Türkiye her zaman ulus devlet formunda bir İmparatorluk oldu. El'an Balkanlardan Kafkaslara, Afrika'dan Ortadoğu ve okyanuslara kadar Türkiye yaklaşık on beş ülke ve mıntıkada üsse sahip, devriye atıyor. Artık yerli savunma sanayiini güçlendirdiği gibi ihracat da yapıyor. Bir Ümmet teşekkül ettirip, kutup başı olarak İslam ülkelerinin önüne düşüp büyük bir Müslüman gücü oluşturma potansiyeline sahip tek ülkeyiz.
Ercan Yıldırım/ Yazar
Millet olmak zordur. Millet haline gelmek daha zordur. Uluslar çağında millet hayatını yaşatabilmek daha da zordur. Dünya sisteminin çok parçalı devletler modelini öne çektiği yeni doktrininde millet bağını korumak en zorudur!
Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu dünya sisteminde sosyalist birlikler parçalanmış, yeni ulus devletler ortaya çıkmıştı. Bir taraftan çok yoğun bir küreselleşme hüküm sürerken öte taraftan etnik kimlikler kendilerini uluslaştırıp özerk ve bağımsızlık hülyalarını gerçekleştirmişti.
Dünya sisteminin yeni doktrini
11 Eylül düzeni, Avrupa'da entegrasyonların bitip yabancı-İslam-göçmen düşmanlıklarının başgöstermesi, 2008 kriziyle neoliberalizmin kağşaması, ulus devletlerin küresel şirketlerle çatışması ve Arap Baharı ile beraber bir taraftan tüm dünyada milliyetçilikler, milli bilinç ve kültürler güçlenmeye aynı zamanda da Rusya ve Çin özelindeki gibi imparatorluk, kutup başılık girişimleri yoğunlaşmaya başladı. Libya'da, Mısır'da, Irak, Suriye'de umumiyetle İslam ülkelerinde farklı etnik-mezhep-kültür-din grupları ulus devlet içinde özerkleşme çabasına giriştiler. Buna İspanya, İtalya, Belçika ve Irak'taki özerklik gayretleri, AB modelinin çöküşü, Yalta düzeni kurumlarının çöküşü eklendi.
Ulus devletler mortgage krizinden salgına kadar çok uluslu şirket baskılarına, ekonomik darboğaza, gösterilere ve özerkleşme girişimlerine direnmeye çalıştı. Salgın ulus devletlerin imdadına yetişti, olağanüstü ve istisnanın güvenlik ve düzen kurucu vasfı "güçlü devletler"i şekillendirdi.
Post küreselleşme ve neoliberalizm sonrasında milliyetçilik, güçlü devlet, dünya sisteminin yeni doktrini oldu. Sistem çok kutuplu dünya inşasında İslam ülkeleri ve Ortadoğu'da özerklikleri, etnik-dini-mezhebi ayrılıkları körüklüyor.
Dünya sistemi 1970'ten 2010'lara kadar globalleşmeyi, milliyetsizliği, vatansızlığı, küresel köy modelini, dünya vatandaşlığını modelliyordu şimdi ise milliyetçilikleri, ulusçukları güçlendirerek varolmaya çalışıyor!
Neoliberal dönemde milliyetçi, dini, İslami olanı düşmanlaştırarak hayatiyetini sürdüren dünya sistemi post küreselleşmeyle beraber milliyetçilikleri destekleyerek, ulus devletleri sınırları bakımından olmasa da fay hatlarını kuvvetlendirerek gücünü korumaya çalışıyor.
Millet inşası ve Türk milletinin doğal ideolojisi
Türkiye 1071 sonrasında değişik boy, soy, klanları Türk siyasi kimliği altında toparlarken farklı etnik, mezhep, kültür unsurlarını da İslam ile millet haline getirdi. Millet bu bakımdan her tür ırkî, mezhebî, kültürel yapının İslam ile ontolojik bütünleşmesiyle varolur.
