Çöküşün estetiği: Putinizm

Cengiz Sözübek / Araştırmacı - Yazar
5.12.2015

Putin, 2009’dan bu yana genişlemeyen NATO’ya, Rusya tehdidiyle kendini güvende hissetmeyen Karadağ, Gürcistan, Makedonya, Azerbaycan, Bosna-Hersek gibi ülkeleri de içine alarak genişleme fırsatı verdi. Aynı Soğuk Savaş politikasını Doğu Akdeniz’e yerleşme hayaliyle bodoslama girdiği Ortadoğu’da da devam ettirerek, NATO’yu yeniden diriltmeyi başardı.


Çöküşün estetiği: Putinizm

“Moskova Petro’nun kenti, İstanbul Konstantin’in. İşte Rus İmparatorluğu’nun iki başkenti. Fakat bunların sınırları nerededir? Nil’den Çin’e, Volga’dan Fırat’a, Ganj’dan Tuna’ya... Bu imparatorluğun sonu olmayacaktır. Tıpkı Daniel’in önceden dediği gibi, tıpkı Ruh’un bildirdiği gibi... Ayasofya’nın eski kubbeleri dirilen Bizans’ta İsa için yeni bir kilise mihrabı saklıyorlar. Sen secde et Rusya’nın Çarı! Başını secdeden kaldırdığında kendini bütün Slavların çarı olmuş göreceksin.” (Fyodor Tyutçev)

Hamburg’daki tarihi Şövalyeler Salonunda Estonya Cumhurbaşkanı Lennart Meri’nin konuşmasındaki sessizlik, Rusya’yı istilacı olarak suçlamasıyla birlikte salonu sert adımlarla terk eden bir KGB ajanının ayak sesleriyle bozulmuştu. Estonya’yı Nazi Almanyası’ndan Stalin’in kurtardığını düşünen ve 90’lı yılların başlarında Baltık ülkelerinde görevli olan bu KGB görevlisi, genç bir lise öğrencisiyken KGB binasının kapısındaki görevliye “burada çalışabilmek için hangi bölümü okumalıyım?” diye soran Vladimir Putin’di.

Sovyetler kısmen kansız bir şekilde yıkılmış, Rusya devleti mahcup bir şekilde “her şey” bitti diyebilmişti. Yetmiş beş yıl saklanan ve Gorbaçov’la birlikte kapağı açılan Sovyet/Rusya konservesi, (sarhoş) Yeltsin’in Rusya devletini küresel finans kapitalle bağlantılı Yahudi oligarklara tamamen teslim etmesiyle birlikte varlık ve beka sorunu yaşamaya başlamıştı. Rusya’yı bir yılbaşı gecesi Yeltsin’in elinden aldığını duyuran Putin, oligarkların ellerindeki tüm varlıkları eski meslektaşları üzerinden adeta devletleştirmişti. Çeçenistan savaşının da bir şekilde bitirilmesiyle Rusya halkı kâbus dolu Yeltsin günlerini geride bırakırken, Rusya Putin-izm simgesiyle yeniden tarih sahnesine çıkıyordu.

Rusya’nın kırılan gururu, Sovyetlerden miras kalan emri vaki politikalarına sert mizacını da ekleyen Putin’le okşanmaya başlanmıştı. Uzlaşarak bölüşmeyi değil mafya usulüyle bölüşerek uzlaşmayı seçmek Rusya devletinin genlerine işleyen bir soğuk savaş taktiğiydi. Türkiye’nin hava sahasını ısrarla ihlal etmek bu pervasızlığın tezahürü oldu, sonrasındaki hırçınlık ise elindeki en büyük kozu olan bu sert diplomasi politikasının efsunu kalmamasından kaynaklanıyordu.

