Çözüm süreci ve ileri demokrasi

Prof. Dr. Erol Katırcıoğlu - Siyaset Bilimci
1.06.2013

Kimliklerin aşılıp bir Türkiye siyaseti üretilmesi kolay bir amaç değil. Ama çözüm sürecinde atılan adımların daha ileri bir demokrasiyi getirmesi, kimlikler üzerinden baskıların kalkmasıyla oluşacak farklılaşmalara ya da deyim yerindeyse ‘melezleşmelere’ bağlı.


Çözüm süreci ve ileri demokrasi

Biraz abartıyor olabiliriz ama vesayet rejiminin geriletilip bir de Kürt sorununda adım atınca önümüzdeki Türkiye’nin kanatlanıp uçacağını düşünmekten alıkoyamıyoruz kendimizi. Bugünlerde bu konuda konuşan hemen herkes “kanatlanıp uçmak” sözünü o kadar çok kullanıyor ki bu bile savaştan nasıl yorulduğumuzu yeterince anlatıyor bence.

Yaşadığımız sorunu kısa bir biçimde anlatacak olursak Cumhuriyeti kuran elitlerin Türkiye Cumhuriyeti ahalisinin “anasır-ı İslam”‘dan”Türk milleti”ne dönüştürmek için baskıcı öğeler içeren bir devlet yapılanması ve zihniyeti oluşturmasından kaynaklanıyor. Dün, başörtülü olduklarından dolayı okullara, kışlalara, ordu evlerine alınmayan Müslümanların sorunu her ne idiyse, Kürt kimliğinden dolayı benzer muamelelerle karşılaşan Kürtlerin de sorunu benzerdi. 

Böyle bir benzerliği kurduğumdan ötürü benimle aynı fikirde olmayanlar olabilir. Müslümanların kendi yaşam tarzlarını korumak isterken Kürtlerin ayrılıp bir Kürt devleti kurmak istediklerini ve dolayısıyla bu taleplerin pek de aynı olmadığını söyleyecek olanlar olabilir. Ama unutmamak gerekir ki konuştuğumuz konu, devlet karşısında kendi farklılıklarından dolayı baskı hisseden, farklı muamelelere tabi tutulan insanlar konusu. Dolayısıyla içerikte farklılıklar olsa bile söz konusu olan mağduriyetler benzer.

Genel bir kural olarak diyebiliriz ki bir kimlik diğer bir kimliğin baskısı altında yaşıyorsa baskı altındaki kimlik kendi içinde bütün farklılıkları aşarak güçlü bir “biz” duygusu yaratır. Bu “biz” duygusu, kimliğin mensuplarına herhangi bir sivil toplum grubunun gücünü aşan bir güç vererek şiddetli bir değişim talebine kaynaklık eder. 

Aslında bu türden bir değişim talebini Türkiye yakın tarihinde iki kimlik özelinde yaşadı: İlki, İslami kimliğin baskıcı bir laiklik karşısında yaşadığı mağduriyetlerle bağlantılı değişim talebi, ikincisi iseaynı sistem karşısında Kürt kimliğinin yaşadığı kültürel mağduriyetler üzerinden ürettiği değişim talebi. “Sistem” dediğimiz “vesayet rejiminin” baskısı altındaki İslami kimlik, yaşadığı mağduriyetleri kimlik içinde ortaklaştırarak bir “biz” duygusu üretmiş ve bu “biz” duygusuyla desteklediği Adalet ve Kalkınma Partisi’yle de değişim talebini ortaya koymuştur. Aslında Kürtlerin de yaptığı budur. Kürtlerde sistemle yaşadıkları sorunları normal siyasi kanallarla çözemeyince kendi içlerinde güçlü bir “biz” duygusu üretip bunu bir değişim talebi haline getirmişlerdir.

