Çok kutuplu Soğuk Savaş ve devletçi neoliberalizm

Ercan Yıldırım / Yazar
15.02.2020

Putinizm aslen Rusya'nın yeniden tarih sahnesine imparatorluk vasfıyla çıkmasına bağlı. Hem Avrupa hem Asya'da bulunmasının verdiği Avrasya portföyü ile Putinizm Çar ve SSCB imparatorluk modellerinin dışında yepyeni bir imparatorluk peşinde.


Çok kutuplu Soğuk Savaş ve devletçi neoliberalizm

Soğuk Savaş’ın iki önemli figürü, farklı ekollerde olsa da Rusya ve Çin, Demir Perde’nin kalkmasıyla birlikte liberalizme geçiş yaptılar. Neoliberalizm siyasi küreselleşmeyle birleşince çevredeki ülkelerin iktisadi ve siyasi dönüşüm gerçekleştirmelerini sağladı. 1990’lardan günümüze Çin Komünist Partisi ve önce Yeltsin arkasından Putin ile Rusya ciddi tasfiyelerle hem geleneksel devlet mekanizmalarını aktif halde tutabilecek hem neoliberal iktisadı uygulayabilecek adımlar attı. Elbette Soğuk Savaş sonrası geçiş evresinde küresel siyasete ve piyasalara entegrasyon ile toplumların, ülke içi düzeneklerin uyumu, siyasal manadaki gelişmeler ABD’nin mutlak egemenliğini getirdi.

Ne Rusya ne Çin bu süreçte ABD imparatorluğuna mugayir adımlar atabilecek pozisyona gelemediler.

Rusya, Çin, Türkiye modeli

Duvarların yıkılmasından 11 Eylül düzenine kadar ABD tekli dünya sistemine geçti, belki buna AB’yi de “buçuk” niyetine eklemek mümkün. Fakat Medeniyetler Çatışması üzerinden “öteki” kurma çabası, İslam merkezli düşmanlaştırmalara dayalı öğreti Çin ve Rusya gibi bölgesel güçleri çok kapsamadığı, kendi demografik, hammadde, üretim, emek yoğun kaynaklarını kullanabildikleri için 11 Eylül nizamı, Avrupa’da entegrasyonun bitmesi, İngiltere’nin AB rahatsızlığı, 2008 kriziyle beraber dağılmaya başladı. Bu süreçte Putinli Rusya, jeopolitik sınırlarını zorlar, hinterlandını genişletir, içeride “birliği” tesis eder, güçlü devlet mekanizmasını kurarken Çin iktisadi neoliberalizmi, küresel şirket düzenini üst düzeyde şekillendirerek zenginleştiği gibi siyasi kırılganlıklarını bastırabildi.

Dünya 2008 krizinden sonra siyasi dönüşüme geçtiğinde, küresel şirketlerin ulus devlet üzerindeki hegemonyasının güçlü devlet-güçlü lider-güçlü millet vurgusuyla bozulma süreci ister istemez dünya sisteminin yeni bir doktrine evrilmesini gerektirdi.

Avrupa’da güçlü lider arayışları İslamofobi, özerklik talepleri, neoliberal politikalara karşı gösterilere dönüşünce eklektik modellemeler gündeme geldi.

Bugün Çin, Rusya hatta Türkiye ekonomik neoliberalizmi sonuna kadar uygularken siyasi neoliberalizme zıt tutum geliştiriyor… Esasında bakılırsa Avrupa da bu eğilime uygun hareket ediyor. Haliyle dünya sistemi doktrin arar, bir düzen kurmak isterken Rusya ve Çin kendi modellerini genel gidişattan farklı biçimde inşa etti.

Bu saatten sonra Çin ve Rusya’nın kendilerine özgü sentezledikleri neoliberalizm ile dünya sisteminin bir biçimde geldiği çok kutuplu Soğuk Savaş genel ortalamayı belirleyecek gibi görünüyor.

