Çözüm sürecine farklı bir bakış

Kamil Çayır / İbrahim Çeçen Ünv. İslami İlimler Fak. Araş. Görevlisi
3.10.2015

Kürt halkı susmaya devam ettikçe yine Kürt olan Fırat’lar, Yunus’lar, Yasin’ler, Abdullah’lar, Şehmuz’lar ölmeye devam edecektir. Bu sebepten şimdi artık aşiretlerinden Sivil Toplum Örgütlerine, doğusundan batısına kadar topyekûn Kürt halkının daha gür bir sesle PKK terör örgütüne “Edi Bese” diye cesurca haykırmasının zamanıdır.


Çözüm sürecine farklı bir bakış

PKK terör örgütüyle 30 yılı aşkın süredir devam eden silahlı mücadele yerini bir süreliğine de olsa sorunların artık silahla değil konuşarak bir çözüme gidilmesine bırakmıştı. 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin barajı aşarak 80 milletvekili ile Meclis’e girmesi ilk başlarda barış yönünde bir umut verse de bugün gelinen noktada bu partinin söylem ve eylemleri aslında çözüm yolunda HDP’nin samimiyetsizliğini göstermektedir.

Kimilerine göre “ihanet süreci” kimilerine göre de “bölünme” olarak nitelenip çok ağır eleştirilere maruz kalan çözüm süreci aslında neydi? Şunu net olarak ifade etmek gerekir ki, çözüm süreci ne ‘ihanet’, ne de ‘bölünme’ sürecidir. Çok basit akıl yürütmeyle anlamak mümkündür ki; Milliyetçi cephe süreci “bölünme ve ihanet” olarak eleştirirken, aynı dönemde PKK yöneticileri de her fırsatta süreci bitirip tekrar savaşa başlayacaklarını söyleyerek tehditler savuruyordu. Şayet bu süreç bölünme ve ihanet olsaydı 30 yıldır bunun için mücadele eden PKK, süreci bitirmekle tehdit eder miydi? Veya PKK terör örgütünün bitirmekle tehdit ettiği bu süreç nasıl “bölünme ve ihanet” süreci olabilirdi?

Devlet evrildi

2002’de iktidara gelen AK Parti ile birlikte Türkiye’de geçmişin ceberut, vatandaşını kendine düşman gören devlet anlayışından, vatandaşına değer veren bir anlayışa evrilme olmuştur. Buna paralel olarak devletin Kürt politikası da değişmiştir. Şurası açıktır ki; Recep Tayyip Erdoğan istese hiçbir şekilde “çözüm süreci” adı verilen bu işe girişmez, şehit cenazeleri geldiğinde geçmiş hükümetlerin yaptığı gibi hemen F-16’ları kaldırtıp “Kandil’i yerle bir ettik” şeklinde toplumun öfkesini dindirmeye yönelik tabiri caizse tribünlere oynayan hareketler yapabilirdi. Bu sayede de ne ihanetle suçlanır, ne de vatanı bölmekle itham edilirdi. Böylelikle muhalefetin eline kendisini ve partisini suçlayacak malzeme vermez, yapmış olduğu diğer reformlarla yoluna devam edebilirdi. Ancak Erdoğan bu yolu seçmedi. Gerek kendi sözlerinden gerekse sızdırılan Oslo görüşmelerinden okuduğumuz kadarıyla, siyasi kariyeri, tabanının tepkisini göze almak pahasına da olsa “gerekirse baldıran zehri içerim” diyerek “çözüm süreci” dediğimiz bu yola başvurdu.

Burada şu noktaya dikkat çekmek gerekir ki, terörist dediğimiz dağdakileri üç sınıfa ayırabiliriz. Birinci sınıf; ırkı, dini, milliyeti ne olursa olsun hakiki anlamda terörist olanlar. Son operasyonlarda gördüğümüz gibi bunların arasında Kürt asıllı olduğu gibi, Alman, İran, İngiliz vb. asıllı olanlar da bulunmaktadır. Devletin bağımsızlığına ve bütünlüğüne kasteden bu teröristlerle, ellerinde silah olup, bırakmadıkları müddetçe anladıkları dilden konuşmak müstahaklarıdır. İkinci sınıf ise “kandırılanlar” sınıfıdır. Bunların da yaş ortalaması genelde 15-30 arası olup, bir gruba dâhil olma psikolojisi ve gençliğin verdiği heyecanla dağa çıkarak eline silah alanlardır. Bunlarla da önce ikna yolu denenip ikna olmadıkları takdirde ellerinde silah olduğu müddetçe anladıkları dilden konuşmak müstahaklarıdır. Üçüncü grup ise “kaçırılanlar”dır. 1990’lı yılların başından itibaren PKK terör örgütünün özellikle çocuklara yöneldiği görülmektedir. PKK her aileden bir çocuğu zorla dağa çıkarmak yoluyla çocuğu ve aileyi devlete düşman hale getirerek Kürt halkı ile devlet arasındaki duygusal bağları koparmayı hedef haline getirmiştir. Kaçırılan veya zorla götürülen bir çocuğun örgütten kurtulmasının yolu sadece kaçarak mümkündür, o da sağ olarak kaçmayı başarabilirse. Aksi halde dağa çıkan çocuğun dağdaki yaşam süresi 3 yıl kadardır.

