Çok gezen pabuç ne getirir?

Dr. Hatice Çolak / Yazar
4.09.2020

Havacılık, diğer yan etkileri de hesaba katıldığında turizmin iklim değişiklerine etkisinde yüzde 75'lik bir oranın sahibi. Bir yolcunun havayoluyla bir Avrupa Amerika seyahatinin, o kişinin yıllık enerji harcamasının 12 katına eşit olduğunu biliyor musunuz? Isınma ve benzin dahil. Bunu 1,5 milyarla çarpın. Sonra da iklim değişikliklerine bölün.


Çok gezen pabuç ne getirir?

Biz Zanzibar’a yerleşip münzevi bir hayat yaşamaya karar verene kadar, kızım dört yaşında yirmi beş ülkeye seyahat etmişti bile.

Oysa benim çocukluğuma dair hatırladığım tek seyahatler, zorlana zorlana gittiğim köyümüzde geçirdiğim yazlardan ibaretti. O zamanlar uzun yol otobüslerinde sigara içilmesine izin verildiğinden mi bilmem, mide bulantısı gibi hatırlıyorum hepsini. Annem bacılarıyla buluşuyordu, o kadar.

Ablam evlenip kocasıyla deniz tatiline gitmeye başlayınca farklı bir ufuk açıldı bize. Bursa’daydık ve deniz oracıktaydı ama İznik gölü kenarında kamp yaptığımızda da yüzmeyi öğrendiğimde de üniversitedeydim. Bursa’da büyümeme rağmen Uludağ’a kayak yapmaya gitmek için ise otuzlu yaşlarımı beklemem gerekti.

Şimdilerde arkadaşlarımın ve akrabalarımın sosyal medya paylaşımlarını şaşkınlıkla takip ediyorum.

Koronavirüse rağmen...

Hatrı sayılır bir kısım yurtdışına seyahat edememenin acı burukluğu içerisinde. Ve neredeyse tamamı koronaya ve pek çok riske rağmen denizsiz ve tatilsiz kalamıyor, öyle ya da böyle geziyor. Tüm bunlar giderek büyüyen orta sınıfımızın tatil kültürünün ciddi anlamda dönüştüğünü gösteriyor.

Üstelik artık birçoğumuz sadece sıla-i rahim ya da deniz tatili için değil pek çok spesifik sebeple seyahat ediyoruz... Düğün için, balayı için, doğum için, iş için, din için, sağlık için, farklı lezzetleri denemek için, müzik için, moda için, safari için, spor için, insani yardım ya da gönüllülük için...

Bunlar dışında hatrı sayılır sayıda insan bilim için, ay ya da uzay turizmi için ya da ekstrem sporlar için seyahat ediyor.

Bir de uyuşturucu için, savaş deneyimi için, cihat için ya da intihar için seyahat edenler var. Hadi canım dediğinizi duyar gibiyim, fakat n’apayım gerçek bu. Milyonlarca insan da seks için seyahat ediyor mesela. Daha da kötüsünü söyleyeyim, dünyada 2 milyon üzerinde seks işçisi çocuk var, çoğu Tayland’da ve ülkenin ana ekonomisini oluşturuyor bu durum.

Bur oturup daha fazla canınızı sıkacak ya da sizi seyahatten soğutacak değilim. Zaten 100’e yakın ülke gezmiş bir insan olarak seyahati kötülesem çarpılırım alimallah.

‘Buldun mu aradığını?’

Daha çocukken yıldızlara bakar, dünyayı gezmeyi hayal ederdim.

Okumamı çok isteyen annem ise bu hayalimi nedense asla onaylamaz, çok gezen pabuç .ok getirir derdi.

Büyüdüğümde ve 17 yaşından itibaren dere tepe demeden gezdiğimde de yılmadan bunu hatırlattı durdu.” Buldun mu aradığını?” diye sorardı eve döndüğümde.

Pek destek görmedim yani gezerken. Belki içine doğmuştu son çocuğunun en sonunda Afrika’ya yerleşip ahir ömründe ondan uzak olacağı.

Peki sizce ne arıyordum? Aradığımı buldum mu?

Neden geziyoruz?

Beni boşverin. Ama hakkatten neden seyahat ediyor dünyayı karış karış gezen milyonlarca insan?

Sıkıldığı için mi? Keyif almak için mi? Dinlenmek için mi?

Bana kalırsa hepsi mutluluğu arıyor.

