Türkiye çözüm sürecinde nereden nereye geldi?

Doç. Dr. Yalçın Akdoğan/Başbakan Yardımcısı
27.12.2014

Gelinen noktada süreç, belli bir sorun çözme kabiliyetine ulaşmış, dayanıklılık kazanmış, diyalog köprülerini koruyabilmiştir. Bu çok önemli bir aşama ve kıymetli bir kazanımdır.


Türkiye çözüm sürecinde nereden nereye geldi?
Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘vizyoner, değişimci, cesur ve dönüştürücü’ liderliğiyle yüksek siyaset yapan AK Parti, sistemden kaynaklanan kronik sorunların üzerine giderek çözüm eksenli bir yaklaşım içinde olmuştur. ‘Çözümsüzlük çözümdür’ anlayışını benimseyen eski yönetim pratiğinin ürettiği siyasi, ekonomik ve toplumsal maliyetleri ülkeye ödettirmek istemeyen AK Parti iktidarı her konuda paradigma değişimine gitti. On binlerce insanın hayatına mal olan ve ülkenin birlik-bütünlüğünü tehdit eden Kürt meselesi ve terör sorunu da insani ve vicdani tahammül sınırlarını aşmanın ötesinde ‘sürdürülemez bir durum’ halini almıştı. Erdoğan liderliğindeki iktidar partisi, sorunun ‘ilgisizlik-geri kalmışlık boyutu’nu çözmek için kapsamlı bir sosyo-ekonomik politika hayata geçirdi, ‘yatırım ve hizmetler’le sorunun beslendiği temel zemini ıslah etmeye çalıştı. Meselenin siyasi muhtevasını ve asıl ruhunu oluşturan ‘ayrımcılık boyutu’nun üzerine ‘demokratik reformlar’la gitti; inkarcı, reddiyeci, dışlayıcı yaklaşımı ortadan kaldırarak kabul eden, tanıyan, kucaklayan bir yaklaşımı öne çıkardı. Silahlı mücadeleyi esas alan etnik ayrılıkçılık ve terör meselesini ise çok boyutlu güvenlik politikalarıyla ela aldı. 2005 yılından itibaren kapsamlı çözüm projelerini hayata geçirmeye başlayan AK Parti,  ‘İmralı görüşmeleri’ diye bilinen temaslar da dahil olmak üzere her yöntemi devreye aldı. Demokratik Açılım Süreci, Milli Birlik ve Kardeşlik Süreci, Oslo Süreci şeklinde adlandırılan gelişmeler Reşadiye saldırısı, Silvan saldırısı, Kobani olayları gibi farklı gelişmelerle akamete uğratılmak istendi. 
 
Kürtçe hapisten çıktı
 
AK Parti BÖLGE’yi yatırım ve hizmetlerle kalkındırırken, bölge İNSAN’ını sosyal politikalar ve kucaklayıcı siyasi anlayışla sahiplenmenin gayreti içinde oldu, meselenin nirengi noktası olan KÜRTÇE’nin gelişiminin önünü de her alanda açtı: “Cezaevlerinde Kürtçe konuşma hakkı, Kürtçe savunma hakkı, seçimlerde Kürtçe siyasi propaganda hakkı, önseçimde Kürtçe propaganda hakkı, Kürtçe özel radyo-televizyon kurma hakkı, devletin Kürtçe televizyon kanalı kurması, devletin Kürtçe enstitü ve bölüm açması, devletin Kürtçe eserler basması, Kürtçe vaaz ve hutbe yapılması, Kürtçe kurslar açılması, Kürtçenin seçmeli ders olarak eğitim sistemine girmesi, Kürtçe özel okul açma hakkı”...
 
Adım adım çözüme...
 
2013 Eylülünde gündeme getirilen reform paketiyle ise “siyasi partiler ve adaylar tarafından yapılacak her türlü propagandanın, Türkçe’nin yanı sıra farklı dil ve lehçelerle de yapılabilmesi sağlandı; eş başkanlığın önü açıldı; partilere devlet yardımı yapılabilmesi için milletvekili genel seçimlerinde alınması gereken oy oranı yüzde 7’den yüzde 3’e indirildi; toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılması kolaylaştırıldı; farklı dil ve lehçelerle eğitim ve öğretim yapmak amacıyla özel okullar açılabilmesi sağlandı; ayırımcılık suçu, nefret suçlarını da kapsayacak şekilde yeniden düzenlendi ve maddede öngörülen ceza miktarı arttırıldı; köy isimlerinin re’sen değiştirilmesine yol açan hüküm kaldırılarak, köylere eski isimlerinin geri verilmesinin önü açıldı.”
 
