Kötülüğün sıradanlığı ve normalleşmesi; televizyon karşısında başını çevirmek, sosyal medyada başka gündemlere takılmak, adı geçen şiiri ise yalnızca geçmişin nostaljisi yapmakla pekişmektedir. Bu sessizlik, çocuklara bomba atan soykırımcıların silahı kadar zararlıdır. Bu sessizlik, bu seçici vicdan, zulmün sürmesine izin vermesi bakımından kötüdür.
Ayşegül Sözen Dağ/ Yazar
Her çağın belleğinde kapkara ve içler acısı utanç sayfaları vardır. Hiroşima'da göğe bırakılan ateş, Bosna'da kuşatılmış şehirlerde açlığa terk edilen çocuklar, Halepçe'de kimyasal silahlarla can veren nefesler, Doğu Türkistan'da susturulmaya çalışılan diller, inançlar ve öldürülen çocuklar, Gazze'de ise her gün can veren küçük bedenler... Hepsi aynı defterin farklı sayfalarıdır. Ve bu defterin en çok kanayan satırlarında ise çocukların isimleri yazılıdır.
Nazım Hikmet'in "Çocuklara kıymayın efendiler!" haykırışı, insanlığın en güçlü ve en evrensel çağrılarından biridir. Bu dizeler yıllarca bazı kesimlerce anma törenlerinde, belki de akademik programlarda ve edebiyat kürsülerinde yankılandı. Özellikle Hiroşima için, bu şiir defalarca okundu; bombaların yok ettiği çocukların anısına ağıt gibi dilden dile söylendi. Şiir, yine bazı kesimlerce âdeta vicdanın simgesi, insani duyarlılığın zirvesi olarak görüldü. Ama mevzu Gazze'deki soykırıma geldiğinde, aynı şiir neden birçok kürsüde okunmadı? Senelerce barışın ve çocuk haklarının sembolü ilan edilen bu dizeler, Gazze'de her gün atılan bombaların arasından çıkarılan çocukların başucunda neden yankılanmadı? Bu hakikatli dizeleri okuyanların niçin söz konusu Filistin olduğunda dudakları mühürlendi?
Kanlı gerçeğe körlük
Burada apaçık bir çelişkiyle karşı karşıyayız: Adı geçen şiir, insanlığın ortak vicdanını dile getirmekten çok, bazı kesimlerce yalnızca belirli coğrafyaların acılarını anmak ve empati duymak için kullanıldı. Gazze'nin çocukları, bu seçici vicdanın dışına itildi ve şüphesiz bilinçli bir şekilde görmezden gelindi. Bu suskunluk, yalnızca siyasetin ve ideolojilerin gölgesiyle değil, kendini "entelektüel" ve "muhalif" olarak tanımlayan bir kesimin bu şiiri güvenli alan olan geçmişe hapsedip bugünün kanlı gerçeğine kör bırakmasıdır.
"koşuyor altı yaşında bir oğlan,
uçurtması geçiyor ağaçlardan,
siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
çocuklara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin."
Şimdi asıl sorulması gereken şudur:
"çocuklara kıymayın efendiler" dizesini barındıran bir şiir, insanlığın ortak vicdanı ve sesi olmak yerine, neden bazı kesimlerce seçici bir hafızanın nostaljik ezgisine dönüştü?
Şiirin evrensel haykırışı
Nazım şiirini ısrarcı imgelemler yerine yalın bir söyleyişle kurar. "Çocuklara kıymayın efendiler!" diyen bu ses, aslında bütün büyük hakikatlerin izdüşümüdür. Çocuk duyarlığını merkeze alan bir dizede başka söze gerek yoktur; o tek bir dize zaten insanlığa sunulan en saf çocuk bildirgesidir.
Ama bizler bugüne dek bu saf haykırışı ayırıcı bir yerde duyduk. Kendini aydın olarak tanımlayan bir grup insan, Hiroşima'nın çocuklarını insanlığın ortak acısı sayarken, Gazze'nin çocuklarını siyasi hesapların, uluslararası dengelerin, jeopolitik çıkarların karanlığına ve çirkinliğine kurban etti. Bu zulmün bir insanlık suçu, bu durumun bir katliam, bir soykırım olduğunu ifade edemeyecek kadar vicdan yoksunu bir kesimin olduğu aşikârdır. Onlara göre sadece bazı çocuklar daha çok yaşama hakkına sahiptir. Bu çevre, benzer bir tepkiyi/ tepkisizliği ülkemize sığınan mülteci çocuklar için de göstermişti.
