Çifte terörle mücadele, NATO ve Türk dış politikası

Şaban Kardaş / ORSAM Başkanı; TOBB-ETÜ Öğretim Ü.
1.08.2015

NATO giderek Türkiye için kolektif savunma örgütü olmanın ötesinde görüşlerini uluslararası alanda duyurabileceği siyasi bir platform olarak önem kazanmıştır. Nitekim son gelişmelerde de NATO Konseyi’ni toplantıya çağırarak Türkiye’nin asıl hedefinin doğrudan müttefiklerinin yapacağı askeri yardımlardan ziyade, siyasi olarak desteklerini ifade etmeleri olduğu görülmektedir.


Çifte terörle mücadele, NATO ve Türk dış politikası

Türkiye’nin NATO Konseyi’ni, Vaşington Antlaşması’nın 4. maddesi kapsamında toplantıya davet etmesi etrafında yaşanan hararetli tartışmalar, NATO toplantısından çıkan destek açıklamaları sonrasında hızla gündemden düştü. Bu gelişmeyi, mevcut güvenlik risklerinin karakteri, NATO’nun geçirdiği dönüşüm ve tüm bunların Türkiye için ifade ettiği yeni anlamı göz önüne almadan tartışmak zordur. Soğuk Savaş sonrası dönemde değişen ve dönüşen NATO, kolektif savunma anlayışı çerçevesinde Türkiye için sağladığı askeri güvencelerin yanı sıra, siyasi bir platform olarak önemli bir fonksiyon icra etmeye başlamıştır. Bugünkü krizde de NATO Türkiye için daha çok bu yönüyle anlam ifade etmektedir. Yine, DAEŞ tehdidiyle mücadelenin ABD önderliğindeki çekirdek koalisyon kapsamında yürütülmesi, Türkiye’nin de ABD’yle ilişkileri önceleyerek NATO’yu bu filtreden geçirerek değerlendirmesini beraberinde getirmektedir.

Sınırlı caydırıcılık

NATO’nun Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı güvenlik risklerini istişare etmek için toplanması, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıktığı şekliyle, Türk dış politikasındaki süreklilik unsurunu bir kez daha öne çıkardı. Öncelikle, Türkiye, savunma ve güvenlik politikalarında NATO’yu hala önemli bir caydırıcılık aracı olarak öncelerken, bölgesinde karşı karşıya olduğu yeni güvensizlik sarmalında NATO’nun tek başına yeterli bir güvence sunmadığının da farkında. Suriye krizinin başından itibaren Türkiye NATO’nun caydırıcılık şemsiyesi üzerinden Suriye rejiminde kaynaklanabilecek konvansiyonel tehditlere karşı güvenliğini tahkim etme yoluna gitse de, çatışma ortamında yükselen asimetrik tehditle birlikte bunun pratikte sahadaki anlamı giderek kayboldu. Bugün terör örgütlerinden kaynaklanan güvenlik risklerine karşı NATO’nun caydırıcılık potansiyelinin sınırlı kaldığı, bunu tam anlamıyla karşılamaktan uzak olduğu aşikârdır.

Yine, Türkiye’nin geleneksel olarak PKK terörüyle mücadelesinde öncelikle kendi imkânlarına güvenme şeklindeki politikası devam etmektedir. Türkiye geçmişte PKK ile mücadelesinde bazı müttefiklerinin takındığı tavırdan memnuniyetsizliğini ifade etmiş, bunu bir iç mesele olarak ele alması nedeniyle de NATO düzlemine çok fazla taşımamıştır. Uzun yıllar, PKK ile mücadelesinin haklılığının tanınmaması ve bu konuda aldığı önlemler nedeniyle farklı bağlamlarda maruz kaldığı eleştirilere karşı durulması Türkiye’nin temel önceliklerinden birisi olmuştur.

Fakat Ortadoğu’nun yeni ortamında PKK terörü diğer benzeri tehditlerle birleşerek bölgesel bir nitelik kazandığı ölçüde bu sorunu NATO düzeyine taşıma yoluna gitmiştir. Fakat yine de NATO nezdinde yapılan tartışmalarda Türkiye’ye desteğin ifade edilmesinin ötesinde somut bir yardım talebi veya taahhüdü gündeme gelmemiştir. Bu, bir yönüyle PKK terörüyle mücadeleyi Türkiye’nin kendi imkânlarıyla yürütmeye verdiği önemi gösterirken, öte yandan, aşağıda tartışılacağı üzere, DAEŞ konusunun gönüllüler koalisyonu modeliyle ele alınmasıyla ilgilidir. Fakat yine de vurgulanması gereken bir husus, özellikle sınır ötesi hava harekâtlarını Türkiye’nin kendi imkânları ile yürütmesi askeri kapasitesinde ve teknolojik düzeyinde geçirdiği dönüşümü göstermesi açısından önemli olmuştur.

Caydırıcılıktan siyasete

İşte bu gelişmeler NATO’nun son yıllarda Türk dış politikasında kazandığı yeni konumu bir kez daha öne çıkarmaktadır. NATO giderek Türkiye için kolektif savunma örgütü olmanın ötesinde görüşlerini uluslararası alanda duyurabileceği siyasi bir platform olarak önem kazanmıştır. Nitekim son gelişmelerde de NATO Konseyi’ni toplantıya çağırarak Türkiye’nin asıl hedefinin doğrudan müttefiklerinin yapacağı askeri yardımlardan ziyade, siyasi olarak desteklerini ifade etmeleri olduğu görülmektedir. Bu sayede Türkiye çifte terör tehdidiyle mücadele stratejisine destek konusunda müttefiklerinin desteğini akıllıca bir teste tabi tutarken, bu konuda bireysel bazı müttefiklerden çıkabilecek çatlak sesleri de azaltma imkânı elde etmiştir.

