Covid-19 BM'yi sınıyor mu sallıyor mu?

Prof. Dr. Orhan Özçatalbaş / Akdeniz Üniversitesi
12.06.2020

FAO, 2000-2015 döneminde “Aşırı yoksulluğun ve açlığın yok edilmesini”ni ilk hedef olarak belirlemesine rağmen bu süreci inşa edememiştir. Artan nüfus, küresel ısınma ve pandemi gibi sorunlar dikkate alındığında, veriler 2015-2030 döneminde de FAO'nun bu temel insanlık sorununun çözümünde başarısız olacağını göstermektedir. Salgının getirdiği şartlar BM Dünya Sağlık Örgütü ile Dünya Gıda ve Tarım Örgütü'nün ortak çalışmasını zorunlu kılmaktadır.


Covid-19 BM'yi sınıyor mu sallıyor mu?

Yaşamakta olduğumuz küresel salgın döneminde Covid-19’un etkileri üzerine konuyla ilgili özellikle sağlık alanı dışında ilk yazıları kaleme almış olmak önemliydi. Süreç devam ediyor ve hemen bitmeyeceği açık görünüyor. İlk olarak Mart 2020 tarihinde yazmaya başladığımız Covid-19 süreciyle ilgili konular, dün BM Genel Sekreteri Sayın Antonio Guterres’in açıklamasıyla bir bakıma bizi haklı çıkarıyor. Guterres “Gıda sistemlerimiz çöküyor ve Covid-19 salgını durumu daha da kötüleştiriyor. 7,8 milyar olan dünya nüfusunu besleyecek kadar gıda bulunmasına rağmen, yeni tip koronavirüs salgınının küresel gıda güvenliğini tehdit etmektedir, dünya genelinde 820 milyondan fazla kişinin açlık çekerken her beş çocuktan biri yetersiz beslenme yüzünden büyüme geriliği yaşamaktadır. Küresel salgın nedeniyle 49 milyon kişi daha aşırı yoksulluğa düşebilir. Gıda güvenilirliği olmayan insanların sayısı hızla artacak” şeklinde görüşlerini açıklıyor.

Covid-19 salgınına karşı en başarılı mücadele örneği veren ülkelerin başında gelen Türkiye’nin ortaya koyduğu başarı ve vizyonun BM’de nasıl etki yapacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Burada Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tarihe geçen ”Dünya 5’ten büyüktür” veciz sözünün gereğinin ilk somut örneği olarak sağlık ve gıda konusunda (en kısa sürede küresel açlık ve yoksulluğun kaldırılarak) hayat bulmasını diliyorum.

İki hayati sektör

Son birkaç aydan beri küresel ölçekte koronavirüsün yıkıcı etkisiyle insan sağlığı ve sağlık sektörü en önemli konu olarak öne çıkıyor. Bununla birlikte insan yaşamı için “olmazsa olmaz” olan tarım ve gıda ürünleri üretim ve tedarik sektörü de önem düzeyi bakımından neredeyse sağlık sektörüyle birlikte ilk sıralarda yer alıyor. Esasen bu iki sektör dünden bugüne insan sağlığı ve yaşamın sürdürülebilirliği bakımından hep ilk iki sıradaydı. Ancak pandeminin hızla tüm ülkeleri etkilemesi gündemin merkezine önce insan sağlığı konusunu ve sonra insan beslenmesi konusunu yani tarımı oturttu. Öncelikle mutlulukla belirtmek gerekiyor ki; Türkiye 2017 yılında geçtiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin getirdiği etkili yönetim, hızlı karar alma ve uygulama kabiliyetiyle birlikte gelişmiş sağlık altyapısı ve tarımsal üretimdeki gücünün de etkisiyle, her iki alanda da çok hızlı ve kararlılıkla davranarak, gelişmiş pek çok ülkede yaşanan kriz ve kaos ortamının oluşmasına meydan vermeden Covid-19 sürecinde başarılı bir sınav verdi, vermeye devam ediyor.

