Covid-19: Yeni normal, yeni politik, yeni kimlik

Dr. Nevzat Çelik / Paris
17.07.2020

Ekonomik sıkıntıların toplumlarda farklı grupları ve göçmenleri hedef aldığı gözlemlenmiştir. Covid-19 sonrası artması beklenen işsizlik ve ekonomik durağanlığın Avrupa'da milliyetçiliği, bunun da kimlik problemlerini artıracağı olasılığı güçlenmektedir.


Covid-19: Yeni normal, yeni politik, yeni kimlik

Covid-19 pandemi salgını Avrupa’da birçok gelişmiş devletin sağlık hizmetleri konusunda sınıfta kaldığını gösterdi. Aslında bu pandemi Batı ülkelerinde uzun yıllardır hissedilen ve dile getirilen kötü sağlık hizmetlerinin durumunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyması açısından da bir mihenk taşı oldu. Başta İtalya, İspanya, İngiltere, Fransa ve Amerika gibi ülkeler hem hastane hem yoğun bakım üniteleri hem de ventilator gibi solunum cihazlarının eksikliği karşısında büyük kayıplar vermeye başladı. Bazı ülkelerin sağlık çalışanlarına maske dahi bulamaması gelişmiş ülkelerin bir pandemi krizinde ne kadar savunmasız kaldığını da gözler önüne serdi. Pandeminin ortaya koyduğu sağlık krizi yaşanırken Post Covid-19 sonrası için Birleşmiş Milletler Genel sekreteri António Guterres’in oluşması muhtemel ekonomik durağanlığı “belki de yakın tarihte bir benzerinin olmadığı” vurgusu yapması ekonomi alanında oluşabilecek vehameti de ortaya koymaktadır.1

Yıkıcı ekonomik etki

Şu an bu virüsün oluşturduğu krizin Avrupa kıtasında ne kadar devam edeceğini kestirmek zor olsa da bunun çok yıpratıcı bir ekonomik etkisi olacağı şimdiden tahmin edilmeye başlandı. Dünyanın en büyük ekonomik çarkı olması nedeniyle Amerika’da artan hızlı işsizlik oranlarının milyonları bulacağı, İtalya, Fransa, İspanya, İngiltere ve Almanya gibi Avrupa ekonomilerinde büyük daralmaların yaşanacağı ve bu durumun işsizlikle birlikte sosyal sorunları artıracağı öngörülüyor. 2008 global finansal krizinde uygulandığı gibi, hükümetler bu ekonomik daralma belirtilerine karşı ilk etapta merkez bankalarının eliyle para basarak ekonomiye kredi enjekte etmeye başladı. Orta ve doğu Avrupa’daki AB’nin dışında kalan hemen hemen bütün ülkeler ise Rusya ve Türkiye hariç kredi için IMF’ye başvurdu. Sosyo ekonomik anlamda her 2 ülkede panik alımlar arttı ve bazı ürünlerde arz sıkıntısı olacağı endişesi oluştu. Büyük firmaların malları stoklama düşüncesi veya ithalata bağlı gıda politikaları, ülke yönetimlerini tarımsal ve hayvansal ürünlerde kendi kendine yeterlilik uygulamalarına itti.

Bugün Avrupa ve Amerika dahil gelişmiş ülkeler Covid-19 salgınının ortaya çıkardığı krizi yönetmekte zorlanıyor. Bu ülkelerde hiç tahmin edilemeyen sayıda vaka ve ölüm meydana geliyor. Dışarıdan bakıldığında bu devasa ekonomilere sahip ülkeler, neden vatandaşlarına bu pandemide yeterince sağlık hizmeti veremediğini veya bu kriz ile beklenenden daha kötü bir sınav verdiğini anlamakta zorluk çekebilir. Aslında bu durum 20 yıldır artarak devam eden ve ünlü ekonomist Thomas Piketty’nin de akademik olarak ortaya koyduğu gelişmiş ülkelerde giderek artan gelir ve servet adaletsizliğinin ve uçurumunun bir sonucu ve yansımasıdır.

