tüketim, uluslararası rekabetçilik, neoliberalizm-sosyal demokrasi açılarından incelendiğinde tam anlamıyla şark kurnazlığı ile günün kurtarılmaya çalışıldığı ve bütüncül bir anlayıştan uzak ve inandırıcılıktan yoksun bir şekilde hazırlandığı kolaylıkla görülebilir.

İlk olarak gider kalemlerini hatırlamak gerekirse, CHP lideri Kılıçdaroğlu, emeklilere dini bayramlarda iki ikramiye verileceğini, sosyal yardımların iki katına çıkarılacağını, yardım çeşitlerinin artacağını, genel sağlık sigortasının kapsamının genişletileceğini, yaşlılara yaşlılık desteğinin verileceğini, asgari ücretin 1500 TL olacağını, gelir seviyesi düşük ailelere elektrik desteği verileceğini, gençlere askerlik desteğinin verileceğini ve bütün bu desteklerin yurttaşların seçme özgürlüğü için nakit olarak yapılacağını belirtiyor. CHP’nin kamu harcamalarını ve özellikle transfer harcamalarını artıracak olan sosyal politika uygulamaları bu listeyle sınırlı değil. Bu harcama /ödeme kalemleri için gelirin nereden geleceğine ise cevap kaçamaklı. Bu kadar harcama yapılacaksa, bunun kaynağı yeni vergiler ya da var olan vergilerin artırılması olacaktır, daha büyük bütçe açıklarıdır, daha fazla borçlanma olacaktır, daha fazla enflasyondur, daha fazla faizdir.

Kaynak tartışmalarına adres olarak bütçenin gösterilmesi de sorunludur. İlk bakışta CHP’nin Ak Partinin düzlüğe çıkardığı bütçeye göz diktiği ve bunun savurgan bir şekilde kullanılmasının hedeflendiği görülüyor. Ayrıca, seçmen, herhangi bir CHP belediyesinin etkin bütçe kullanımı konusunda tarih yazdığına da şahit değil. Dolayısıyla, Türkiye’deki ortalama seçmen davranışı ve politik kültür dikkate alındığında CHP’nin bütçeyi daha etkin kullanacağı beklemek saflık olur.

Bütün bu harcamaların Türkiye’nin uluslararası rekabetçilikle ilişkisi de düşünülmemiştir. Özel sektörün bu yükü nasıl kaldıracağı ve rekabetçiliğini koruyacağı ise belirsizdir. Türkiye’deki asgari ücreti, kişi başına gelirin 40 bin dolara yaklaştığı Almanya gibi ülkelerle karşılaştırılması doğru değildir. Doğru olan, Türkiye’ye ile benzer konumda olan ve küresel anlamda yatırım çekmek ve üretimi artırmak için rekabet içinde olduğu yükselen ekonomilerle karşılaştırmaktır. İşçi giderinin önemli bir maliyet olduğu düşünülürse, artan maliyetler hem ürünlerin fiyatını artıracak hem de küresel anlamda diğer ülkelerle rekabeti imkansız hale getirecektir. Türkiye’nin ekonomik gelişmesine paralel olarak, milli gelir ve verimlilik arttıkça asgari ücretinde zaman içinde artış göstermesi beklenir. Yunanistan’da reel ücretler ile verimlilik arasındaki makasın ücretlerden yana açılmasının yarattığı sorun bugün bile çözülemiyor.

CHP’nin kampanyalarında daha çok harcama boyutunun öne çıktığı görülüyor, zaten bu harcamaların iç talebi ve tüketimi daha da artıracağı ve enflasyona yol açacağı açık. İşsizliğin azaltılması ve üretimin artmasına yönelik vaatler ise, el yordamıyla, jenerik cümlelerle hazırlanmıştır. Şimdi Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in hesabıyla yaklaşık 150 milyar TL’lik bir seçim vaadini uygulanacak, bütçe açığı olmayacak, mali disiplin korunacak, enflasyon %4’ün altında kalacak, cari açık oluşturmadan %6 büyüme olacak ve tasarruf oranı %30’lar seviyesine yükseltilecek. Türkiye’nin halen tasarruf oranının %14’ler seviyesinde olduğu, ekonomik büyümenin zaten büyük ölçüde iç tüketime dayalı olarak gerçekleştirildiği, dış kaynak kullanmadan potansiyel büyüme performansının %4’ler seviyesine gerilediği biliniyor. CHP’nin harcamalar üzerine kurguladığı, üretim boyutunu ıskaladığı açıkken, tasarruf oranını cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir seviyeye nasıl çıkaracağının cevabını iktisat bilimi bile veremezken, CHP’den beklemek abesle iştigal. CHP’nin programını uygulanabilir bulan iktisatçılara sormak lazım, burada pratikle alakalı bir çelişki yok mu sizce? Öyle anlaşılıyor ki, kafa karışıklığı ile hazırlanmış bu seçim beyannamesini ancak seçmenin sağduyusu çözecek.

