Çikolata tutkum ve Almanya

Mustafa Çiftçi / Yazar
15.01.2021

Bir akrabam tek oturuşta on tane hamburgeri kolayla beraber götürüyordu. Almanlar bu duruma pek şaşırıyordu. Onlar bir oturuşta en fazla iki tane yiyebilirken benim muhteşem akrabam on tane yiyerek milli gururumuz oluyordu. Bu hadiseyi anlattıktan sonra “hamburger nasıl bir şeydir, büyüklüğü ne kadardır, kolayı litreyle almak ne kadara patlıyor” bu ayrıntıları kendimden ekliyordum. Çünkü meseleyi konuştuğum kişiler hiç hamburger yememişti ve ancak üç arkadaş bir kolaya ortak olup içebiliyorduk.


Çikolata tutkum ve Almanya

Almancısı bol bir memlekette büyüdüğüm için gurbet, sıla, özlem, hasret hiç yabancısı olmadığım duygulardı. Benim de akrabalarımın pek çoğu gurbetçiydi. Yaz gelince çoluk çocuk yola düşer izne gelirlerdi. Gelişlerinde arabaları pek dolu olurdu. Sadece hediye olarak düşünmeyin. Memlekette geçecek yaklaşık bir aylık sürede gurbetteki hayatlarının aynısını yaşamak isterlerdi. Bu haklı bir istek, insan alıştığını arar. Bir yerden bir yere hayat tarzını nakletmek kolay değil tabii. Geldikleri yerde çok tabii karşılanan şeyler memlekette biraz garip karşılanabiliyor. Özellikle kıyafet konusunda Almancılar bazen garip hallere düşerlerdi. Orada alıştıkları kıyafetleri burada giymeye kalkınca bir uyum problemi yaşanırdı. Allah’tan bizim Almancılar öyle cesur tercihlerde bulunmadılar da biz de rahat ettik.

‘Çorba parası’

İzne gelirken geçtikleri ülkelerin alışkanlıklarından bahsederlerdi. “O ülke rüşveti sever, ‘çorba parası’ diyerek ufak tefek ne tırtıklarsa kar sayarlar” derlerdi. Ben o zaman o ülkeye gıcık olmaya başlardım. Mesela uzun müddet Bulgaristan’a ayar olmuşluğum vardır. Bulgaristan sınırından geçmek için çok çırpınan Almancılarımızın davasını gütmek bana kalıyordu. Sonra, “Yugoslav’dan geçerken şöyle oldu, böyle oldu” diye anlatılınca bir dönem de şimdi olmayan Yugoslavya’ya kızmıştım. Tabii Almancılara bu durumdan bahsetmiyordum. “Sizin hatrınıza ben bir kısım ülkelere düşman oluyorum” desem benimle dalga geçerler diye çekiniyordum.

Sonra kendimi Almancılar gibi ülkeden ülkeye yolculuk ederken hayal ediyordum. Kendimi bildim bileli arabayla gezmeyi severim. Şoförün hemen yanına otursam, beni gezdirseler sünnet olacak çocuklar gibi. Ama bizim arabamız yoktu. Ve Almancılar da senede belirli günler geliyordu. Yani ben arabayla dolaşmaya hasret çekiyordum. Bu halimle iki üç gün boyunca arabayla yol çekmek bana güzel bir iş gibi geliyordu. Gerçi Almancılar dertliydi. Uzun yol çekmek onları yoruyordu. Ama ben hayalimde kendimi o yollara vuruyor ve ha bire geziyordum.

Araba kokusu

Almancıları izne getiren arabalar yüklerini boşaltınca el içine çıkacak kadar güzelleşiyorlardı. Güzelce yıkanan araba kapının önünde beklerken ben bir hoş oluyordum. “Almancılar arabada yatmaktan neden bu kadar bıkıyorlar? Ben olsam hep arabada yatarım.” diyecek kadar deli oluyordum. Arabaları bu kadar güzel yapan şeylerin başında kokuları geliyordu. Almancıların arabası pek güzel kokardı. Bizim arabalarda hiç rastlamadığım bu güzel koku işinin aslını hep merak etmişimdir. Acaba arabaya sıkılan bir güzel koku mu var? Yoksa arabaya binenlerin sürdüğü parfümler sebebiyle mi güzel kokar bu arabalar? Fakat ben merak ettiğimle kaldım. Hiçbir zaman soramadım. Ama Almancı arabasına bindiğim zaman doya doya kokladım hep.

