Cinnet Salgını

Bedia Küçükçalık/ Yazar
16.02.2019

Ahlakî çöküntü ve evrensel değerlerin yitirilmesi şiddeti besleyen ana kaynaklar arasında yer alıyor. Performans sanatçısı Marina Abramovic’in 1974 yılında yaptığı bir çalışma ise adeta şiddetin anatomisini çiziyor ve bireysel şiddetin nasıl bir toplu cinnete dönüştüğünü gösteriyor.


Cinnet Salgını

Medyada artan şiddet ve cinayet haberlerine bakılırsa cinnet, insanlığı tehdit eden bir salgın hastalık haline geldi. Neredeyse her gün sokakta, evde, okulda veya iş yerinde cinnet getiren insanların sebep olduğu vahşeti izliyoruz. Uzmanlara göre en sevdiklerine, kendilerine veya hiç tanımadıklarına akıldışı şiddet uygulayan bu insanlar ağır ruhsal çöküntü içerisindeler ve yaşadıkları çaresizlik hissinden çıkış yolu olarak şiddete başvuruyorlar. Ekonomik sıkıntılar veya zorlu hayat şartlarının cinnete kapı araladığı düşünülse de, Amerika’daki okul saldırıları veya İsveç’teki yüksek intihar oranları gibi refah düzeyi yüksek ülkelerden gelen haberler cinnetin pek çok insanı etkileyebilecek kadar geniş bir yelpazede durduğunu gösteriyor. İçinde bulunulan sosyo-ekonomik şartlardan bağımsız olarak tecrübe edilen ruhsal çöküntü toplumun her kesimini etkileyebiliyor. Böylece doktora kızan bir hasta yakını, sınav notunu beğenmeyen bir öğrenci veya lokantada hesabı fazla bulan bir müşteri kanlı saldırıların faili olabiliyor. Taham-mülsüzlük ve  kontrolsüzlük toplumda yaygınlaştıkça şiddet ve cinnet vakaları da artıyor. 

Popüler çevrimiçi film ve dizi izleme platformu Netflix’in paylaştığı Aralık ayı verilerine göre yoğun şiddet içerikli bir gerilim filmi olan Kafes (Bird Box) gösterildiği ilk hafta izlenme rekoru kırdı. Platform kullanıcılarıyla sınırlı bir kitleyi yansıtan bu veriyle genel izleyici hakkında bir çıkarım-da bulunmak zor, ancak senaryosunun uyarlandığı roman da benzer bir başarıya sahip. Amerikalı yazar Josh Malerman tarafından 2014 yılında kaleme alınan Kafes romanı yayımlandığı yıl haftalarca en çok satan kitaplar listesinde kalmıştı. 2018 yılında filme uyarlandığında ise Netflix’in tüm dünyadaki abonelerinin yarısından fazlası tarafından izlendi. Bu veriler toplumsal cinnetin ulaştığı nokta konusunda ipuçları veriyor. Birbirini besleyen iki olgu, şiddet ve korkunun iç içe geçtiği bir yapıtın böylesine ilgi çekmesi geleceğimiz adına endişe verici görünüyor. 

Cinnetin yıkıcı etkisi

Film, bilinmeyen bir varlığın etkisiyle intihar eden veya vahşice birbirini öldüren insanların hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. İnsanlığın so-nunu getirebilecek bu varlık bir kişinin gözüne göründüğü anda onu esir alıyor ve şuursuzca intihar etmesine sebep oluyor. İntihar etmeyenler ise ken-dilerini bu gücün hizmetine adıyor, tüm insanların ondan etkilenmesi ve onun “güzelliğini” görmesi için çalışıyor. 

Metaforik bağlamıyla yorumlanacak olursa, herkesi etkisi altına alan varlığı, televizyon, sosyal medya ve bilgisayar oyunları gibi insanlığın mo-dern bağımlılıkları olarak tanımlamak mümkün. Teknolojik uyuşturucuların etkisi ise filmdeki gibi ani değil ancak yıllara yayılan bir süreçle buhran, ruhsal çöküntü ve sonunda toplumsal cinnet şeklinde ortaya çıkıyor. Senaryoya göre bu gücün etkisinden kurtulmanın yolu kişinin gözlerini dış dün-yaya kapatması. İnsanlar ancak pencereleri kalın perdelerde örtülmüş evlerinde ve ‘varlığı’ göremeyecekleri binalarda güvenle yaşayabiliyorlar. Ha-yatta kalmak için görme yetilerinden vazgeçip kendilerini iç mekanlara hapsediyorlar. 

Günümüzde ise insanlar toplumsal cinnetin yıkıcı etkilerinden korunmak için görünmez konfor daireleri inşa ediyor, mutsuzluk veren veya buhrana sürükleyen her türlü şiddet haberini öteleyip görmezden geliyorlar. Kendilerine veya sevdiklerine direkt etkisi olmadıkça hiçbirini üzerinde durulmaya değer görmüyorlar. Vicdanî bir refleksle müdahale edilmesi gereken şiddet olayları en iyi ihtimalle kayıt altına alınıp sosyal medyada paylaşılıyor. Senaryoda işe yarayan bu yöntem, gerçek hayatta huzur veren o konfor dairelerine sıkışıp kalınmasına, çevrede yaşanan şiddetin ise büyümesine sebep oluyor. Sonunda daralan güvenli yaşam alanları toplum için yetersiz hale geliyor.