Küresel düzeyde ise durum Türkiye’den farklı. Gelişmiş ülkeler kategorisindeki ülkeler de dahil olmak üzere küresel salgın mücadelesinde yazık ki pek çok ülke söz konusu sınavda başarısız oldu. Öyle ki, bu ülkelerde özellikle sağlık sektöründeki yetersizliğinin etkisiyle insan onuruna yakışmayan görüntüler ortaya çıktı ve solunum cihazlarına bağlanamayan insanlar koridorlarda, bahçelerde, yaşlı bakımevlerinde hayatlarını kaybettiler. Bu durum söze konu ülkelerin bir bakıma kriz yönetimindeki başarısızlıklarını da ortaya koydu.

DSÖ mercek altında

Covid-19 sürecinde Birleşmiş Milletler Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ/WHO) en çok tartışılan küresel inisiyatif olarak öne çıkmış bulunuyor. Bu kapsamda en önemli eleştiri örgütün toplam bütçesinin yüzde 15’ini karşılayan Amerika Birleşik Devletleri’nden geliyor. Salgının önemini tam anlamıyla algılayamayıp dünyayı zamanında harekete geçirmediği ve salgına karşı mücadelede başarısız olduğu gerekçesiyle DSÖ, başta ABD olmak üzere çeşitli ülkeler tarafından büyük eleştirilere tabi tutuluyor. Hatta ABD ilk tepki olarak Covid-19 salgınıyla ilgili olarak DSÖ’nün salgına müdahale etmekte geciktiği, salgının küresel bir tehdit olduğunu zamanında saptayıp duyuramadığı, önlem almadığı ve yetersiz yönetim ortaya koyduğu gerekçesiyle örgüte yapılan desteği dondurduğunu açıklamış ve reform yapılmaması halinde DSÖ’nün Amerika Birleşik Devletleri’nden asla maddi destek alamayabileceğini belirtmişti. 30 Mayıs 2020 tarihinde ise Amerika DSÖ ile ilişkilerini sonlandırdığını açıklayarak konuyu ciddi bir noktaya getirmiş oldu. Bu durum kesin olarak küresel sağlık sisteminde bir kırılmaya yol açmış bulunuyor ve öyle ki bu gelişme bir bakıma kriz içinde kriz yaşanmasına yol açmış görünüyor.

Covid-19’un sağlıktan sonra ikinci önemli gündem maddesi olan tarım ve gıda sektöründeki durum doğrudan BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ile dolayısıyla BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ile ilgilidir. FAO, Covid-19 salgınının gıda ve tarım üzerindeki etkisini; “Salgının küresel gıda sistemlerini etkilemekte olması bölgesel tarımsal değer zincirlerinde sorunlar ortaya çıkarmakta ve bu durum gıda güvenliği için risk oluşturmaktadır” şeklinde açıklamaktadır. Bu durum; Covid-19 sürecinde ve sonrasında da FAO’nun üretimdeki somut etkisini daha güçlü olarak yansıtması gerektiğini gösteriyor. FAO’nun küresel misyonunda (SDGs) ilk iki sırada yer alan “Yoksulluğun sona erdirilmesi(No poverty)” ve “Sıfır Açlık(Zero Hunger)” hedeflerini öne çıkarmaktadır. Buna göre “dünya genelindeki açlık çeken 841 milyon insanın doyurulması” ve bununla birlikte üretim sürecinde yer alan üreticilerin “balık tutmayı öğrenmesini sağlamak” sürdürülebilir gıda arzı için büyük önem taşımaktadır ve bu işlev yaşamsal bir sorun ve sorumluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bu amaçla FAO’nun daha güçlü ve çok daha etkili yöntemler geliştirmesi gerektiğini söylemek gerekir. Bu yönüyle ilk bakışta doğrudan üretimi artırmak, maliyeti düşürmek ve üretilen ürünlerde kaliteyi yükseltecek çalışmalar yapmak yönünde etkili bir anlayışın benimsemesinin uygun olacağı söylenebilir. Eylül 2000 tarihinde BM sekiz maddeden oluşan Binyıl Kalkınma Hedeflerini açıklamıştır. İlk hedef olarak “Aşırı yoksulluğun ve açlığın yok edilmesi” konusunu belirtmiştir. Diğer yedi hedef ise; ilköğretimin sağlanması, cinsiyet eşitliği ve kadınların güçlendirilmesi, çocuk ölüm oranlarının azaltılması, anne sağlığının iyileştirilmesi, HIV, sıtma ve diğer hastalıklarla mücadele, çevresel sürdürülebilirlik, kalkınma için küresel iş birliğinin geliştirilmesidir. Durum böyleyken 2015 yılında kalkınma hedefleri çeşitlendirerek hedef sayısı 17’ye çıkarılmış ve “yoksulluğun ve açlığın sonlandırılması” iki farklı hedef olarak yer almıştır.