Özellikle önümüzdeki dönemde bu mücadelenin daha tırmanması riskinin tamamen göz ardı edilemeyeceği hatırlandığında, stratejik düzlemdeki NATO Konseyi’nde ifade edilen desteğin erken aşamada alınması önemlidir. Benzeri şekilde, DAEŞ ile mücadele konusunda kendisinden daha ileri düzeyde adım bekleyen müttefiklerinden, daha sonraki aşamada giderek derinleşmesi beklenen bir müdahalenin arefesinde bu taahhüdü almak da yerinde bir harekettir. Türkiye bu sayede DAEŞ’le mücadeleden doğacak yeni risklere karşı da müttefiklerinin desteğini garanti altına almış olacaktır.

Daha da önemlisi, NATO’yu bir siyasi platform olarak kullanarak Türkiye, PKK terör örgütünün son dönemde DAEŞ’le mücadele kapsamında Kürt hareketlerinin uluslararası düzlemde elde ettiği meşruiyeti kendi lehine avantaja çevirme arayışına da bir ket vurma yoluna gitmiştir. PKK’nın Kürt hareketlere karşı oluşan sempatiyi kullanarak terör örgütü listelerinden çıkarılma yönündeki arayışlarının hızlandığı bilinmekteydi. Bu ortamda, PKK’nın Türkiye’de giriştiği terör saldırılarına verdiği askeri cevaba müttefikleri nezdinde en üst düzeyde destek sağlayarak Ankara, PKK terörüne karşı hayata geçireceği önlemleri siyaseten sağlam bir meşruiyet temelini oturtmuştur. Türkiye’nin son operasyonları ile PKK yanlısı çevrelerin “DAEŞ’le mücadelenin istedikleri gibi davranmak için bir açık çek” anlamına geldiği havasından çıkarak “Batı tarafından satıldık mı?” sorgulamasına hızla evrilmesi bu etkiyi göstermesi açısından anlamlıdır.

Koalisyon ve Türkiye

Bu noktada Türkiye’nin son günlerde DAEŞ’le mücadele kapsamında oynamaya hazırlandığı daha derinlemesine role bakmak faydalı olacaktır. Her ne kadar DAEŞ’e karşı askeri bir darbe vurulması konusu NATO’nun 2014 Eylül’ündeki Galler zirvesinde ele alınmış olsa da, son tahlilde DAEŞ’e karşı ABD önderliğinde verilen askeri cevap ‘çekirdek koalisyon’ çerçevesinde şekillenmiştir. Bu süreç aslında yine NATO’nun Soğuk Savaş sonrası dönemdeki evrimi kapsamında da alınabilecek bir gelişmedir. ABD’nin içinde ağırlıklı olarak NATO müttefiklerinin içinde yer aldığı askeri operasyonlarında dahi giderek ‘gönüllüler koalisyonu’ diye adlandırılan oluşumları tercih ettiği, bunların operasyonel düzeyde zaman zaman NATO imkânlarından faydalandığı bir model ortaya çıkmıştır. Yeni güvenlik tehditlerinin müttefikleri eşit derecede etkilemediği düşünüldüğünde, bu modelin pratik bazı gereklilere cevaben geliştiği de söylenebilir. Zaten NATO ile işbirliğini daha çok Amerika ile olan stratejik ortaklığı çerçevesinde tanımlayan Türkiye, gönüllüler koalisyonlarında yer almaktan geri durmamıştır. Özellikle Atlantik ittifakının müdahil olduğu krizlerin büyük çoğunluğunun kendisine yakın coğrafyalarda cereyan ettiği düşünüldüğünde Türkiye NATO’nun operasyonlarının ayrılmaz bir parçası olmuştur.

DAEŞ-karşıtı koalisyonun da büyük ölçüde bu trendle uyumlu biçimde geliştiği görülmektedir. Türkiye karşısında Atlantik ittifakından daha çok ABD’yi görmüş ve koalisyona katılımını aslında başından beri ABD’yle ilişkileri süzgecinden geçirerek ele almıştır. Koalisyona katılım konusundaki daha temkinli tavrı ABD ile ilişkilerinin içinden geçtiği özel durum ve bunun parametreleriyle doğrudan orantılıdır. Önümüzdeki günlerde Türkiye’nin DAEŞ’le mücadelede üstleneceği rol, ABD ile yakın zamanda varılan mutabakat kapsamında olacaktır ve bunun da çerçevesi yavaş yavaş şekillenmektedir. Fakat Türkiye’nin çifte terör tehdidine karşı başlattığı mücadeleye NATO Konseyi’nin desteğini açıklaması ABD’nin NATO üzerindeki etkisi göz önüne alındığında daha anlamlı mesajlar içermektedir. Türkiye’nin hiç beklenmeyen biçimde PKK’ya karşı operasyonları da başlatması ve buna NATO’dan bu şekilde destek çıkması, ABD’nin Türkiye ile vardığı mutabakatı yaşatmaya verdiği değeri ortaya koyan en açık işaret olarak önümüzde duracaktır.

[email protected]