Rusya’nın gaz uykusu

1970’lerin başında yükselmeye başlayan ham petrol fiyatları, 1979 İran devriminin de çarpan etkisiyle birlikte tavan yaparak 10 katı kadar artmış; petrol gelirleriyle kasasını dolduran Sovyetler’i de, aslında çöküşünü hızlandıracak olan Afganistan Bataklığı için cesaretlendirmişti. 1980’lerin ortalarından 90’ların ortalarına kadar devam eden ham petrol fiyatlarındaki düşüş eğilimi, Sovyetlerin çatırtılarından ekonomisi iflas etmiş ve yönetemedikleri devleti oligarklara teslim eden Yeltsinli Rusya’yla sonuçlanmıştı.

Rusya Soğuk Savaş boyunca küresel düzendeki yerini silah ve enerji endüstrisindeki gücünü kaldıraç olarak kullanarak belirlemişti. Putin’le birlikte girilen toparlanma sürecinde, Rusya ekonomisi oligarkların elinden alınıyordu ama gaz ve petrol gelirlerine güvenilerek üretimin ihmal edildiği gaz uykusunun getirdiği rehavet devam ediyordu.

Rusya’nın bütçe gelirlerinin yaklaşık yarısı ve ihracatının yaklaşık yüzde 70’i petrol ve gaz gelirlerinden oluştuğuna göre, Rusya’nın dış politikası da bu avantajı devam ettirmeye olmalıydı. Rusya için Soğuk Savaş sarmalı da böylece yeniden başlamıştı.

Eş zamanlı olarak gelişen petrol fiyatlarının düşmesi ve Ukrayna kriziyle başlayan ambargo ile Rusya ekonomisi ciddi sorunlar yaşamaya başladı. Son iki yılda Rusya Merkez Bankası rezervleri 500 milyar Dolar’dan yaklaşık 350 milyar Dolar’a geriledi, aynı dönemde Rublenin değeri yarı yarıya düştü. Birkaç cephede savaşmaya devam ederse üretim ve hizmet ekonomisi altyapısı olmayan Rusya ekonomisi daha da kötüye gidecek.

Rusya enerji güvenliğini, kendisine alternatif olabilecek enerji kaynaklarını önleme ve enerji piyasası fiyatlarını yükseltecek dozda bir küresel gerginliği destekleyerek sürdürdü. İran’ın Viyana’daki nükleer müzakerelerindeki en isteksiz ülkenin Rusya olması şaşırtıcı olmamıştı. Rusya Başbakan Yardımcısı Dmitry Rogozin’in NATO Rusya temsilcisi olduğu dönemde gazetecilerin “petrol fiyatlarını arttırmak için İran’la birlikte bilerek gerginlik çıkartıyorsunuz” sorusuna vereceği anlamlı bir cevap yoktu. Petrol fiyatlarının yarı yarıya düşmesiyle, bütçesinin neredeyse yarısını petrol ve doğal gaz gelirlerine bağlayan Rusya için tarih tekerrür etmişti.

Putin NATO’yu canlandırdı

Rusya’nın Soğuk Savaş düşlerinin ikinci ayağını, enerji politikasını da güvenceye almak için NATO’yla oynadığı askeri satranç oluşturdu. Sovyetlerin çökmesiyle amaçsız kalan NATO’yu adeta kazdığı bölgesel hendeklerle tahrik ederek yeniden diriltti. NATO’nun güneydoğu kanat sorunu Rusya’nın da dahil olmasıyla, Doğu Akdeniz enerji mücadelesi ve Suriye İç Savaşını da içine aldı.

Kafkaslar’da yaptığı askeri hamlelerle Hazar enerji havzasını Avrupa’ya kapatmayı hesaplarken, Bakü-Tiflis-Ceyhan ile Azerbaycan ve Gürcistan’ı Trans-Atlantik bloğuna kaptıracağı sürecin önünü açtı. 2009’dan bu yana genişlemeyen NATO’ya, Rusya tehdidiyle kendini güvende hissetmeyen Karadağ, Gürcistan, Makedonya, Azerbaycan, Bosna-Hersek gibi ülkeleri de içine alarak genişlemesine fırsat verdi. Aynı Soğuk Savaş politikasını Doğu Akdeniz’e yerleşme hayaliyle bodoslama girdiği Ortadoğu’da da devam ettirerek, NATO’yu yeniden diriltmeyi başardı.