Araba işinde merak ettiğim bir başka konu, hemen herkesin kolayca araba alabilmesiydi. Nasıl oluyordu bu? Henüz yeni işe başlamış bir Almancı kardeşimiz altı ayı geçmeden araba sahibi oluyordu. Arabasına güvenip izne geliyordu. Benim sorularıma sakin sakin cevaplar verecek makul birini bulamadığım için bu mesele de bana hep bir sır olarak kaldı. Bu kadar çabuk araba alabiliyorlarsa, biraz daha sabredip neden herkes Mersedes almıyordu şaşıyordum. Yaşım büyüdükçe kolay araba almanın ne menem bir şey olduğunu anladım da içim rahat etti.

Zalım bir ayrıntı

Arabaların arkasına, üstüne güzel şekilde istiflenirse bir evi dolduracak kadar olmasa da epeyce bir eşya yüklenebiliyordu. Almancılar içinde hatrını sayıp hürmet ettiğim bir akrabam bana Almanya’dan getirdiği minibüse dört ton eşya yüklediğini anlatıyor ve benim hayret etmemi bekliyordu. Ben anlamıyordum neden bana anlatıyordu? Benim için ne fark ederdi? Mesela dört ton değil de on ton yükledim dese nasıl tepki verecektim? Ben bir minibüs kaç ton yük çeker bilmiyordum ki. Ben dokuz yaşındaydım. Bilmemem normaldi. Ama Almancı akrabamın bana o yaşımda böyle şeyler anlatmasının sebebini sonradan anladım. Onlar yaşadıkları onca şeyi anlatacak birilerini arıyorlardı. Çünkü kendi memleketlerinde yaşamaları mümkün olmayan çok şey yaşıyorlardı. Ve insan yaşadığını anlatmak ister. Bazen rahatlamak için anlatır. Bazen bir dert ortağı bulmak için anlatır. Hatta bazen hava atmak için anlatır ama neticede yaşadığını paylaşmak güzel bir şeydir.

Ben dokuz yaşındayken bellemiştim. Bir minibüse dört ton yük istiflemek çok zalım bir ayrıntıydı. Ben de arkadaşlarıma anlatıyordum. Onlar da anlamıyorlardı. Onların saf saf bakışları benim hoşuma gidiyordu. Hayret ettirmek sihirli bir şeydi. Almancılardan bellediklerimi anlatırsam hayret ettirme imkanım artıyordu. Ben de Almancılardan duyduklarımı bir bir anlatıyordum. Mesela bir akrabam tek oturuşta on tane hamburgeri kolayla beraber götürüyordu. Almanlar bu duruma pek şaşırıyordu. Onlar bir oturuşta en fazla iki tane yiyebilirken benim muhteşem akrabam on tane yiyerek milli gururumuz oluyordu. Bu hadiseyi anlattıktan sonra “hamburger nasıl bir şeydir, büyüklüğü ne kadardır, kolayı litreyle almak ne kadara patlıyor” bu ayrıntıları kendimden ekliyordum. Çünkü Almancı akrabam için bunlar gereksiz ayrıntılardı ama benim bu meseleyi konuştuğum kişiler hiç hamburger yememişti. Kolayı litreyle almak pahalıydı. Ve üç arkadaş bir kolaya ortak olup içebiliyorduk. Hasılı bize çok uzak şeylerdi on tane hamburgeri bir litre kolayla götürmek.

Benim bir “çikolata sevdam” varsa ve ben şeker hastası olmuşsam bunda Almancı akrabalarımın payı büyüktür. Kabul ediyorum insan şeker yiyerek şeker hastası olmaz. Ama sürekli şeker yiyerek şeker hastalığı için risk grubuna girmenizi kolaylaştırırsınız. Ben de çikolata kariyerime Almancılar sayesinde başladım diyebilirim. Şeker yemek de bir nevi bağımlılıkmış. Bunu duyduğumda pek şaşırmıştım. Sadece ben çikolata bağımlısıyım diye düşünürdüm. Meğer her türlü şeker bağımlılık yapıyormuş. Ben Almancı akrabalarımın getirdiği türlü çeşit çikolataları azar azar tüketerek tüm yıla yayıyordum. Ben çikolata bağımlılığına hürmet eden adamdım. Çikolatalarım erimesin, uzun süre dondurucuda kalıp aromaları bozulmasın diye pek özen gösterirdim. Akrabalarım da benim çikolata tutkunluğumu bilirler ve ona göre hareket ederlerdi.

Ha bu arada ben ekmeğe sürülüp yenilen çikolataya karşı her zaman mesafeli oldum. Sebebini bilmiyorum. Kahvaltıda ekmeğe sürüp çikolata yemeyi işin ciddiyetine halel getirecek bir iş diye görmüş olmalıyım. Şimdi eski çikolatalı günlerimi birer aziz hatıra olarak anıyorum. Almancılar da getirdikleri çikolatalar gibi çabucak eriyip gittiler. Onlardan geriye işte bu hatıralar kaldı vesselam...

[email protected]