Güçlü devlet, güçlü lider

ABD ve Avrupa’nın yekpare blok oluşturmaması kadar Avrupa ile Rusya ve Çin’in birbirlerine hasım davranış sergilememesi, tek kutuplu bloklar yerine çok kutuplu blokların varlığı yeni doktrinin genel yapısını ihtiva ediyor. Bu açıdan Rusya daha çok İmparatorluk kastıyla meşgul olduğundan siyasi veçhesiyle sistem içinde manevralar yaparken Çin, Ticaret Savaşı’ndaki gibi iktisaden mesele çıkarıp ataklar geliştirecektir. Türkiye’nin ekonomi bahsindeki zayıf konumunu göz önüne alırsak yine siyasi yönelimiyle dünya sisteminde etkili çıkışlar yapabileceğini söylemek mümkün.

1980 sonrası dünyayı etkileyen neoliberalizm, iktisadi yönelimiyle siyasi tezleri iç içe geçse de toplumların, devletlerin farklı karakter göstermelerine bağlı şekilde çoğu zaman ahenkli çalışmadı.

Bir arada yaşama, siyasi çoğulculuk, insan hakları, özgürlükler, çok kültürlülük, demokrasi, etnik-dini-mezhebi farklılıkların siyasallaşması gibi hususlarda yükleri bulunan ülkelerde siyasi boyut aksasa, daha çok Kıta Avrupası’nda canlılık gösterse de iktisadi süreç aynen devam edebildi.

Rusya, Çin, Türkiye gibi ülkelerde ekonomik neoliberalleşmeye geçiş yabancı yatırımlar, küresel şirketlerin etkinliklerine destek vererek sürdü fakat siyasi tezler arka plana itildi… Aksine güçlü devlet ve lider idaresine geçildi. 

Sovyetlerin yıkılmasından, liberalizmin Tarihin Sonu’nu getirmesinden sonra Çin Komünist Partisi radikal bir karar alarak neoliberalizme geçişin adımlarını attı. Parti içinde ekonomik liberalizmin yanında siyasi hakları da savunanlar tasfiye edildi.

1990’lı yıllarda taşradan, kırdan gelen yüz milyonlarca köylü tam da küresel şirketlerin istediği köle-işçi formatına uygun biçimde Çin ekonomisine entegre edildi. Küresel şirketler ki ABD içinde zirvede yer alanlar da tüm üretimlerini, çevre kirliliği, işçi hakları, yüksek ücretler, gecikme ve zaman kaybı gibi engellemelere uğramadan Çin’de yaptırabildiler. Çin yönetiminin sert, tavizsiz tutumu, zaten nüfusun, işsizliğin, yoksulluğun fazlalığı sendikal faaliyetlere müsaade etmiyordu. Uzmanından vasıfsız işçisine kadar çalışanları çok kısa sürede bulup fabrika kurabilme yeteneği Çin ekonomisinin küresel şirketler nezdinde geçerliliğini artırdı. Pek çok küresel şirket üretimini Çin’de yapmaya başladı.

Devletin şiddetten kaçınmayan acımasız tutumu, insanların iş beklentisi gönüllü köleliği kabulüne neden oldu fakat Çin yönetimi küresel şirketlerin “aşırı” kârını reddetti, hem çalışanlarına hem şirketlere kendi belirlediği rakamları verdi. Sonuçta Çin çok sayıdaki ekonomi parametresinde ABD’yi bile geçti. Benzer büyüme Putin Rusyası’nda da gözlendi.

Kendine özgülük

Putin iktidara geldiğinde Rusya’daki etkili ve ünlü oligarkları, burjuvayı kırdı, bazıları sürgüne giderken bazıları kendilerini hapiste buldu. Fakat zannedilmesin ki Putin neoliberal akıntının önüne set çekti; tam tersine küresel şirketlerin Rusya’da yatırımları için her tür desteği sağladı, devlet gücünü kullandı, engelleri kaldırdı. Putin Rusyası, Çin ve Recep Tayyip Erdoğan Türkiyesi’nde dış yatırımlar, özelleştirmeler bizzat devlet garantörlüğünde teşvik edildi.