Çocuk teröristler(!)

Yayınlanan “Terör Nitelikli Kayıp Şahıs” istatistiklerine göre, 2013’ün son 5 ayında 140 çocuk, 2014’te 983 çocuk ve 2015’in ilk 7 ayında 730 olmak üzere toplam 1853 çocuk PKK tarafından ‘çocuk asker’ olarak dağa kaçırılmıştır. Bu çocuklardan 15’i 12 yaşında, 57’si 13 yaşında, 139’u 14 yaşında, 344’ü 15 yaşında, 563’ü 16 yaşında, 735’i ise 17 yaşındadır. Verilerle devam edelim: 2012 yılı ABD İnsan Hakları Raporuna göre PKK terör örgütünde bulunan çocukların yüzde 42’si 18 yaşın altındadır. Güvenlik güçlerince çocuk yaşta örgüte katılıp teslim olan kitle üzerinde yapılan bir ankette sorulan “Neden örgüte katıldınız?” sorusuna yüzde 70’i zorla ya da tehditle, yüzde 19 u kandırılarak, yüzde 11’i ise isteyerek dağa çıktığı cevabını vermiştir.

Bu verilerle şunu anlıyoruz ki; şu anda Türk halkının terörist olarak gördüğü, dümdüz edilmesi gerektiğine inandığı dağlarda hiçbir şeyden haberi olmayan, ömrünün en güzel zamanlarında kaçırılmış, ellerine boylarından büyük silahlar verilmiş yüzlerce çocuk var demektir. İşte çözüm süreci, ne bir bölünme projesi, ne de bir ihanet sürecidir. Çözüm süreci, dağda hiçbir şeyden haberi olmayan, çocuk yaştaki bu çocukların kurtarılmaya çalışılması sürecidir.

Batıdaki Türklerin olduğu kadar doğudaki Kürtlerin de vatandaşı olduğu devlet bir anne-baba gibi hareket ederek “şefkat” refleksiyle oradaki masum çocukları kurtarmak, kandırılmış olan çocukları oradan indirmek ve topluma kazandırmak amacıyla böyle bir sürece girişmiş oldu. Diğer bir husus ise AK Parti iktidarıyla birlikte devlette yerleşmeye başlayan “muhafazakar” reflekstir. “Bir gemide 99 cani ve 1 tane de masum olsa, o masumun hatırına gemi batırılmaz” şeklinde dini referanslardan alınan ilhamla girişilen muhafazakâr refleksin de bu sürecin başlamasında etkili olduğu düşünülebilir. Kurşunların adres sormadığı bir durumda terörist-masum ayırt etmeksizin bombalar yağdırmaktansa o bir masum çocuğun hatırına bunu çözmek için masaya oturmak bu muhafazakâr refleksin bir gerekliliğidir.

Serhildana destek yok!

Devleti çözüm süreci altında bir harekete götüren diğer refleks ise “psikolojik” reflekstir. Eric Hoffer Kesin İnançlılar kitabında “İnsanları isyana teşvik eden şey fiilen çekilen sıkıntı değil, daha iyi şeylerin tadını almış olmalarıdır” der. İşte çözüm süreci ile de devlet Doğu ve Güneydoğuda halka silah seslerinin olmadığı, huzur ve refah içerisinde yaşanabilecek günlerin tadını göstermeye çalıştı. Ve her ne kadar şiddetli şekilde eleştirilse de bu süreçte devlet, terör örgütünün tüm şımarıklığına, bütün istismarlarına rağmen bunda samimi olduğunu ortaya koydu. Huzur içerisinde yaşamanın güzelliğini gören halkın, devletin samimiyeti karşısında huzursuzluğun sebebi olacak teröre karşı tepki vermesinin yolunu açarak PKK ile taban arasındaki duygusal bağları koparmaya çalıştı. Bunda da her ne kadar bazı diyalog sorunları olsa da büyük oranda başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Bugün terör örgütünün tüm dayatma ve tehditlerine rağmen Kürt halkına yapılan “serhildan” çağrısı cevap bulmuyor, DBP’nin çağrısına koskoca Diyarbakır’da 400 kişi katılıyor, HDP’nin yüzde 88 oy aldığı 112,000 nüfuslu Bismil’de Cizre için yapılan destek mitingine 100 kişi katılıyor ve hatta Demirtaş ve Baydemir gibi isimlerin Cizre yürüyüşüne bütün çağrılara rağmen kayda değer bir katılım olmayıp kendi başlarına yürüyorsa bu biraz da çözüm sürecinin başarısıdır.

Şimdi ise söz artık Kürt halkındadır. Unutmamalıdır ki son dönemlerde PKK terör örgütünün bu şekilde şımarması devlet politikalarından ziyade Kürt halkının suskunluğundan ileri gelmektedir. Kürt halkı susmaya devam ettikçe yine Kürt olan Fırat’lar, Yunus’lar, Yasin’ler, Abdullah’lar, Şehmuz’lar ölmeye devam edecektir. Bu sebepten şimdi artık aşiretlerinden Sivil Toplum Örgütlerine, doğusundan batısına kadar topyekun Kürt halkının daha gür bir sesle PKK terör örgütüne “Edi Bese” diye cesurca haykırmasının zamanıdır.

[email protected]