Türkiye'nin benimsediği ve başarıyla uyguladığı çok vektörlü dış politika, olaylara tepki veren reaktif bir tutumdan çok daha fazlasını ifade eden, geleceği şekillendirmeye odaklı proaktif bir stratejik hamledir. Bu strateji, Türkiye'nin köklü geleneksel ittifaklarını ve dostluklarını reddetmeden, onlara alternatif değil tamamlayıcı olacak yeni işbirliği alanları açma ve küresel sistemdeki güç ve etki boşluklarını yapıcı bir şekilde doldurma gayretidir.
Ahmet Taha Yayman/ Stratejist, Mühendis
"Politikada hiçbir şey kazara olmaz, olduysa öyle planlanmıştır." - Franklin D. Roosevelt
Küresel sistemin, Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu anlardan sıyrılarak yeniden çok kutuplu bir düzene doğru hızla evrilmesiyle birlikte, uluslararası ilişkiler alanındaki yerleşik ve ezbere dayalı paradigmalar da köklü bir dönüşüme uğramaktadır. Bu yeni ve karmaşık denklemde, Türkiye gibi hem tarihi derinliğe hem de dinamik bir potansiyele sahip, köklü devlet geleneğine sahip aktörler, artık mevcut statükoyu pasif bir şekilde takip etmek yerine kendi jeopolitik kodlarını aktif olarak yeniden yazmaktadır. Bu stratejik ve entelektüel arayışın en belirgin ve somut sonucu ise, 21. yüzyılın değişken ruhuna uygun, yeni bir jeopolitik aklın titizlikle inşası olarak nitelendirilebilecek olan "çok vektörlü politika"dır. Bu politika, bir eksen değişikliğinin değil, bir aklın ve vizyonun stratejik bir yansıması olarak öne çıkmaktadır.
"Eksen kayması" değil, "stratejik esneklik"
Türkiye'nin özellikle son yirmi yılda sergilediği proaktif ve çok yönlü dış politika hamlelerini, "eksen kayması" ya da "Batı'dan kopuş" gibi sığ ve yetersiz tanımlamalarla açıklamaya çalışmak, ülkenin sahip olduğu engin potansiyeli ve tarihsel derinliği göz ardı etmektir. Bu tür basitleştirici yaklaşımlar, dünyayı hala Soğuk Savaş'ın katı ikilikleri içinde görme alışkanlığının bir ürünüdür ve günümüzün çok katmanlı gerçekliğini anlamakta aciz kalmaktadır. Türkiye'nin attığı kararlı adımlar, bir bloktan diğerine savrulmayı ifade eden katı bir eksen değişikliğinden ziyade, tam tersine, çok boyutlu bir "stratejik esneklik" ve çağın gerektirdiği bir "esnek dengeleme" (flexible balancing) stratejisini yansıtmaktadır. Bu incelikli yaklaşım, Türkiye'nin Batı dünyası ve geleneksel müttefikleriyle olan köklü bağlarını muhafaza ederken; aynı anda Rusya, Çin gibi küresel güçlerle, Afrika ve Latin Amerika gibi yeni işbirliği ufuklarıyla ve köklerinin dayandığı Türk Devletleri Teşkilatı gibi farklı coğrafyalarla ilişkilerini eş zamanlı olarak ve kendi çıkarları doğrultusunda geliştirmeyi içermektedir. İşte bu çok boyutlu ve proaktif diplomasi, Türkiye'ye uluslararası arenada paha biçilmez bir "manevra alanı" sağlamakta ve en önemlisi, ulusal güvenliğini tek bir bloğun ya da ittifakın değişken dinamiklerine ve keyfiyetine bağımlı kalmaktan kurtarmaktadır.
Sahada belirleyici faktör: "Bölgesel kıdemli aktör" Türkiye
Türkiye'nin uluslararası politikadaki yeni konumu, artık sadece akademik metinlerde veya diplomatik salonlarda ele alınan teorik bir tartışma konusu olmaktan çıkmıştır. Ülke, kendi kaderini tayin etme gücünü sahada somut eylemlerle ortaya koyarak bu teorik çerçeveleri aşmıştır. Özellikle yakın coğrafyasındaki Libya, Karabağ, Suriye, Doğu Akdeniz gibi kritik kriz bölgelerinde ve Rusya-Ukrayna Savaşı ile Gazze'deki insani trajedide üstlendiği hem belirleyici hem de uzlaştırıcı aktör rolünü pratikte başarıyla icra etmektedir. Bu roller, Türkiye'nin sadece askeri veya siyasi bir güç olarak değil, aynı zamanda diplomasiyi ve barışı önceleyen bir denge unsuru olarak da ne denli önemli olduğunu kanıtlamıştır. Sahadaki bu somut gerçeklik, bize fiilen değişen ve artık "bölgesel kıdemli aktör" (senior regional actor) statüsüne yükselen, olayların gidişatını etkileyebilen bir Türkiye'yi net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bu köklü dönüşümün ardında, hiç şüphesiz, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki son yirmi yıllık istikrarlı ve vizyoner yönetim anlayışı ve bu süreçte Türkiye'nin kendini küresel ölçekte bir aktör olarak yeniden markalaştırması yatmaktadır. Bu markalaşma sürecinin temelinde ise, yerlilik ve millilik oranı rekor seviyelere ulaşan bir savunma sanayisini sıfırdan inşa etmiş, ekonomisini zorluklara rağmen büyütmüş ve artık sadece bölgesel değil, küresel ölçekte politikalar belirleyen bir Türkiye vizyonu bulunmaktadır. Bu somut başarılarla desteklenen vizyonu hayata geçirebilmiş bir siyasi irade, şimdi de hedefini "Türkiye Yüzyılı" olarak belirleyerek gözünü Cumhuriyet'in yeni yüzyılına ve ötesine dikmiştir. Sonuç olarak, artık karşımızda, kendisine biçilen bölgesel aktör tanımının içini doldurmakla yetinmeyen, bu tanımı bizzat yeniden şekillendiren ve oyun kuran bir Türkiye gerçeği vardır.