Putin küreselleşmenin iktisadi boyutunu, kaidelerini aynen Çin gibi yerine getirdi. Tabii bir farkla, Rusya ve Çin iktisaden neoliberal tutum sergilerken siyasi manada aynı paralelliği göstermedi; Türkiye ise 2015 yılına kadar hem ekonomide hem siyasette neoliberal politikaları uyguladı. Fakat Gezi-FETÖ darbeleri-Hendek çatışmaları ile Türkiye neoliberal siyasallığa son verdi.

Rusya, Çin, Türkiye neoliberal doktrine “kendine özgü”lükle “güçlü devlet”, doğu tipi yönetim boyutlarını, meşruiyetini sağladıkları hukuk devleti ilkelerini ekleyerek geçiş yaptı.

Neoliberalizm, küreselleşme sadece ekonomik yönüyle yer bulmuyordu elbette, etnik-dini-mezhep merkezli siyasal talepleri, kültürel kimlikleri, LGBT, feminizm, çevrecilik gibi hassasiyetleri siyasal alana taşımayı da içeriyordu.

ABD hiçbir zaman neoliberal siyasete göz yummadı, Kyoto Protokolü dahil çevreciliği, LGBT haklarının siyasal alandaki etkinliğini kırdı, mülteci, göçmen, dini yönelimlerin kontrolünü her daim sağladı. Benzer tutumlar Putin Rusyası’nda da kendini gösterdi; eşcinselliğe karşı tedbirlerini alan devlet, ayrılıkçı tutumları bastırma bir yana Kırım’ın ilhakından Ukrayna meselesine kadar Doğu İmparatorluğu misyonunu alttan alta işledi. Zaten Çin siyasi hiçbir eğilime hoşgörüde bulunmadı, Doğu Türkistan, Moğolistan, Tibet gibi meselelerde asimilasyona varan sertliklerden geri durmadı.

Üç ülkenin sistemle kavgası

Çin, Rusya ve Türkiye “devlet eliyle neoliberal” ülkeler olarak belirgin iktisadi gelişmeler gösterdi. İktisadi refah aynı zamanda dünya sistemiyle hususen İmparator ABD ile sorun çıkmasına neden oldu. Türkiye ve Rusya siyasi, Çin ekonomik göstergeler nedeniyle dünya sistemi ve ABD ile çatışmaya girdi. Türkiye Ortadoğu meselesi, Filistin sorunu, Irak ve Suriye savaşları ile göçmenler, akabinde Doğu Akdeniz ve Libya konularında direnç sağladı, küresel güçlerle karşı karşıya geldi… Bu da ekonomik ambargo tehditlerini, küresel şirketlerin tavır almalarını getirdi, yaşadığımız süreç bunun devamı.

Çin ise neoliberalizmin kendi kurallarına bağlı döngüye girdi, sorunlar çıkardı. Liberalleşmenin ilk yıllarında, 90’larda emekçi ücretleri yüz doların altındayken 2020’ye girildiğinde bin dolara kadar çıktı. Bu ister istemez küresel şirketlerin maliyetlerini artırdı, Çin tercihlerini de sorgulattı; Çinlilerin refaha ve konfora yatkın tutumları kendi ayaklarına sıkma manasına geliyordu yani…

Sadece küresel şirketlerin yatırımlarına dayalı ekonomi tersinden bağımlılık getirdiği için siyasi sonuçları da tetikledi.

Çin bu kısır döngüyü kırmak amacıyla kendi şirketlerini küreselleştirip dışarı açmaya, yatırım yapmaya, teknoloji yoğun seferberliğe girişti. Yazılım ve cep telefonu sahasındaki kavgalar bu sürecin yansımasıydı. Tabii ücretlerin yükselmesi fakir köylü Çin nüfusunun orta sınıfını genişletti, iç tüketimi artırarak ekonomik durgunluğu aşmaya da çalıştı.

İmparatorlukların ihyası

Ekonomik göstergelerde ABD’yi geçmeye başlayınca elbette Trump Amerikası sert tedbirler almaya başladı; küresel şirketlerini içe kapatmaya, Çin’e ağır gümrük uygulamaya, küresel ticaretin akışını yavaşlatıp hızını düşürmeye yani ticaret savaşlarına yöneldi. Bunda çok kısa sürede başarı da kazandı ABD, Çin anında müspet tepkiler verdi.