Kalabalığı, topluluğu, farklı boy, soy, mezhep unsurlarını birleştiren, yekvücut haline getiren, onlara yeni bir ben, kimlik, kendilik veren İslam'dır.
Millet, İmparatorluk mekanizmasında başka din, etnik kimlikleri de kendi bünyesine katarak bir büyük topluluk teşekkül ettirmiştir. İmparatorluk mekanizmasında tebaanın tamamını aynı siyasi yapıda buluşturmak "müşterek" fikrini varoluşsal kılmakla mümkün olmuştur; müşterek kader, müşterek gelecek, müşterek çıkar, sağlam devlet yapısıyla dünyanın en büyük birlikteliklerinden, İmparatorluklarından birini şekillendirmiştir.
Türkün otantik ideolojisi birliktir.
Türklerin ontolojik ideolojisi Nizam-ı Alem ve İla'yı Kelimetullah'tır.
Türkler bütünüyle İslam tarafından var edildiği için her zaman başkalarından farklı bir hayatı inşa etmiş, özendirmiş; bir kendilik oluşturmuş, yaptığı her şeyi evrenselleştirmeyi başarmış, her daim cihanşümul düşünme-eyleme yoluna gitmiştir.
Türkler bünyelerine farklı unsur katarak büyümüş, sınır kapılarından içeri aldıkları herkese kendi rengini vermiş, İslamlaştırmış, İmparatorluk evresinde kimsenin etnik, kültürel kimliğini savunmasına gerek bırakmayan bir söylemle herkesi birleştirmiştir.
Birlik, müşterek kader, kendiliğini evrenselleştirme, başkalarını kendine benzetme, millet bağını koruma 1071 sonrası İmparatorluk döneminin aslî vasfı olmuştur. Bu evrede Türkiye'nin Nomosu, ruhu, kodları da şekillenmiş, İslam-Türk-ehli sünnet-gaza ve İslami düzen bu toprakların omurgasını, ontolojisini teşkil etmiştir.
Modernleşme döneminden, hususen Tanzimat'tan ve Kemalist uygulamalardan bu yana Türk siyasal alanı ikiye ayrılır; bir kesim bu Nomosu, düzeni korumanın öteki kesim ise ortadan kaldırmanın, bu topraklara yeni kod yazmanın derdinde. Cumhuriyet tarihi boyunca ülkeyi şekillendiren temel bileşenleri çözmek, kağşatmak için darbelerden siyasi angajmanlara çok farklı usuller geliştirilmiş, bunlar Allah'ın yardımıyla boşa çıkarılmıştır.
Türkiye ulus devlet formunda bir İmparatorluk olduğu için etnik-mezhep-dini-kültürel kimlik bakımından zengindir. Özellikle 12 Eylül'den bu yana hemen tüm fay hatlarına kimi zaman aynı anda enerji yüklemesi yapılarak Türkiye'nin düzeni ayrıştırılmaya çalışılıyor. Tabii en çok da etnik damarlar kaşınıyor. Bu nedenle Türkiye'de siyasetin, siyasal alanın ana söyleminin, paradigmasının birliği tesis edici olması gerekir.
Etnik siyaset, millet siyaseti
Etnik kimlikler, milliyetçilikler, mezhep ve kültürel unsurlar öncelikle kendini düşünür; kendi grup aidiyetinin maddi ve manevi üstünlüğünü korumaya, ele geçirmeye çalışır. Etnik, mezhep, kültür siyaseti yapanlar kendi özerk alanlarını ülkenin ve millet bütünlüğünün önüne yerleştirir, bu da ayrışmaları artırır.
Devlet, siyasal alan vatandaşlarını her bakımdan koruyup gözetirken aynı zamanda onların ihtiyaçlarını karşılamaya da çalışır, çalışmalıdır. Bireysel, topluluk isteklerinin kamusal temsilinin sağlanması devletin asli görevlerindendir. Fakat devlet aynı zamanda herkesin kendi taleplerini siyasallaştırarak bunu ayrıcalık haline getirmesine, üstünlük ve hakimiyet kurmasını sağlayacak güç temerküzüne de engel olur.
