Çözüm Sürecinde Dolmabahçe etkisi

Yunus Akbaba- Yazar
7.03.2015

Hükümet söz konusu maddelerin okunduğu bir açıklamada kameraların karşısına geçiyorsa, prensip olarak bu başlıkları tartışmaya hazırdır ama HDP bu maddeleri siyaset sahnesine taşıyacak hiçbir gündem maddesi öneremeyecek bir görüntü sergilemeye devam etmektedir.


Çözüm Sürecinde Dolmabahçe etkisi

Üzerinden geçen bir hafta itibariyle, farklı yönlere çekilmesine rağmen, Çözüm Süreci’nin ilgili tarafları 28 Şubat 2015 Dolmabahçe’de tarihi bir gün yaşandığı konusunda hemfikirler. İlk defa kamu önünde bir araya gelen sürecin tarafları sorunun çözümü için tartışılacak maddeleri ve hedeflenen nihai noktanın altını kalın bir şekilde çizmiş oldular. Bu açıklamanın genel anlamda neden tarihi olarak değerlendirildiğini üç noktada değerlendirebiliriz. Öncelikle, 28 Şubat tarihli açıklama iki yıl boyunca piyasaya sürülen korkuların ve getirilen eleştirilerin anlamsızlığını ortaya çıkaran bir işlev gördü. İkinci olarak ise, açıklama ile bu zamana kadar süreçte bir türlü yakalanamayan ortak dile ve amaca ulaşıldığı iddia edilebilir. Son olarak da sürecin siyasete getirdiği katma değerin partiler üzerinde kendisini her zamankinden daha fazla hissettirmesi süreci tarihi kılan özelliklerdir.  

Barışa inanmayanlar 

Türkiye barışa adım adım yaklaşıyor. Ne onulmaz barış sevdalılarının iyi niyetle abarttığı kadar yakın, ne de kronik  “sizin barış getireceğinize zerre kadar inanmıyoruz”cuların kötü niyetle umduğu kadar uzak bir yerdeyiz. Geldiğimiz bu noktanın hayırlı bir başlangıcı ifade ettiği söylemek gerek. 

Hafızaları tazelersek, çok değil iki yıl öncesine kadar, çözümü Hükümetin silahlarla yol alınamayacağını anlamasında ve güvenlikçi paradigmadan sıyrılmasında gören herkes bu konuda oldukça uzun bir yolun kat edildiği noktasında hemfikirdir. Ancak unutmamak gerekir ki bir o kadar daha alınacak yol var çünkü çözüme karşı yaşanacak en büyük direnç sona doğru yaklaştığımız noktada gerçekleşecektir. 

Bu noktada, bir durum değerlendirmesi yapıp süreçten kaynaklanan korkuları ve sürece yöneltilen eleştirileri gözden geçirmekte fayda var. Geçtiğimiz iki yıl zarfında, CHP, MHP ve 17 Aralık sonrası bu kampa katılan cemaat organlarından gelen ulusalcı ve milliyetçi eleştiriler Türkiye’den kopan Kürdistan devletiyle başlayan ve Öcalan’ın İmralı’ya veda etmesi ile biten bir yelpazede seyrediyordu. Dolmabahçe açıklaması bu korku ve eleştirileri boşa çıkardı. Sürece verilen toplumsal desteği engellemek için iddia edilen taleplerin hiçbiri telaffuz edilmeden Öcalan PKK’ya silahlara veda amacıyla kongre toplama çağrısında bulundu. Bu sıralanan korku senaryolarının arkasında elbette ki bir siyasi emel var. Bu emel, üzerinde siyaset yaptıkları zeminin, yani ‘Kürtlerin ötekiliğini’ siyasi bir koz olarak kullanamayacak olmaları. Ulusalcı ve milliyetçi aktörlerin bu korkularını kendilerine oy veren tabanlarının hissiyatından çok kendi siyasi pozisyonlarının sıkıntıya girmesiyle açıklamak mümkün. Bu kesimin toplumsal olarak marjinalleştiğini ve Dolmabahçe açıklaması gibi barışa adım adım yaklaştığımız süreçte eriyerek yok olacağını söylemek mümkün. 