Nazım'ın "Bulutlar Adam Öldürmesin" adlı şiiri işte tam da bu yüzden bugün yeniden yankılanmak zorunda. Çünkü şiir susarsa, çocukların çığlıkları tarihin utanç sayfalarına gömülür. Biz insan soyu olarak yaşadığımız bu çağın mazlum çocuklarının yanında durmalıyız. Şahit olmalıyız olan bitene tüm ruhumuzla ve bedenimizle. Bu tanıklık susarak değil, eylemler ve haykırışlarla olmalı elbette.
Hiroşima'dan Gazze'nin enkazına
Hiroşima'da 1945 yılının Ağustos ayında uçaktan bırakılan bomba, yalnızca bir şehri değil, insanlığın vicdanını da yaktı. Çoğunluğu çocuk olmak üzere binlerce insan yaşamını kaybetti, vahşice öldürüldü, acımasızca yok edildi. O günden sonra, dünyanın dört bir yanında "bir daha asla olmayacak, çocuklar öldürülmeyecek" sözleri verildi.
Ama Gazze'de devam eden soykırım ve zulme maruz kalan çocukların durumuna bakınca görüyoruz ki "Bir daha asla!" sözü, yalnızca belirli coğrafyalar için geçerliymiş. Çocuğun biricik hakkı olan yaşama hakkının elinden alınması "zaruri kayıp" olarak tanımlanmaktan öte geçemedi bazıları tarafından. Bu tanımın yapıldığı yerde, insanlık büsbütün ölmüş demektir.
Bugün Filistin'in çocukları bağlamında dünyaca yapılan çifte standardın aynası, adı geçen şiirin yüzüne tutulduğunda, şu sorular geliyor aklımıza:
Çocuk hakları coğrafya seçer mi?
Çocuk masumiyeti hangi milletten olursa olsun aynı değil midir?
Bir çocuğun gözyaşı, dünyanın neresinde olursa olsun tuzlu değil midir?
Emmanuel Levinas, insanlığın ahlakını ve vicdanını ötekinin yüzüyle tanımlar. Bir çocuğun yüzüne , gözlerinin ta derinlerine bakmak insanın kendi iç sesiyle ve vicdanıyla yüzleşmesidir. Çünkü çocuğun gözlerinde hiçbir hile, hiçbir politik hesap, hiçbir çirkin plan yoktur; yalnızca saf çocuk masumiyeti vardır.
Bugün Gazze'de öldürülen, sakat kalan, incitilen, hakları elinden alınan her çocuk, bu yüzden yalnızca Filistin'in değil, bütün dünyanın sınavıdır. Çünkü onların yüzlerine insanlığın soyunun erdemleri yansır. Ve biz o yüzlere bakmaktan kaçtıkça, aslında kendi insanlığımızdan da kaçıyoruz.
Kötülüğün Sıradanlığı ve Sessizliğin Ortağı Olmak
Hannah Arendt, Nazilerin suçları nedeniyle Kudüs'teki yargılanma sürecine gözlemci sıfatıyla katılmış ve bu dava sürecinde kötülüğe ilişkin yeni bir açıklama geliştirerek kötülüğün sıradanlığı kavramını ileri sürmüştür. Bu bağlamda, kötülüğün kaynağı düşünce yoksunluğu
Gazze'de çocuklar ölürken susmak da böyledir. Kötülüğün sıradanlığı ve normalleşmesi; televizyon karşısında başını çevirmek, sosyal medyada başka gündemlere takılmak, adı geçen şiiri ise yalnızca geçmişin nostaljisi yapmakla pekişmektedir. Bu sessizlik, çocuklara bomba atan soykırımcıların silahı kadar zararlıdır. Bu sessizlik, bu seçici vicdan, zulmün sürmesine izin vermesi bakımından kötüdür.
Meselemiz çocuk ve çocuğa dair olan tüm disiplinler ise; şunun altını çizmeliyiz ki bir çocuk için dünya, masal kitabının sayfaları gibidir. Her gün çocuğa rengârenk bir sayfa açılır, her sayfa çocuğu içine çeker. Güneş çocuklar için doğar, Aydede geceyi çocuklar için aydınlatır. Hâl böyleyken Gazze'de masal kitapları hep yarım kalıyor.