Çok kutuplu dünyada bir mecburiyet: Asimetrik denge
Sürekli değişen ve güç merkezlerinin çeşitlendiği çok kutuplulaşan bir dünyada, bölgesel asimetriler ve güç dengesizlikleri, artık Türkiye gibi çok yönlü, esnek ve dengeli politikaları eş zamanlı olarak yürütebilen yetenekli aktörler tarafından yeniden şekillendirilmektedir. Bu yeni jeopolitik gerçeklik, Türkiye'nin çok vektörlü dış politikasını bir tercihten öte bir zorunluluk haline getirmektedir. Ancak bu durum, Türkiye'nin dış politikasını bir zorunluluklar ve kısıtlamalar silsilesi olmaktan çıkarmakta, tam aksine onu stratejik fırsatlar ve diplomatik kazanımlar alanına taşımaktadır. Türkiye, bu dinamik süreçte, bölgesel aktör tanımının gerekliliklerini yerine getirmekte zorlanmamakta, daha da ileri giderek bu tanımın sınırlarını ve içeriğini bizzat yeniden belirlemektedir. Benimsenen bu proaktif ve özgüvenli yaklaşım, yalnızca Türkiye'nin kendi ulusal çıkarlarının en üst düzeyde korunmasına hizmet etmekle kalmamakta, aynı zamanda bulunduğu coğrafyada ve ötesinde bölgesel ve küresel istikrara da somut katkılar sunmaktadır.
Yeni yüzyılın kodları: Uluslararası hukukun ötesi ve "adalet" talebi
Türkiye'nin izlediği çok vektörlü dış politikanın özgünlüğü, onun salt reelpolitik güç dengelerine veya askeri-ekonomik kapasiteye dayanmamasından kaynaklanmaktadır; bu politika, aynı zamanda mevcut uluslararası hukukun statik, adaletsiz ve çift standartlı kalıplarını cesurca sorgulayan derin bir adalet arayışından da beslenmektedir. Mevcut küresel sistemdeki yapısal sorunlar ve adaletsizlikler, ne yazık ki bazı güçlü ülkelerin uluslararası hukuku hiçe sayan fiillerini meşrulaştırırken, dünyanın dört bir yanındaki mağduriyetleri ve krizleri daha da derinleştiren bir ortam yaratmaktadır. İşte Türkiye, tam da bu noktada, sadece kendi meşru ulusal çıkarlarını savunmakla yetinmemekte, aynı zamanda küresel ölçekte haksızlığa ve zulme uğramış tüm toplumların ve toplulukların sesi olma gibi onurlu bir misyonu da üstlenmektedir. Bu ahlaki duruş, Türkiye'nin "Büyük ve Güçlü Türkiye" idealinin, sadece bir güç projeksiyonu olmadığını, aynı zamanda tüm insanlık için daha "adil bir dünya" talebiyle nasıl iç içe geçtiğini ve bütünleştiğini de açıkça göstermektedir.
Meyve veren proaktif politikalar
Netice itibarıyla, Türkiye'nin benimsediği ve başarıyla uyguladığı çok vektörlü dış politika, olaylara tepki veren reaktif bir tutumdan çok daha fazlasını ifade eden, geleceği şekillendirmeye odaklı proaktif bir stratejik hamledir. Bu strateji, Türkiye'nin köklü geleneksel ittifaklarını ve dostluklarını reddetmeden, onlara alternatif değil tamamlayıcı olacak yeni işbirliği alanları açma ve küresel sistemdeki güç ve etki boşluklarını yapıcı bir şekilde doldurma gayretidir. Yapılan öngörüler, önümüzdeki on yıl içinde bu stratejik rotanın daralmak bir yana, daha da genişleyerek süreceğini ve bu çok vektörlü denge politikasının, tıpkı verimli bir toprağa özenle ekilmiş fidanlarla dolu bir meyve bahçesi gibi, her geçen yıl daha olgun ve yeni meyveler vereceğini göstermektedir. Bu sabırlı ve stratejik çabanın sonunda elde edilecek kazanımlar, yalnızca Türkiye'nin kendi bekası ve refahı için değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel barış adına da kritik ve vazgeçilmez bir rol oynamasına zemin hazırlayacaktır. Böylece hem iç dinamiklerin hem de dış faktörlerin bütüncül bir tahlili, tüm işaretlerin Türkiye'nin vaktinin geldiğini ve "Türkiye Yüzyılı" vizyonunun sağlam temeller üzerinde yükseldiğini göstermektedir.