Öte taraftan süreci eleştiren başka bir grup daha var. HDP’nin de söylemsel olarak eklemlendiği bu kesim AK Parti ile sürecin yürütülemeyeceğini, son üç seçimde tekrarlandığı gibi, Dolmabahçe mutabakatının da bir seçim yatırımı olduğu yönünde bir algı oluşturmaya çalışıyor. 

Bu kesim Çözüm Süreci’nin başarısından çok Türkiye’nin içinden geçtiği siyasal atmosferde aldıkları pozisyona referansla yaptıkları bu değerlendirmeleri genellikle uluslararası çatışma çözümlemeleri değerlendirmeleri ile süslüyorlar. 

Bu konuda birçok eser okumuş, bununla yetinmeyip İrlanda - Güney Afrika arasında mekik dokuyan bu grubun, barışın nasıl yapılacağına dair sonsuz yorumu var ama maalesef bu barış onların hiçbirisine benzemeyecek. Bu iş öyle bir noktaya geldi ki, PKK yarın silah bırakıyoruz açıklaması yapsa “ama bu mesele İrlanda ve Güney Afrika’da böyle çözülmemişti” diye itiraz edecek durumdalar. Türkiye’nin en kanlı döneminde radikal bir duruşla irade bildirdikleri ve emek verdikleri barış hayal ettikleri şekilden ziyade AK Parti eliyle gerçekleşiyor diye sürece burun kıvırıp PKK’nın neden şimdi silah bırakmaması gerektiğine dair yorumlar yapıyorlar.

Bu kesimin en çok dillendirdiği argümanların başında Hükümetin ‘müzakere’ kelimesinin telaffuzundan kaçınması yer alıyor. Eğer ortada bir müzakere yoksa iki sene boyunca İmralı’da nelerin konuşulduğu ve nasıl oldu da Öcalan’ın PKK’yı silahlara veda amacıyla kongre toplama çağrısı yapma noktasına gelindiğini sormak gerekiyor. Fiili olarak devlet İmralı’da PKK’nın silah bırakması ve Kürt meselesindeki yol temizliğini siyaseti dışarıda bırakmadan müzakere ediyor. Buna devlet yetkilileri başka bir isim veriyor diye içerikte bir değişiklik olmuyor. Kısacası, fiili olarak devlet heyeti ile Öcalan müzakere halindeler. Dolmabahçe mutabakatı ile silahların bırakılması ve Kürt meselesinin çözümlenmesi aynı metin içinde yer aldı ve her iki tarafa da irade beyanında bulundu. Süreç son demlerine varacak, PKK Türkiye’ye karşı silahını indirecek “ama daha müzakereler başlamadı” yorumları yapmaya devam edecekler.

Ortaklaşan dil ve yöntem

Çözüm Süreci’nin iki sene zarfında yaşadığı yol kazalarının temel nedeninin taraflar arasında sürecin yöntemi ve nihai hedefi hakkında yaşanan farklılıkların olduğu iddia edilebilir. Dolmabahçe açıklaması ile gelinen noktada ise süreci hangi konu başlıkları ile hangi hedefe varılmak üzere yapıldığına dair bir fikir birlikteliği oluşmuş durumda. Zaten benzer fikirleri paylaşmayan aktörlerin ortak bir açıklama yapması da beklenemezdi.

Başka bir deyişle, süreci sıkıntıya sokan her gelişmenin meşruiyet kaynağı olan sürece yaklaşım farkı bu açıklama ile tamamen örtüşüyor demek için erken olsa bile aradaki makas oldukça daraldı.

Kısacası, iki yıldır sürecin yaşadığı yol kazalarının önünü açan tek bir olgu vardı. Sürecin taraflarının süreçten beklentilerinin farklı olması. 28 Şubat günü Dolmabahçe Sarayı’ndaki açıklama ile taraflar süreçte ilk defa birbirlerini bu kadar yakın olduklarını deklare ettiler. Tarafların ilk defa Çözüm Süreci’nin yöntemi ve nihai hedefi noktasında karşılıklı taraf olduklarını ilan ettikleri bir noktaya gelmiş olduk.