Tam da bu temayı işleyen ve en kapalı devre insanın içine bile seyahat aşkı doldurma gücüne sahip “Hector and the Search for Happiness” ya da “Ye, Dua Et, Sev” filmlerini izlemeyen yoktur aramızda herhalde. Bu filmlerden sonra kendinizi uçak bileti bakarken bulduğunuza bahse girerim.

Hakikaten de bu filmlerden sonra özellikle Asya’da pek çok bakir bölge turist akınına uğradı. Leonardo Di Caprio’nun efsane yol filmi The Beach’in çekildiği adaya gittiğimde kulaç atacak alan bulamamıştım koyda kendime. O ne kalabalıktı öyle...

Mikro bakalım...

Peki bu durumdan bölge halkları ne şekilde etkileniyor? Daha önce kimsenin adını duymadığı köylerinin tıklım tıklım dolmasından mutlular mı?

Mikro bakacak olursak, Zanzibar’da yaşayan bir Karadenizli olarak ne memleketimdeki halkın zengin Arap turistlerden memnun olduğunu gözlemledim ne de Zanzibar halkının ortalıkta bikinisiyle gezen beyazlardan.

Makro bakacak olursak ise...

Türkiye olarak dünyada en çok ziyaret edilen altıncı ülkeyiz. Ama ne turizm yatırımlarında ne de kazançlarında ilk 10’da bile değiliz. Bu bağlamda Amerika açık ara önce, hem harcamalarda hem kazançta. Çin Amerika’nın iki katı kadar turizme yatırım yaptığı halde kazançta 10. sırada.

Son istatistiklere göre yaşayan 7,8 milyar insanın 1,5 milyarı bir şekilde uluslararası seyahat ediyor. Ve bu sayı her sene yüzde 5 civarında büyüyor...

İklime etkisi yüzde 75

Peki sizce bu insanlar nasıl seyahat ediyor? Gemiyle mi trenle mi? Tabii ki hayır. Uçakla.

Havacılık, diğer yan etkileri de hesaba katıldığında turizmin iklim değişiklerine etkisinde yüzde 75’lik bir oranın sahibi.

Bir yolcunun havayoluyla bir Avrupa Amerika seyahatinin, o kişinin yıllık enerji harcamasının 12 katına eşit olduğunu biliyor musunuz? Isınma ve benzin dahil. Bunu 1,5 milyarla çarpın. Sonra da iklim değişikliklerine bölün.

Yani aslında çok masum bir eylem gibi görünen seyahatinizin, Evliya Çelebi gibi at, deve sırtında gezmediğiniz, gittiğiniz yerlerde uzun uzun kalıp yöre halkıyla hemhal olmadığınız, eserler vermediğiniz takdirde faydadan çok zararı var yaşadığımız gezegene. Batı’da bunu dert edinen, dolayısiyle turizm, hele de havayolu karşıtı pek çok STK var. Ve bunu konu edinen pek çok belgesel.

Turistin ayak izi adındaki etkileyici belgesel gibi...

Belgeseli annem çekseydi çok gezip .ok getiren pabuçlar koyardı adını. Aynı şey.

Peki n’apalım?

Turistin ayak izine ya da pabuçuna sahip çıkmasına sorumlu ya da sürdürülebilir turizm deniyor.

Yani turistin çevreye, topluma ve lokal ekonomilere pozitif etkide bulunduğu turizm.

Turizm kaynaklı karbon emisyonlarının yüzde 72’si ulaşım, yüzde 24’ü konaklama, yüzde 4’ü ise diğer lokal aktivitelerden kaynaklanıyor. Ancak karbon dışında da dünyanın en hızlı büyüyen sektörlerinden biri olan turizmin, hele de kitlesel olduğunda, doğal yaşama ve yerel kültürlere pek çok zararı var.

Her ne kadar yeni nesil bilinçli turistler yeşil işletmeleri tercih ediyor olsa ve büyük uçak yapım firmaları sürekli daha tasarruflu uçaklar üretiyor olsa da seyahatin gittikçe pek çok insan için ekonomik olarak daha mümkün olması, sosyal medya paylaşımlarıyla her gün daha da köpüren turizmin vahşi cazibesi, kitlesel ve ucuz tur firmaları, olimpik oyunlar, büyük markaların kongre merkezlerindeki uluslararası zirveleri vs. derken turizmin dip totalde olumsuz etkileri sürekli artış gösteriyor.

