CPJ kendini mahkeme sanıyor

ADNAN BOYNUKARA/Yazar
3.11.2012

Mesaj amaçlı raporlar üzerinden siyasal pozisyon almak, kendini yargıç yerine koymak ve ‘siyasi komiser’ ve ‘mürebbiye’ edasıyla süreci analiz etmenin, demokratik değişime ilişkin gerçeği örtemeyeceği açık.


CPJ kendini mahkeme sanıyor

Amerika merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) 2012 yılı Türkiye raporunu, “Türkiye’nin Basın Özgürlüğü, Gazetecilerin Hapsedildiği ve Muhalefetin Suç Sayıldığı Karanlık Günler” başlığıyla yayınladı. Rapor üzerinden ortaya çıkan ayrışmanın keskinliği nedeniyle rapor içeriği pek konuşulmadı. Raporu yazanların ve yazdıranların tutumunun da bu sürece katkı sağladığı değerlendirilmektedir!

Rapor, değerlendirmeye aldığı gazetecileri iki ayrı başlık üzerinden analiz ediyor. Doğrudan gazetecilik faaliyeti yaptıkları için cezaevinde olduğu iddia edilenler ve gazetecilikle ilişkileri daha muğlak olanlar. Rapora göre birinci grup, 61 kişiden oluşmakta ve bunların 8 tanesi yargılanmış ve mahkum olmuş isimler. İkinci grup ise 15 kişiden oluşmakta ve 7 kişi mahkum olmuş. Temel hukuk ilkelerine göre, yargılamaları devam eden kişiler hakkında konuşmak uygun olmaz. Çünkü “masumiyet karinesi” gereği yargılama sonuçlanıncaya kadar herkes masumdur. O zaman yapılması gereken, konuyu yargılanmış ve hükmü kesinleşmiş kişiler üzerinden analiz etmektir.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir; mahkum olmuş isimlerin yargılandıkları ve mahkum oldukları fiiller dikkate alındığında, yazdıkları yazılardan veya düşüncelerinden dolayı hüküm almadıkları açıkça görülecektir.  “Resmi belgede sahtecilik, başkası adına düzenlenmiş sahte kimlik belgesi kullanmak, silah taşımak, iş yerlerine bombalı saldırı, banka soymak, işyeri soymak, polis yaralamak ve öldürmek, devlet dairesini soymak, parti binalarına patlayıcı atmak, polislerle silahlı çatışmaya girmek, polis karakoluna silahlı saldırı, örgütün dağ kadrosuna eleman kazandırmak, 18 yaşından küçük çocukları örgüt kamplarına götürmek, örgüt ismini kullanarak tehditle para toplamak...” Bu ve benzeri suçlamalardan mahkum olmuş ve hükümleri Yargıtay tarafından onanmış kişiler, CPJ raporunda gazeteci olarak gösterilmiş! Bu kişilerin kimler olduklarını, raporu yazanlar ve yazdıranların bilmediğini düşünmek saflık olur.

Rapor hangi verilere dayanıyor?

Raporu hazırlayanlar bu durumu; “yüzlerce sayfa belge inceledik, avukatlarla görüştük ve onlar bu suçlamaları kabul etmiyorlar, emniyetin bir oyunu olduğunu ifade ediyorlar” şeklinde açıklamaktalar. Yani; raporu yazanlar ve CPJ yetkilileri, mahkemelerin ve Yargıtay’ın yaptığı yargılamaları kabul etmeyerek, bir mahkeme edası ile yargılama yapmakta ve ilgili isimleri suçsuz ilan etmekte! Bu anlamıyla rapor; “kendini yargıç yerine koyma” ve “tek taraflılık” özelliğiyle ön plana çıkmaktadır! Gazetecileri korumakla sorumlu olduğunu söyleyen bir kurumun, uluslararası hukuk ilkeleri doğrultusunda yargılama silsilesine tabi bir ülkenin yargı kararlarını, bir üst mahkeme edasıyla ele alması ise tam bir ironidir.