2013 ilkbaharında gündeme oturan Çözüm Süreci’nde AK Parti hükümeti bir dizi adım atarak kararlılığını ortaya koydu. 3 Nisan 2013’de Akil İnsanlar Heyeti oluşturuldu, 9 Nisan’da Meclis’te Çözüm Süreci Komisyonu kuruldu, Eylül 2013’de Demokrasi Paketi hayata geçirildi, 10 Temmuz 2014’te sürece yasal çerçeve kazandıran yasa Meclis’ten geçirildi, 62’inci hükümet kurulur kurulmaz Başbakan başkanlığında mutad olarak toplanacak Çözüm Süreci Kurulu’nu faaliyete başlattı, Bakanlar Kurulu çerçeve yasanın uygulama kararını aldı.  
 
Süreç, Eylül ayında karşılıklı görüşmelerle hızla nihai sonuca doğru ilerlerken ve ‘yol kesme, adam kaçırma, haraç alma’ gibi asayiş ve şiddet olaylarına son verilmesi konusunda İmralı-Kandil hattında bir kabullenme iradesi oluşmuşken Ekim başında yaşanan Kobani olayları ve ardından gelişen 6-8 hadisesi bir ‘türbülans ve kriz’ yaşanmasına sebep oldu. Bir kısım dış yönlendirmeler ve farklı hesaplar da devreye girince örgüt Kobani’yi kaldıraç olarak kullanarak örgütsel ütopyasına bildik yöntemle ulaşmayı denedi. Ayrıca örgütün sistematik olarak ‘dönüştüremedikleri Kürtleri’ bölgeden kaçırma, sindirme ve göçe zorlama gibi bir yaklaşım sergilediği görüldü.
 
Sürecin yeni paydaşları
 
Olaylardan sonra oluşan toplumsal tepki ve devletin sergilediği kararlı tutum bu dalgayı tersine çevirdi. Çözüm süreciyle ilgili toplumsal desteğin somut bir olayla test edilerek süreci ayakta tutan bir dinamiğe dönüştüğü görüldü. Toplum, süreci havaya uçuracak her türlü siyasi hesabı ve farklı eğilimi elinin tersiyle iteceğini göstermiş oldu.
Süreci halkın arzusu istikametinde sonuca ulaştırma kararlılığında olan AK Parti hükümeti iki yeni parametreyi öne çıkardı: Bir, kamu düzeni ve güvenliğini geliştirmek; iki, bölgedeki tüm aktörlerin sürecin paydaşı ve muhatabı haline getirilmesi...
 
Kasım ayında başlayan temaslar neticesinde süreç yeniden rayına oturmuş oldu. Usul ve yöntem üzerinde varılan anlaşmayla muhteva üzerindeki çalışmalar hız kazandı. Amaç zamana yaymadan nihai çözüme ulaşmak ve genel normalleşmeyi sağlamak... 
 
10 yıl önce başlayan çözüm çalışmalarında sürecin zor, badireli, uzun soluklu olacağı, tahmin edilen veya edilmeyen birçok sorun ve sabotajın yaşanabileceği vurgulanıyordu. Gelinen noktada sürecin belli bir sorun çözme kabiliyetine ulaşması, dayanıklılık kazanması, diyalog köprülerini koruyabilmesi önemli bir aşamadır, çok kıymetli bir kazanımdır. Her sürecin kırılganlıkları, riskleri, kontrol edilen veya edilemeyen dinamikleri olabilir... Önemli olan yaşananlardan dersler çıkarabilmek ve diyalog zeminini koruyabilmektir. Geçmişi olan kronik sorunların çözümünde serinkanlılığı ve sağduyuyu elden bırakmadan meselelere yaklaşmak, duygusal ve tepkisel çıkışlardan kaçınmak gerekir. Akşamdan sabaha çözülemeyecek olan meselelerde harici veya dahili dinamiklerle önümüze çıkan sorunlarda diyalog zeminin kaybetmemek çok önemlidir.   
 
Çözüm, demokrasinin imkan ve kabiliyetleriyle, hukuki ve meşru zeminde bulunacaksa temel kural halkın kabulü, rızası ve desteğidir. Erdoğan’a duyulan güvenle gelişen toplumsal destek, AK Parti’ye ve Davutoğlu’na duyulan güvenle sürmektedir. Bütün sorunlar elbette akşamdan sabaha çözülemez. İnsanın olduğu her yerde yeni ihtiyaçlar, yeni sorunlar çıkacaktır, demokratikleşme de devam eden bir süreçtir. Ancak bugün can alıcı şekilde karşımızda duran sorunu çözmek, toplumsal birlik ve bütünlüğü geliştirmek, demokratik standartları ileri noktalara taşımak ve ülkenin bekasının temeli olan iç barışı güçlendirmek öncelikli hedefimizdir.