IMF’e açık davetiye

Siyasal söylem karşıtlığı ve popülist kaygılarla ekonomik refah vaadi üzerine bina ettiği geçmiş kampanyalarındaki başarısızlığı, CHP’nin inandırıcılık probleminin bugünde devam ettiğini gösteriyor. Nitekim CHP, bir taraftan, Yunanistan’da iktidara gelen radikal sol koalisyon Syriza’nın seçim kampanyasına benzer ekonomik gerçekliklerden uzak vaatler ile seçmen karşısına çıkarken, diğer taraftan, bizzat CHP’lilerin küresel müesses nizamın savunucu olmakla suçladıkları Kemal Derviş’e kabine dışından bakanlık teklif etmesi, aynı inandırıcılık probleminin bugün de geçerli olduğunu işaret ediyor. Yunanistan’da son beş yıldır uygulanan daraltıcı ekonomi politikaları altında ezilen halkın tepkilerini konsolide ederek iktidara gelen Syriza’dan CHP’nin aldığı dersin pragmatik popülizm olduğu görülüyor.

Ak Parti’nin benzer çerçevede halen uyguladığı sosyal politikaları sadaka devleti diye küçümseyen ve aşağılayan CHP’nin seçim vaatleri, bütçe ve makro dengeler üzerine etkileri, kaynağı ve üretime katkısı dikkate alınmadan geliştirilmiştir.  CHP, gerçek hayatla ve iktisat biliminin birikimi ve kuralları ile bağdaşmayan çelişkili vaatler ile seçmen karşısına çıkıyor. Hasbelkader seçimi kazanırsa, CHP’nin bu politikaları uygulamaya koyması, Troykanın (IMF, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası) etrafında dört dönen Syriza gibi, Türkiye’nin IMF kapısını çalmasıyla sonlanacaktır.

Küresel ekonomide yaşanan durgunluğun ve AB’de devam eden krizin etkisiyle yavaşlayan büyümeden ve kısmen artış eğiliminde olan işsizlikten medet uman CHP, son bir kez daha can havliyle ekonomi üzerinden altın vuruş yapmaya çalışıyor. CHP’nin seçim beyannamesi üretim, rekabetçilik, istikrar, güven, rasyonalite gibi ekonomi yönetimi için önemli hususları da dışlıyor ve sosyal politikalar çerçevesinde miktarın ve çeşitliliğin artırılmasını benimsiyor. Bu haliyle CHP, eski Türkiye seçmeninin aldanmaları (Tansu Çiller’in iki anahtar vaat etmesi) ve beklentileri (Demirel’in emeklilik yaşını düşürmesi, tarım ürünlerine olan destek konusunda açık artırma usulü yarış yapılması) üzerine bir seçim kampanyası kurgulamıştır.

Ancak ortalama ve rasyonel yeni Türkiye hayali ve ümidi taşıyan seçmen, bu tür uygulamaların ülkede son on yılda sağlanan makroekonomik dengeleri alt üst edeceğini biliyor olmalı ki, geçtiğimiz seçimlerde benzer bir kampanya yöneten CHP’ye prim vermedi ve vermiyor.

İnandırıcılık sorunu

Bir yandan Syriza’ya öykünen öbür yandan Kemal Derviş ile finans kapitale selam duran ve sosyal demokrasiden yana olduğu ileri sürülen CHP’nin seçim beyannamesinin arka planında ise, her fırsatta eleştirdikleri neoliberal düşüncenin baskın bir şekilde konumlandığıdır. Zira bütçe gelir giderini yani mali disiplini sağlamak için mali kural uygulamasının hayata geçirilmesi, enflasyon hedeflemesine devam edilerek etkinleştirilecek olması ve merkez bankasının bağımsızlığının güçlendirilmesi vaatleri, neoliberal anlayışın CHP’nin seçim beyannamesinin derinliklerine sirayet ettiğinin açık bir göstergesi. Küresel finans kapitalin her fırsatta vurguladığı ve savunduğu bu ilkelerin benimsenmesi ile harcamalar üzerinden bir seçim kampanyası yapmak ve uygulamak, CHP’nin içinde bulunduğu ikircikli ruh halini açıkça yansıtıyor. CHP’nin seçim beyannamesi, hem niteliksel hem de niceliksel olarak, neresinden bakılırsa bakılsın, bütüncül bir anlayıştan, rasyonellikten, gerçeklikten ve inandırıcılıktan uzak ve paradoksal bir şekilde dizayn edilmiştir.

[email protected]