Şiddetin anatomisi 

Uzmanlar ve akademisyenler yaygınlaşan şiddetin altında yatan sebepleri bulmak ve çözüm önerileri getirmek için toplantılar düzenliyor, bildiri-ler yayımlıyor. Ancak bu çalışmaların yaşanılan toplumsal cinneti engellemekte etkili oldukları söylenemez. Ahlakî çöküntü ve evrensel değerlerin yitirilmesi şiddeti besleyen ana kaynaklar arasında yer alıyor. Performans sanatçısı Marina Abramovic’in 1974 yılında yaptığı bir çalışma ise adeta şiddetin anatomisini çiziyor ve bireysel şiddetin nasıl bir toplu cinnete dönüştüğünü gösteriyor. 

Sanatçı bir sanat galerisinde, üzerine “Bana istediğinizi yapabilirsiniz.” yazılı  bir kağıtla altı saat boyunca hiç tepki vermeden bekliyor. Önün-deki bir masada ise çiçek, tüy, kolye, çekiç, bıçak, jilet gibi çeşitli nesneler bulunuyor. Katılımcılar önceleri Abramovic’e çiçek verip güzel sözler söy-lerken, bir kişinin sanatçıya tokat atmasıyla işin boyutu değişiyor. Bu şiddet diğerlerinin akıldışı davranışlara yönelmeleri için yeterli oluyor. Tepki görmeyen her davranış onaylanmış sayılıyor ve şiddet epidemik bir hal alıyor. Performansı izleyemeye gelen sanatseverler (!) Abramovic’e işkence etmeye başlıyorlar. Zamanla çığırından çıkan olaylar sonunda gösteri bir vahşete dönüşüyor. Katılımcılar sanatçıyı çekiçle yaralıyor, jiletle kesiyor ve cinsel tacizde bulunuyorlar. 

Bu performans şiddetin nasıl başlayıp nasıl yayıldığıyla ilgi önemli çıkarımlar sunuyor. Tokat atan ilk kişiye tepki vermeyen kalabalık, şiddet ve tacize ortam sunuyor. İlk tokada sessiz kalındığını gören ikinci katılımcı da şiddetin dozunu artıracak cesareti kendinde buluyor. Ceza mekanizması-nın yerinde ve zamanında çalışmadığı durumlarda toplumda otorite boşluğu ve kontrolsüzlük hissi doğuyor. Muhtemelen günlük hayatlarında per-formanstaki gibi davranışlar sergilemeyen katılımcılar, kontrolsüzlük halinde nasıl bir toplu cinnete dahil olabileceklerini gösteriyorlar. Bu durum eğitim seviyesinden ve entelektüel birikiminden bağımsız olarak bazı insanlardaki olumlu davranış kalıplarının akıl ve iradeyle değil toplumsal bas-kıyla oluştuğunun da bir kanıtı. Bir süreliğine toplum baskısı ortadan kalktığında vahşi içgüdüler ortaya çıkıyor ve şiddet yandaş bulmakta hiç zor-lanmıyor. 

Uzmanlara göre cinnet vakalarında kişi kontrolünü birdenbire kaybetmiyor. İçindeki şiddetin dozunun artması ve cinnet boyutuna ulaşması za-man içerisinde gerçekleşiyor. Toplumların yaşadığı buhran, kriz veya ahlaki çöküntü dönemleri her bir ferdini cinnet vakalarının muhtemel faili kılı-yor. Zira şiddet şahit olundukça büyüyen, kanıksanan ve yaygınlaşan bir olgu. Araştırmalar şiddet gören çocukların yetişkinlik çağlarında şiddet uygulamaya daha meyyal olduklarını gösteriyor. Günümüzde kitle iletişim araçları pek çok insanı şahit olarak şiddetin mağduru kılıyor. Bu mağduri-yet fiziksel bir etkileşim olmasa bile kişide görmenin yarattığı travma yoluyla gerçekleşiyor. Filmde anlatıldığı gibi gözlerin gördüğü her şey kişinin zihninde kalıcı hasar bırakıyor.  Bu yüzden medyada yer aşan şiddet görüntüleri toplumsal cinnetin oluşmasında etkili. Artık akıl tutulması olarak tanımlanan bu hal bile, sağa sola saldırmaktan ve kırıp dökmekten çok öte yaşanıyor, adeta planlı bir vahşete dönüşüyor.

‘Kafes’ten çıkış yolu 

Kafes filminde anlatılanın aksine gözlerimizi kapamak toplumsal cinnetin önlenmesi adına bir çözüm sunmuyor. Günümüzde pek çok insan ya-şanan toplumsal cinneti görmezden gelse de, televizyonda eğlence kuşağını izlemeyi ve medyadan keyifli hayatları takip etmeyi tercih etse de sokakta ve gündüz kuşağında şiddet dolu hayatlar yaşanıyor. Bu olaylara ne kadar uzaktan bakılsa ve ne kadar ötelense de geleceğimiz ve çocuklarımız adına yaşattığı endişeden de uzak kalınamıyor. Evlerimizi güvenli mekanlara kuruyor, bir kavga gördüğümüzde yolumuzu değiştiriyoruz. Ruh sağlı-ğımızı korumak adına etrafımıza çizdiğimiz konfor çemberi sonunda içine sıkışıp kaldığımız bir hapishaneye dönüşüyor. Bu güvenli bölgelerde ise hayat korku ve paranoyaya mahkum yaşanıyor. 

Sonuç olarak, her gün yaşanan cinnet olaylarını toplumca kanıksama aşamasına gelmeden evvel yapıcı önlemler alınması gerekiyor. Şahit olu-nan şiddet vakalarına tepki göstermek ve kabul görmesini engelleyecek bir duruş sergilemek hem insanî sorumluluğumuz hem de gelecek nesillere karşı borcumuz. Ayrıca yitirilen ahlakî değerlerin yeniden canlandırılması, yaşanan toplumsal yozlaşmanın gündeme alınması ve vicdan eğitiminin okul müfredatlarında daha çok yer bulması şiddeti önlemek adına alınacak önlemler arasında sıralanabilir. 

[email protected]