Mesela, dünyanın en karizmatik kabilelerinden biri olan ve aslanlarla yaşadıkları köylerin safari parkına dönüşmesiyle beraber tüm yaşamı altüst olan Masailerin dramına birebir şahidim. Şu an Zanzibar’ın hemen her yerinde ya güvenlikçi ya da sahillerde hediyelik eşya satıcısı olarak ekmeğini kazanmaya çalışan Masailerin çocuklarının 200 kişilik sınıflarda ehlileştirilmesine daha önceki yazılarımda yer vermiştim.

Yetimhane turizmi

Geçiyorum şahit olduğum başka bir drama yani yetimhane turizmine... Hadi karbon emisyonundan havayollarını sorumlu tutuyoruz da yalandan yetimlerin turistlerden para koparmak için bilerek çok rezil şartlarda tutulduğu, yapılan nakdi yardımların sadece işletmecilerin cebine gittiği ve ayni yardımların turist nasılsa tekrar gelmeyeceği için satıldığı bu yetimhanelerde ömrü çürüyen çocukların hesabını kime sormalı?

Sadece Tanzanya’da ve bizzat şahit olduklarımdan bahsettiğimde bile bu liste uzar da uzar. Fakat canım yunuslarımıza da değinip bırakacağım. Bizim köyün sahilinden eskiden yunus sürüleri izlenirmiş. Sonra bu turistlerin kulağına gitmiş. Birkaç yıldır yunuslarla yüzmeye geliyor turistler. Onlarca fiber tekne gördüğü yunusun peşine düşüyor. E zaten yunuslar insandan 150 kat daha duyarlı sese, neye uğradığını şaşırıyor. Turistler gopro’larıyla yunuslarla yüzdüm fantazisi çekip paylaşacak diye, artık o eski sürülerden çok az yunus kaldı hala adamızı terketmeyen.

Turist için susuz kalıyorlar

Zanzibar gibi yüzlerce minik ada var dünyada, turizm potansiyeli daha 20 yıl kadar önce keşfedilen ve fakat artık ekonomisi yüzde 40-75 oranlarında turizme dayanan. Öyle bir noktada ki bu adalar, artık vazgeçmek istese de vazgeçemez turistten. Oysa oteller adanın tüm elektrik ve suyunu tüketiyor, halk haftalarca susuz, günlerce elektriksiz kalabiliyor turist rahat etsin diye. Sahil şeridinde beş yıldızlı otellerde oda başına fiyatlar günlük bin dolar civarına çıkabilirken, hemen arkasındaki sokakta sıradan bir köylü bu parayı bir yılda zor kazanıyor. Bu lüks otel zincirlerini de tabi ki lokaller işletmiyor, para öylece Batı’daki yatırımcıya gidiyor.

Köylüye de ekseriyetle karanlığa küfretmek kalıyor.

Bir mum yakmak isteyen sorumlu turistlere geri dönecek olursak, onlar genelde kısa süreli pek çok seyahat yerine yakın lokasyonlardaki uzun tatilleri tercih ediyor, uçak yerine gemi ya da tren, gittiği lokasyonda ise bisiklet ya da lokal ulaşım araçları kullanıyor, lokal halkın evlerinde ya da küçük işletmelerde kalıyor, lokal girişimcileri destekliyor, az taşıyor, az tüketiyor, çok gönüllü oluyor.

İşte sorumlu turizm noktasında bir sosyal girişim olan Assalam’ın hikayesi burada başlıyor.

Hani o Assalam’ı Vassalam yapan gönüllü turist kavramının ortaya çıktığı yerde.

Sorumlu turizm

Peki o halde bir sonraki yazıda devam etmek üzere kendi ayak izimizle konuya ara verelim.

O ki Assalam üç yılda kurduğu üç marka ile sorumlu turizm noktasında Zanzibar’da pek çok açılım yapan bir kuruluş...

O ki KangaAfrica markasıyla yetim annelerine dikiş eğitimi veriyor ve turistlerin severek alacakları hediyelik eşyalar üretiyor, geliri onlarca kadına maaş olarak dönüyor.

O ki CafeAfrica markasıyla bu ürünleri satıyor ve turistlere sorumlu turizmi anlatıyor, harcarken lokal halkı desteklemelerinin imkanlarını gösteriyor.

O ki MamaAfrica markasıyla üç yılda 500 civarında gönüllü turist ağırladı, bu gönüllü turistler sayesinde hem Assalam Uluslararası Okulu hem de Assalam Çocuk Üniversitesi kuruldu, büyüdü...

Demek ki her çok gezen pabuç .ok getirmiyormuş, değil mi?

[email protected]