Nazım'ın adı geçen şiiri, aslında masal kitaplarının, çocuk gülüşlerinin yarım kalmaması için söylenmişti. "Çocuklara kıymayın efendiler" demek, masala kıymayın, oyuna kıymayın, düşe ve gülüşlere kıymayın demekti. Çünkü bir çocuğun düşü ve gülüşü dünyanın en güçlü barış sözleşmesidir.
Çocukların yaşama, barınma, beslenme gibi temel haklarının yanı sıra oyun ve eğlence hakları da vardır. Çünkü onlar çocuktur, masumdur. Oyun, çocuğun dili, dünyayı tanıma biçimidir. Ama bugün Gazze'de futbol sahaları mezarlığa dönüyor. Salıncakların zincirleri enkaz altında kalıyor. Çocuğun oyun alanından mezar taşına sürüklenmesi, insanlığın en büyük iflasıdır. Biz ise iflas etmemek için isyanımızı daima diri tutmalıyız.
Albert Camus, isyancı insandan söz ederken, insan soyunun yaptığı zulme karşı sessiz kalınmamasını öğütler. Gerçek başkaldırı, bir çocuğun gözler önünde uğradığı vahşete razı olmamaktır. Bugün isyanın tüm hâlleri kalemle, sözle, şiirle, vicdanla ve çağrıyla yapılmalıdır. Nazım'ın şiiri tam da böyle bir isyandı, çocukların ölmesine karşı değerler ve erdemler çerçevesinde haklı bir isyan. Bu isyanı sürdürmek, duyurmak da bugünün aydınlarının, fikir insanlarının, şairlerinin ve yazarlarının asli görevidir.
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, her çocuğun yaşama, korunma, eğitim, oyun hakkını garanti ederken Gazze'de bütün bu haklar, her gün hunharca ihlal edilmektedir. Bugün çocuk hakları sadece kâğıt üstünde olan birkaç cümleden ibaret. Gazze'de çocukların yaşama hakları, bombalarla yok ediliyor. Korunma hakları, dünya sessiz kaldığı için çiğneniyor. Eğitim hakları, okullar sığınak olduğu için ellerinden alınıyor. Velhasıl kâğıt üstünde yazılan hakların hiçbiri şu anda Gazze'de karşılık bulmuyor.
İnsanlığın kör noktası
Dünya, ayrıştırıcı ve seçici bir bellekle yaşamaya devam ediyor. Gazze'deki soykırıma karşı kör, sağır ve dilsiz oluyor. Doğu Türkistan'ın sessiz çığlığını duymuyor.
Ama şunu aklımızdan çıkarmayalım, unuttuklarımız, yarın bizi utandıracak. Çünkü unutulan her çocuk, görmezden gelinen her soykırım geleceğin vicdanında açılan kapanmaz bir yaradır.
Her çocuk, insanlığın, milletlerin geleceğidir. Gazze'de öldürülen her çocuk, yalnızca Filistin'in değil, bütün dünyanın, bütün milletlerin geleceğini yok ediyor.
Çocuğun gözlerinin içindeki gülücük evrensel bir dildir. O dil, hiçbir çeviriye ihtiyaç duymaz. O dil, masumiyetin ve umudun ortak şiiridir.
Ama çocuğun ölümü de evrensel bir utançtır. O utanç, hiçbir coğrafi sınırla örtülemez.
Nazım'ın adı geçen şiiri, yalnızca bazı entelektüel kesimlerce seçici vicdanın nostaljisi değil, bugünün acil çağrısıdır. Hiroşima'da yankılanan bu söz, Gazze için yeniden söylenmedikçe şiir eksik kalacaktır.
Çünkü şiir, yalnızca yazıldığı dönemde değil, yeniden söylendiğinde, güncel gelişmelere göre yeniden yankılandığında asıl amacına ulaşır ve ölümsüzleşir.
"Çocuklara kıymayın efendiler!"
Çünkü çocuklara kıymak, insanlığa kıymaktır.
Çocuklara kıymak, şiire, masala, oyuna, barışa, özgürlüğe, kuşlara, çiçeklere ve gökyüzünün sonsuz maviliğine kıymaktır.
Zeytin ağacının köklerine, incirin yaprağına kıymaktır...
Çocuklara kıymak, geleceğe, hayallere, insan soyunun tüm güzelliklerine kıymaktır.