Rusya’nın dünya sistemi içindeki yeri iktisadın ötesinde siyasi yönelimleriyle ilgili… Enerji kaynaklarına bağlı ekonomik faaliyetleri bile ABD’yi rahatsız edecek tarzda jeopolitik kurguya sahip.

Putinizm aslen Rusya’nın yeniden tarih sahnesine imparatorluk vasfıyla çıkmasına bağlı. Hem Avrupa hem Asya’da bulunmasının verdiği Avrasya portföyü ile Putinizm Çar ve SSCB İmparatorluk modellerinin dışında yepyeni bir imparatorluk peşinde.

Putin Rusyayı dünya sisteminin içinde tutarak klasik örneklerin ötesinde modern kapitalist ekonomi merkezinde yeni konfederal idari yapılanmaya sahip bir İmparatorluk yapmak istiyor. Putinizm dünya şartları etrafında Rus merkezli düşünceyi, devlet geleneğini, savaşmaya bağlı metodu öne çeker.

Baltık Denizinden Karpatlara ve Pasifiğe kadar geniş Avrasya’da etkinlik gösterecek İmparatorluk, Avrasya Ekonomik ve Uygarlık Birliği Putin’in rüyası… Hristiyan değerleriyle Rus kültürü yeni siyasal perspektifin temelleri olurken en büyük referansı Rusya’nın özgünlüğü, farklı dil-din-etnik kimlikleri içine alan minyatür İmparatorluk ve Avrasya karakteri göstermesi… Aynen Çin ve Türkiye gibi!

Yeni siyasal arayışlar

Her üç ülke de neoliberalizmi esas alan yeni siyasi arayışlar, yeni modeller peşinde.

Çin’deki korona virüsü, büyüme hızının azalması, küresel sermayenin de Çin gibi ucuz işgücünden mahrum kalması dünya sisteminde yeni ve etkili krizleri tetikleyecek.

Çin’in devreye girmesiyle kapitalizm rehabilite olmuş, tıkanıklıktan kurtulmuştu. Şimdi kapitalizmi bir süre kurtaran Çin, Rusya dünya sisteminin başına iktisadi ve siyasi manada sorun olmaya başladı.

Neoliberalizmin kendi kaideleri kendi çelişkisini, tıkanmayı doğuruyor.

İktisadi daralma, küresel şirketlerin pervasız kâr hırsı ulus devletleri sert tedbirlere itmişti; İmparatorluk hevesleri, oligopoller, bölgesel ve küresel yayılma çabaları 2000 öncesindeki küresel serbestiyetin yerini yeryüzünün her noktasında yeni gözetim-denetim-disiplin-korku mekanizmaları imali alıyor.

Beraberinde başta Irak, Suriye, Libya pek çok ülkenin bölünmesini, yeni konfederal birimlerin çıkmasını getirecek.

Çok kutuplu Soğuk Savaş ekonomik çakışmaların yanında siyasi ihtirasların da eşliğinde gelişecek; Brexit sonrası İngiltere, AB ülkeleri de çok kutuplu Soğuk Savaş’a hatta doğu toplumlarının icat ettiği devlet neoliberalizmine eklemlenecek.

İmparator ABD’nin, küresel şirketlerin ve dünya sisteminin esas savaşı bundan sonra başlayacak; farklı imparatorluklar peşindeki kutupları hem ekonomik hem siyasi yapıya eklemleme, entegrasyon çok kanın akmasına, çok devletin parçalanmasına yol açacak.

Bu süreçte devlet neoliberalizmini evvelden uygulamaya başlayan Türkiye de İslam aleminin merkezi, öncüsü kimliğiyle etkinliğini artıracak, çok kutuplu Soğuk Savaş’ta kutuplardan, merkezlerden biri olacak mutlaka… Tabii evvela 2023 eşiğini aşıp ekonomik büyümeyi gerçekleştirebilirse!

@Ercnyldrm1