Açlık sorunu

Buna göre aslında Binyıl Hedefleri’nde tek maddede yer alan açlık ve yoksullukla mücadele sorunu, 2015 yılında revize edilen hedefler çerçevesinde iki farklı madde olarak ele alınmıştır. Burada 2015 yılında yapılan yeni düzenlemeyle her ne kadar her bir hedef Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi için büyük önem taşıyor olsa da insanlık için temel bir sorun olan “açlık sorunu” 17 maddeden biri haline gelmiştir. FAO’nun tabii ki “yaşanabilir şehirler, yenilenebilir enerji, toplumsal cinsiyet eşitliği, çocuk işçiler ve herkese adil iş” gibi 16 hedefte yer alan konular üzerinde durması çok önemlidir. Ancak bir bilim insanı olarak bize göre esas olan; FAO’nun başarısını ya da başarısızlığını ortaya koyacak ilk parametre açlığın sonlandırılması yönünde elde ettiği sonuçlardır. Öyle ki, temel insanlık hakkı olan ‘yaşama hakkı’nı sağlamadan diğer alanlarda elde edilecek gelişmeler, insanlık vicdanında açık bir yara olarak acı vermeye devam edecektir.

Bu çerçevede FAO 2000-2015 döneminde “Aşırı yoksulluğun ve açlığın yok edilmesini (yarıya düşürülmesini)“ilk hedef olarak belirlemesine rağmen yerküredeki hiçbir insanın aç olmadığı” bir süreci inşa edememiştir. Artan nüfus, küresel ısınma ve pandemi gibi sorunlar dikkate alındığında, veriler 2015-2030 döneminde de FAO’nun açlığın sonlandırılması hedefine ulaşamayacağını ve dolayısıyla bu temel insanlık sorununun çözümünde başarısız olacağını göstermektedir. Buna göre; bir bakıma BM’nin ortaya koyduğu Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerindeki başarının açlıkla sınandığını söylemek gerekiyor. Bunun için daha çok yol alınması gerektiği açık. Ancak açlık bir insanlık onuru sorunudur ve “hemen” çözümlenmesi gerekmektedir. Bu çerçevede önümüzdeki süreçte FAO mevcut işlevlerine ek olarak özellikle gıda arzı yetersizliğiyle ve açlıkla karşı karşıya olan bölgelerde güçlü bir uygulayıcı haline gelmek yönünde çalışmalıdır ve bu amaca hizmet edecek bir politika benimsemesi doğru olacaktır. Burada özellikle yerel imkanlar yanında Türkiye gibi tarım uygulamalarında teknik kapasitesi yüksek nitelikli uygulayıcı ülkelerden de teknik yardım alması söz konusu olabilir.

Mutlak çözüm

BM “mutlak çözüm” getirecek önlem ve yaptırımları WHO ve FAO gibi organizasyonlarıyla devreye almak ve kararlılıkla süreci “olumlu sonuç” alıncaya kadar “yeni normalin şartlarını tanımlamaktan çok insanlığı “eski normalle” buluşturmak üzere çalışmak durumundadır. O halde salgının getirdiği şartlar BM Dünya Sağlık Örgütü ile Dünya Gıda ve Tarım Örgütü’nün ortak çalışmasını bir bakıma zorunlu kılmaktadır. Bu sürecin insanlığın geleceği için hızla inşa edilmesi için yukarıda belirttiğimiz gibi dünya ölçeğinde en fazla insani (ve kalkınma) yardım yapan ülke olması yanında nitelikli beşeri kaynak ve kurumlarının bulunması nedeniyle, Türkiye’nin süreci olumlu etkileyecek rolünden, yetkinliğinden, insani yardım alanındaki dünya liderliğinden ve kalkınma alanındaki küresel birikiminden yararlanmak BM’in ve dolayısıyla insanlığın kazancı olacaktır.

[email protected]