Kimlik siyaseti ve toplum bilinci

Kural olarak baskının kalkmasının baskılanmış kimlik üzerinde nasıl bir etki üreteceğini çok bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey varsa o da baskının kalkmasıyla baskılanmış kimlik içindeki “biz” duygusunun yumuşayıp kimliğin içindeki bireylerin farklılaşmalarına neden olacağı. Bugün Türkiye’de İslami kimlik üzerindeki baskıların kalkmasıyla nasıl bu kimlik içinde farklı düşünenlerin varlığı daha bir görünür hale geldiyse, benzer şekilde yarın da Kürt kimliği üzerindeki baskının azalmasıyla Kürtler arasında da farklı düşünen insanların varlığına tanık olacağız.

Bu süreçlerin bizim gibi toplum olmada gecikmiş toplumlarda hayırlı süreçler olduğunu söylememiz gerek. Çünkü günümüz modern toplumlarında kimlikler-üstü siyaset, bireyler arasında farklılaşmalarla oluşan bir siyasettir. Kimliklerinin sınırlarına gelen bireylerin tek tek kimliklerini aşmaları ve herkesi kapsayan bir kimlik üzerinde yürümeleri gerçek bir demokrasiyi de oluşturacak ana yoldur. O nedenle de önümüzdeki süreçte İslami kimliğin taleplerini içererek genişleyen demokrasinin sınırları Kürtlerin taleplerini de kapsama alanına alarak daha da genişleyecek. Görünen bu.

Eğer görünen bu ise o zaman sahip olduğumuz tüm sistemleri daha gelişmiş bir demokrasi koşullarında düşünmekte ve ele almakta büyük yarar var. Özellikle “merkez”in gücünün hangi ölçüde “yerel” üzerinde egemenliği olmalı sorusundan, “yerel” üzerindeki “merkezin” egemenliğinin nasıl sınırlanması gerekir gibi bir soruya geçmek, bugünün tüm kurumlaşmalarını değiştirecek bir gelişme olacaktır. Mutlaka bir başka yazının konusu olması gereken önemde olsa da burada yalnızca bir örnek olarak YÖK sistemine değinelim. Sayıları yüzleri aşmış bir üniversite sisteminde YÖK’ün hala bu üniversiteleri yönlendirip denetlemesini istemek, “eski rejimin” kimlikler üzerinde kurduğu baskıyla bir ülke yönetmesine benziyor. Eski rejim nasıl bu politikasıyla kimliklerin içinde farklılaşmaları önleyerek sistemin demokratikleşmesini önlemişse, tıpkı onun gibi YÖK’ün de varlığı ve benimsediği politikalar üniversitelerin kendi kimliklerini geliştirip daha ileri bir üniversite sisteminin kurulmasını önlüyor. Oysa önümüzde, çıtası daha yükseğe konmuş bir demokraside bugünün YÖK sisteminin yapacağı hiçbir şey yoktur.

Türkiye siyaseti üretebilmek

Kimliklerin aşılıp bir Türkiye siyaseti üretmek kolay bir amaç değil. Ama “çözüm süreci”nde atılan adımların daha ileri bir demokrasiyi üretmesi, kimlikler üzerinden baskıların kalkmasıyla oluşacak farklılaşmalara ya da deyim yerindeyse “melezleşmelere” bağlı. Bu gelişmelerin ise başta varolan zihniyet dünyamız olmak üzere tüm kurumlarımızın da demokrasi ve yerelleşme perspektifinden ele alınmasını gerektiriyor. Bu yazıda örnek olarak değindiğimiz YÖK ise bu kurumlara yalnızca bir örnekti. Diğerleri üzerinde de ileriki yazılarda duracağız.

Türkiye’nin önündeki bahis de bence bu. Ya farklılaşmış, çeşitlenmiş özgürce kendini ifade edebilen bir insanlar dünyası yaratacağız ya da ataerkil bir zihniyet dünyası içinde varolan her şeye razı olan bir insanlar dünyası yaratacağız.

Seçim ise biz kalmış...

[email protected]