Bu ortaklaşmaya sürecin arkasında duran irade ve tarafların özverili çalışması kadar tarihi zorunlulukların da katkısı oldu. Kürt meselesinin çözümünün açık bir şekilde ülkenin demokratik gelişiminden ayrı düşünülemeyeceğinin bir özeti olan bu açıklama demokrasi yürüyüşüne katkı veren herkesin barış trenine binme davetiyle sonlandı. 

Bu açıklama ile özellikle 6-8 Ekim olaylarında anlaşıldığı gibi Çözüm Süreci’ni silahların gölgesinde bölgesel etkinliğini arttırmak için kullandığı yönünde eleştirilen  PKK ile sürecin çatışmasızlık ortamını bir seçim malzemesi olarak kullanmakla eleştirilen Hükümet verdikleri taahhütlerle bu eleştirileri boşa çıkarmış oldular.

Çözüm Süreci’ni başlatan dinamikler arasında sayılan her madde okunan 10 maddelik metinle tekrardan güncellenmiştir. Kürt meselesinin çözümü, devlet-birey ilişkileri, bölgesel kalkınma ve dahi siyasi rejimin gözden geçirilmesi metinde yer alan ifadelerdir.

Daha da önemlisi yapılan açıklama ile silahların bırakılması ve Kürt meselesinin çözümünde atılacak adımlar arasında kurulan ilişki gelinen noktanın önemini gösteriyor. Sürece bu zamana kadar getirilen eleştirilerin temel noktası yien bir ayrımdan kaynaklanıyordu. Örgüt silah bırakmayı bir seçenek haline getirmeden kendi bölgesel rolünü arttırma peşinden koşarken, Hükümet için tek önceliğin PKK’nın silah bırakması olduğu yönündeki eleştiriler de bu açıklama ile geçerliliğini kaybetmiş oldu. Ne yazık ki taraflardan daha tarafgir aktörler 10 maddelik metnin kendisinden, içeriğinden ve Türkiye’nin geleceği için ifade ettiklerinden çok, bu metin son haline gelirken kimin verdiğini tartışmayı daha önemli buluyorlar.

28 Şubat Deklarasyonu

Dolmabahçe mutabakatı diye adlandırılan açıklama metinleri açık bir irade beyanıdır. Bundan sonra üzerine titrenilmesi gereken husus bu iradenin pratiğe dönüştürülmesi olacaktır. Bunun için tek adres de siyasetin kendisidir. Tam da bu sebepten ötürü Dolmabahçe açıklaması siyaseti öne çıkaran bir işlev görüyor. Bu maddelerin içeriğinin doldurulması ve son noktada silahsızlanma noktasına varılması sürecin toplumsal ve  siyasal alanda yayılması ile gerçekleşebilir.

Selahattin Demirtaş’ın 28 Şubat Deklerasyonu sonrası AK Parti’yi doğrudan hedefe oturtan açıklamalarını PKK’nın silahsızlanma ve siyasallaşma fobisi, sol mahalleden gelen dış baskı ve seçimlere parti olarak girme kararının yarattığı yüksek tansiyon ile birlikte değerlendirmek gerekiyor. Yine de, hareketin kurumsal yapılarından gelen açıklamaların hepsi barış için yeni bir evrede olduğumuzu belirten açıklamalar yaptılar. Genelde HDP özelde ise Demirtaş’ın çözümün ya da barışın karşısında yer aldığı analizlerine katılmak mümkün değil. Bir çok nedenden ötürü farklı ve karmaşık açıklamalar gelse de kategorik olarak hareketin barışı istemediği analizleri hakkaniyetten uzak değerlendirmelerdir. Bu ön kabulle yapılacak değerlendirmeler bizi ancak çözümsüzlüğe götürür.

Bu noktada, HDP’nin yanlış bir tavır takındığını belirtmek gerekir. Öncelikle, Demirtaş’ın 28 Şubat sonrası yaptığı “biz AK Parti’nin bu ülkeye barış getireceğine zerre güvenimiz yok” açıklaması yerine PKK’nın silahsızlanmasını önceleyen bir tavır takınsaydı yani PKK’nın ‘siyasallaşma fobileriyle’ bir tepki ortaya koymasaydı, HDP’nin 7 Haziran akşamı göreceği tabloyu büyük ölçüde değiştirecek ilk adım atılmış olurdu.