Avrupa, II. Dünya savaşı sonrası Alman ırkçılığının oluşturduğu yıkım sonrası faşist rejimlere karşı ortak bir ses oluşturmuş ve bundan bir ders çıkarmıştı. Bu ders ırkçılık yerine insani değerlerin öne çıkarılması ve tüm enerjilerini alan savaşların tekrarlanmaması için bir birliğin kurulması fikri idi. Bu fikir 1951’de Pariste Fransa, İtalya, Batı Almanya ve Benelux (Hollanda, Belçika, Luxemburg) ülkelerinin Avrupa Kömür ve Çelik antlaşması ile hayata geçirildi. Başlangıçta enerji ve ekonomik anlamda oluşan bu birlik fikir sosyal, coğrafik ve politik bir kurum olarak siyaseti ve toplumu vatandaşın refahı ve sosyal dayanışma ruhu çerçevesinde birleştirdi. Bu durum savaş sonrası Avrupa’yı ekonomik anlamda güçlendirmekle kalmayıp aynı zamanda insan hakları ve sosyal refah endeksli toplumun da merkezi haline getirdi. Okullar, hastaneler, yaşlılara bakım vs..gibi vatandaş odaklı hizmet devletlerin esas politikaları oldu ve bu politikalara ulaşmak için her bir ülkeye uyması zorunlu belirli kriterler ve standartlar getirildi.

Virüs hafife alındı

Avrupa’daki bu insan ve sosyal refah merkezli durum 1991 deki Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Doğu Bloku’nun çökmesiyle durgunluğa, 2000’li yılların ardından gelişen global ticaret ve ekonominin ortaya çıkardığı rekabetin artması, sermaye ve şirket cirolarının önem kazanması ve artan göçle birlikte de düşüşe geçti. Avrupa II. Dünya Savaşı’ndan sonra insan ve sosyal refah odaklı olan politikalarından vazgeçerek globalleşme ile birlikte büyük şirketleri ve bankaları destekleme ve kurtarma endeksli politikalara geçti. Bunun en büyük göstergesi 2008’deki global ekonomik krizde Avrupa’nın büyük devletlerinin bütçe dengesini sağlamak için sosyal ve sağlık harcamalarında kesintilere gitmesi ama bankaları ve büyük şirketleri kurtarmaktan da geri durmamaları ile yaşandı. Vatandaşların vergileri ile hükümetler bankaları kurtarmak için büyük finansal şirketlere milyarlarca euro para aktardı. Sosyal yardım ve sağlık harcamalarında 3 yapılan kesintiler, artan fiyatlar vatandaşların hayat kalitesini hiç beklenmedik ve hızlı bir şekilde düşürdü. Avrupa’nın en büyük ülkelerinde Covid-19 öncesinde doktor randevuları veya en basit cerrahi operasyonlar için bile ancak aylar sonraya randevular veriliyordu. Acil servisler ve yaşlı bakım evleri bazı ülkelerde hizmet veremez hale gelmişti. Ve aslında bugünkü Covid -19 salgını buzdağının görünmeyen yüzünü ortaya çıkarmıştı. 12 Mart’ta Avrupa Birliği Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’in “Sanırım uzman olmayan herkes gibi başlangıçta koronavirüsü hafife aldık” demesi Avrupa ülkelerinin ekonomik ve siyasi kaygılardan dolayı virüsün 4 korkutucu boyutunu öngöremediği ve bu konuda yeterli tedbir almadığını ortaya koydu.