Epistemik cemaatlerin, güvenlik-yargı oligarşilerinin, dini-kültürel grupların misyonlarını aşarak devlet mekanizmasını kendi talepleri doğrultusunda yönlendirmesine millet de, devlet de müsaade edemez.
Türkiye'nin modernleşme ve Cumhuriyet sonrasındaki temel problemi farklı yapıların "devleti ele geçirme", "devleti kendi emel ve ülkü"leri etrafında kullanma girişimleri olmuştu. Etnik, ideolojik-kültürel oligarşiler İmparatorluk döneminde teşekkül ettirilen millet bağını kendi özerk alanlarını kurmak, devleti çıkarları için kullanmak için tehlikeye atmaktadır. Devletin unsurların ve bireylerin isteklerini yerine getirme görevi, o taleplerin siyasallaşarak siyasal alanı domine etmesi ve millet hayatının üstüne çıkarmasına dönüşemez. İlki vazife iken ikincisi ayrıcalıktır ki devletin doğası buna uygun değildir.
Türkiye'de şu anda etnik-mezhep-dini-kültürel kimliklerin bariz sorunları yok. AK Parti iktidarının belirli dönem ve aşamalarındaki demokratikleşme uygulamaları grup aidiyetlerine dayalı problemleri büyük oranda vuzuha kavuşturdu. Artık bu kimliklerin temel meselesi hegemonya tesisi...
Ayrıştırıcı değil birleştirici imparatorluk siyaseti
Her grup belirgin bir maddi ve siyasi güce kavuştuğu için kamusal alanda özerkleşme, devlet mekanizmasından, millet hayatından özgürleşme ve muadillerine hegemonya kurma amacı içindeler. Kendi kültürel yapısını başkalarının ve kamunun üstüne çıkarma çabaları İmparatorluk mekanizması, Türkiye'nin Nomosu ve teşekkül ettirilen millet yapısına mugayirdir. Her grup, camia oligarşik bir baskı gücü olmaya yöneldiğinde bütünlük, müştereklik ve kamu düzeni aşınır, bozulur.
Türkiye'nin bu konjonktürde, çok kutuplu dünya sistemi teşekkül ederken Akdeniz-Ortadoğu havzasında "kutup başı" olma ihtimali en yüksek aşamadayken ayrıştırıcı eğilimler yerine birleştirici yönelimlere gitmesi gerekir.
Türkiye her zaman ulus devlet formunda bir İmparatorluk oldu. El'an Balkanlardan Kafkaslara, Afrika'dan Ortadoğu ve okyanuslara kadar Türkiye yaklaşık on beş ülke ve mıntıkada üsse sahip, devriye atıyor. Artık yerli savunma sanayiini güçlendirdiği gibi ihracat da yapıyor.
Bir Ümmet teşekkül ettirip, kutup başı olarak İslam ülkelerinin önüne düşüp büyük bir Müslüman gücü oluşturma potansiyeline sahip tek ülkeyiz.
Dünya sisteminin ulus devletleri, Nomos'larına saldırarak zayıflatma girişimlerine karşı İmparatorluk siyasetiyle cevap vermek Türkiye'nin önündeki tek çıkar yol.
Unsurların özerk düşünmelerine yol verecek eğilimleri beslemek yerine Türkiye'nin "vatan temelli", "İmparatorluk ufuklu" siyaset geliştirmesi, herkesin kendi küçük siyasetine yüz vermeden Hegel'in aufhebung kavramı üzerinden coğrafyaları, engelleri "kapsayarak aşma"sı, bin yıllık misyonu dijital tekno-kültür, çok kutuplu ve post küresel dünya sistemine uyarlaması gerekir.