Öte taraftan HDP’nin bu siyaset kapısını etkili kullanmadığına şahit oluyoruz. Açıklamaya HDP’nin genel olarak verdiği tepki “Öcalan ile müzakerelerin başlatılması” ve “İç güvenlik paketinin meclisten çekilmesi” oldu. Hatırlanacağı üzere, Hükümet paketi meclise getirmiş ve gelen itirazlar neticesinde paketteki sıkıntılı buldukları maddeleri ve alternatif önerileri dinlemek üzere paketin görüşülmesini iki defa erteledi. Alternatif önermek yerine divanı işgal ederek, poşu takarak ve bol miktarda selfie çekerek muhalefet yapmayı seçen HDP-MHP-CHP üçlüsü yasanın içeriğine dair herhangi bir öneri sunmamıştır.

HDP benzer bir tutumu Dolmabahçe’de açıklanan 10 maddelik metin üzerinden sürdürmeye devam ediyor. İçerisinde Kürt meselesini doğrudan ilgilendiren maddeleri de barındıran metin Türkiye’nin daha fazla demokratikleşmesinin yollarını açacak bir muhtevaya sahip. HDP’nin aldığı pozisyon “bir an önce bu maddeleri Öcalan ile görüşün”den öteye geçememektedir. Kendisini yeni ‘ana muhalefet’ gücü olarak konumlandıran hareketin siyaset sınırlarının daha geniş olması beklenirdi. Ülkenin geleceğini doğrudan ilgilendiren ve içinde yeni anayasa gibi bir maddenin bulunduğu metni Öcalan bile sadece kendisiyle tartışılmasına sıcak bakmaz. Burada yapılması gereken şey bellidir. Hükümet bu maddelerin okunduğu bir açıklamada kameraların karşısına geçiyorsa, prensip olarak bu başlıkları tartışmaya hazırdır ama HDP bu maddeleri siyaset sahnesine taşıyacak hiçbir gündem maddesi öneremeyecek bir görüntü sergilemeye devam etmektedir.

Süreç bugün bu noktaya gelmişken, inisiyatif alması gereken ve hele ki seçim arifesinde olduğumuz hesaba katıldığında ‘radikal demokrasi’ ve ‘yeni hayat çağrısı’ gibi afili lafların karşılığı bu olmamalıdır.

2015 seçimlerine yaklaşırken gündemi meşgul eden en önemli gündem maddelerinden bir tanesi de HDP’nin baraj meselesidir. Bu konuda hakkaniyetli yorum yapan uzmanlar HDP’nin barajı ancak silahların bırakılması noktasında alacağı ilkesel duruş ve niteliksel bir sıçramayla geçebileceği noktasında hemfikirler. Bu da çözüm sürecine yöntem ve hedefleri arasında bir hiyerarşi oluşturmadan total bir şekilde sahip çıkmasıyla mümkün hale gelebilir. Dolmabahçe açıklaması bu şansı HDP’ye bir kez daha verdi. Ne yazık ki HDP’nin şimdiye kadar aldığı pozisyon PKK’nın silahsızlanma fobisinden kaynaklı tereddütlerini yansıtıyor.

Üzerinden bir hafta geçen tarihi açıklamanın medyada “Kürtler bizi sattı mı?” ve “Öcalan Demirtaş’a çizik attı mı?” düzeyinde magazinsel tartışılması açıklanan metnin sembolik ve niteliksel önemini geri planda bırakıyor. Türkiye demokrasi tarihinde eşsiz yeri bulunacak bu açıklama üzerinden çeşitli korku senaryoları üretilmeye devam ediliyor. Bir taraf süreci ihanete eşlerken diğer bir kamp barış karşısında demokrasinin feda edildiğini her gün işliyor.  Hükümetin her fırsatta dillendirdiği gibi “bu ülkede hiçbir insanın onurunu, vicdanını zedelemeyecek bir süreç yürütülüyor” açıklamasının kanıtı ve açıklanan 10 maddelik metin ile demokratik gelişime sunduğu katkı ortada olan Dolmabahçe açıklamasının gösterdiği tek bir yol var: Siyaset konuşsun ki silahlar sussun. Bu konuda her kesimin çıkarması gereken dersler var.

[email protected]