Batı imajı sarsıldı

Bu gerçeklik Türkiye toplumundaki yerleşik Batı imajı ve algısından dolayı bazı çevreler tarafından inanılır bulunmuyordu. Koronavirüs krizi yıllardır devam eden bu aksaklık ve kötü durumu görünür hale getirdi. Salgın öncesinde zaten var olan halkın finans çevrelerine olan kızgınlığı, küçük bir elit kesim zenginleşirken orta sınıfta artan gelir adaletsizliği potansiyel bir sosyal sorun olarak duruyordu. Orta sınıfın yaşam koşulları zorlaşmış ve refahı azalmıştı. Bu durum Avrupa devletlerinin çoğunda aslında giderek artan yeni orta sınıf krizine, popülist akımların artmasına, kimlik arayışlarına ve eski günlerdeki refahın özlemine ve nostaljisine itmişti. Artan ev kiraları, emekli maaşlarındaki düşüş ve maaşların yetersizliği fertleri her gün biraz daha fazla mevcut düzenden ve politikalardan uzaklaştırıyordu. Seçimlere katılma oranları ve mevcut sol ve sağ partilere olan güven giderek düşmüştü. Bu da Avrupa vatandaşlarının kendi devletlerine olan güvenini azaltarak, sistemin artık vatandaşın yerine şirketlerin ve bankaların yanında olduğu düşüncesini oluşturmuştu. Bu kötü gidişata olan memnuniyetsizliğin ilk faturasını İngiltere halkı Avrupa Birliği’nden çıkarak ödedi. Avrupa’nın var olan bu sosyal, sağlık ve ekonomik sorunlara koronovürüs sonrası çare bulmakta daha da zorlanacağı ve bununda yeni sosyal ve politik sorunlar doğuracağı açıktır.

Unutulmamalı ki yaklaşık bir yıldır Fransa’da devam eden Sarı Yelekliler Hareketi kötü yaşam koşullarına karşı bir isyandı. Tüm bu gelişmeler, Avrupa’da orta sınıfın daha fazla kan kaybına ve fertlerin yaşam koşullarının daha da düşmesine sebebiyet vermektedir. Bu durum sosyo politik anlamda bir kimlik problemi doğurabilir. Ekonomik sıkıntıların toplumlarda farklı grupları ve göçmenleri hedef aldığı gözlemlenmiştir. Bu da Covid-19 sonrası artması beklenen işsizlik ve ekonomik durağanlığın Avrupa’da milliyetçiliği, bunun da kimlik problemlerini artıracağı olasılığını güçlendirmektedir. Bu yüzden bir zamanlar sol-demokrat partilerin zirvede olduğu Avrupa kıtasının pandemi sonrası yerini daha fazla popülist ve aidiyetlere vurgu yapan partilere bırakma ihtimali güçlendirmektedir. Bunun ilk belirtileri Avrupa’da artan vaka ve ölüm sayıları sonrası her ülkedeki vatandaşların kendi sağlık sistemlerini ve kime ait olduklarını sorgulaması oldu. İtalya’da görüldüğü gibi vatandaşlar AB’nin kendi ülkelerine karşı duyarsız kalması sonrası birliği sorguladılar ve İtalyan olmak ile Avrupalı olmanın aynı anlama gelmediğine şahit oldular. İtalya’nın AB nezdindeki büyükelçisi Maurizio Massari kaleme aldığı bir yazıda “AB’nin İtalya’nın yaşadığı durum karşısında iyi bir yardımlaşma sinyali vermediğini’’ dile getirerek” koronavirus krizi, AB’nin bağlılığının ve güvenilirliğinin bir testidir’’ demesi Avrupa Birliği ülkelerin bu salgın durumunda ortak hareket planının olmadığını gösterdi. Artan bu eleştiriler karşısında Avrupa Komisyon Başkanı Leyen 5 daha sonra İtalya’nın yanında olamamaktan dolayı özür diledi. Tüm bu gelişmeler bize6 Covid-19 sonrasında Avrupa kıtasında tarihte yaşanan büyük krizlerde olduğu gibi sosyal anlamda yeni politik dalgaların, yeni kimlik ve aidiyet biçimlerinin ortaya çıkabileceğini göstermektedir.

[email protected]

Kaynaklar

1- https://www.bbc.com/news/world-52114829

2- https://blogs.imf.org/2020/03/30/europes-covid-19-crisis-and-the-funds-response/

3- https://blogs.thomsonreuters.com/answerson/eu-bank-bailout-trillion-euros-allocated-graphic/

4- https://www.euractiv.com/section/coronavirus/news/politicians-underestimated-virus-threat-von-der-leyen-admits/

5- https://www.politico.eu/article/coronavirus-italy-needs-europe-help/

6- https://www.euronews.com/2020/04/16/eu-commission-president-offers-heartfelt-apology-to-italy