Türkiye’nin Bakü-Adana, Erbil-Musul-Halep-Kıbrıs hatlarında açacağı koridorlar Rusya’ya enerji bağımlılığını ortadan kaldırabilecek potansiyelde. Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi ve Doğu Akdeniz üzerinden sıcak denizlere inme politikası, Hazar-Irak’ın kuzeyi, Suriye’nin kuzeyi ve Doğu Akdeniz havzasındaki enerji savaşında yer almak istemesiyle açıklanabilir.

Rusya Suriye’nin Akdeniz sahillerini oluşturan Tartus-Lazkiye hattındaki askeri üslerini genişleterek (ve nihayetinde Esedli bir “Alevi Devleti”nin hamisi olarak) Doğu Akdeniz’de henüz keşif aşamasında olan enerji rezervlerine ortak olmayı hesaplıyor. Barzani petrollerini Akdeniz’e taşıyacak koridor için, bir ucunda PYD’yi himaye ederek ona alan açarken diğer ucunda ise Türkmen bölgelerini bombalayarak Hatay’ın güneyindeki varlığını kuzey doğuya da kaydırarak koridoru sağlama almayı planladı. Rusya bu emri vaki politikasıyla, kendisi dışındaki bir gücün Aziz-Cerablus hattında kara harekatı yapması durumunda pazarlık yapabileceğini düşündü.

Fuat Avni’den medet ummak!

Rusya’nın bu kararının psikolojik arka planını, Putin’in Batı kamuoyunda yaratılan diktatör/mafya imajına karşı IŞİD’le savaşın (üstelik de birkaç ay önce yine aynı şekilde parlatılan PYD’yi de yanına alarak) öncüsü bir Rusya imajı oluşturmak istemesi şeklinde okuyabiliriz. NATO’nun tam da yapmak istediği şeyi yaparak hem teröre karşı savaşan lider ülke olabilmek hem de Fransa başta olmak üzere NATO’da farklı dengeleri harekete geçirerek NATO’da anlaşmazlık çıkartmak isteyen Rusya, tam tersine NATO’yu büyük ölçüde tahkim ettiği gibi Türkiye’yle uzun yıllardır kurduğu stratejik ittifakı da bitirme noktasına getirdi.

Türkiye’den domates almayarak hormonlu domatese muhtaç olmasıyla belki ölmeyecek ama 2040’larda kendi ülkesinde de çoğunluk olacağı tahmin edilen İslâm dini mensuplarının tüm dünyadaki kahır ekseriyetini karşısına alma pahasına hormonlu Şiî Hilâli’nin kayıp jeopolitiğine teslim olmaya devam ederse yaşaması da zor olacak. Ekonomik ve siyasi olarak dünyaya açılacak yeni İran’ı da kaybetmesi güçlü bir ihtimal olduğundan, tam da İran’ın Batı ile uzlaşmasının akabinde Rusya’yı Suriye’de vekili İran’ın yerine “asaleten” gördük.

Rusya o kadar kaybedenlerden oldu ki, Türkiye’ye karşı hıncını Fuatavni sanrılarından almaya çalışarak veya Dilipak’ın twitter anketinden medet umarak komik duruma düştü. Tarihe, akla ve zamanın ruhuna aykırı duruşunu sadece küresel boyutta yapmadı; Türkiye’de de, kaybeden ve kaybetmeye mahkûm olan çevrelerle aynı dili konuşarak ancak onlar kadar anlamlı olabildi.

Türkler uzun yıllardır tarih sahnesinde yer almamanın trajedisini yaşıyorlar, Ruslar da hiç hak etmedikleri halde Soğuk Savaş’ta tarih sahnesine çıkarılmış olmanın trajedisini yaşıyor olmalılar.

Bu akıl tutulması sadece Rus şair F. Tyutçev’in “Rusya akılla anlaşılamaz” dizesiyle anlaşılamaz. Zaten Rus halkının bir kesimi dışında “Rusya’ya inanan” da kalmadı...

[email protected]