Bu denli açık olan mahkumiyetlerin yok sayılması ve bu isimlerin gazetecilik faaliyetleri nedeniyle yargılandığının iddia edilmesi, raporun “amaçlı” yazıldığına ilişkin değerlendirmeleri pekiştirmektedir. CPJ yetkilileri bir adım daha ileri giderek; “her iddianameyi ayrıntılı bir şekilde inceledik, meslektaşlarıyla konuştuk, görüştük ve mümkün olduğu kadar da bütün kanıtları inceledik ve bu suçlar nasıl destekleniyor bunlara baktık ve 61 vakada bu suçlamaları destekleyecek yeterli kanıt göremedik” demekteler. Bu ifadeler, kendini mahkeme ve yargıç yerine koyan anlayışın kelimelerle dışa vurulmasından başka bir anlama gelmez. Ayrıca, rapora tarafsızlık sosu ve imajı katmak için Adalet Bakanı ve Büyükelçi Namık Tan ile herhangi bir görüşme yapmadan, alınan mektupların eklenmesi ise acemiliğin farklı bir tezahürü olsa gerek. Raporun ekine konulan Bakanlık mektubunda özetle; gazetecilik faaliyetleri yüzünden tutuklandığı iddia edilenlerin bir listesi kendilerine ulaştırılabilirse, gerekli incelemeyi yaparak, sonuçlarını paylaşmaktan memnuniyet duyacağını ifade etmiş. Aslında bu, CPJ’nin itibarını koruması için de önemli bir fırsat olabilirdi. Bakanlığın mektupta belirttiği öneriyi dikkate almadan, tek yönlü iddialardan bir kriz fotoromanı oluşturan ve buna cevap verme imkânı bulunmayan iki mektubu da tarafsızlık sosu niyetine raporuna ekleyen CPJ’yi ciddiye almak, hiç kuşkusuz, eskisi kadar kolay olmayacak! 

CPJ raporunun bu denli tartışılmasının temel nedenlerinden bir diğeri, 2011 ve 2012 raporları arasındaki derin uçurum olsa gerek. 2011’de “sadece 8 kişi gazetecilik faaliyeti nedeniyle yargılanıyor” diyen kurum, 2012 raporunda 76 kişilik bir liste yayınlayınca kafalar karıştı. Çünkü bu isimlerin tümüne yakını 2011’de de yargılanıyordu. Cevapsız soru şu; “2011’de gazeteci olarak değerlendirmediğiniz bu kişilerle ilgili ne değişti de, bugün gazeteci olarak gösteriyorsunuz?” Rapor, bu sorunun cevabını ortaya koymuyor. Hadi raporun yazımı sırasında bu konu atlandı, CPJ yetkililerinin PR çalışması sürecinde bu soruyu cevaplamaları gerekirdi. Hem CPJ bu soruyu görmedi, hem de rapora dört elle sarılanlar. Üzerinden günler geçmesine rağmen, bu sorunun cevabı hala yok!

Raporun temel amacının ‘mesaj vermek’ olduğunu ortaya koyan diğer bir olay ise CPJ yetkililerinin 2012 raporu için ekran ekran gezmeleridir. Bu çabalarda, cevapları konuşulmuş sorular üzerinden yürütülen bir PR çalışması izlenimi var! Gerçek ortaya konulmadığı zaman, bu ve benzeri çalışmaların tümü, iktidara karşı yürütülen; “mahalle baskısı”, “sivil dikta”, “Putinleşme”, “tek adam demokrasisi”, “dinsel milliyetçilik”, “dinci Kemalizm”, “statükocu reform” ve “RTE cumhuriyeti” gibi kavramlarla süre giden kampanyaların farklı bir tezahürü şeklinde değerlendirilir!

Siyasal pozisyonu gerçeği ortaya çıkarmaktan ziyade, iktidar karşıtlığı üzerinden biçimlendirmek, inandırıcılığı sorunlu hale getiriyor. Bunun somut alanlarından birisi de, basın ve ifade özgürlüğü. Türkiye’deki temel özgürlük çerçevesinin, güncel tartışmalara ve eleştirilere konu olmasını, demokratik standartların geliştirilmesi yönündeki toplumsal arzu ile ilişkilendirmek mümkün. Ancak, bu alandaki tartışmalar, inandırıcılıktan uzak bir abartı üzerinden, kullanışlı bir politik argümana dönüşünce işin renginin değiştiğini görmek lazım!

Bakın, yukarda ifade ettiğimiz ve basın-ifade özgürlüğüyle hiçbir ilgisi bulunmayan eylemlere müsamaha gösterebilecek bir hukuk devleti modelinden bahsetmek mümkün mü? Elbette, değil. Bununla birlikte, gazeteci olsun veya olmasın, bir tek kişinin bile düşünceleri nedeniyle mağduriyet yaşaması kabul edilemez. Ancak Türkiye’nin, terör eylemleri, şiddet övgüsü ve terör propagandasını engellemeyle ifade özgürlüğünü genişletme ihtiyaçları arasında hassas bir denge kurmaya çabaladığını da yok saymamak lazım!

Demokratikleşmeyi görmezden gelmek

Yapılan eleştirinin tutarlı olup olmadığının göstergelerinden birisi, gerçeği ortaya koymak ve bu gerçek üzerinden eksikliklere işaret etmektir. Ancak; demokrasi, özgürlük, barış, basın ve ifade özgürlüğü gibi kavramlar üzerinden konuşmayı gelenekselleştirmiş olanlarda bu tutumu görmek kolay olmuyor! Çizdikleri Türkiye resminde, değişen duruma ilişkin en ufak bir kanıta dahi yer vermemeye özen gösteriliyor. Bu nedenle, değişen tabloyu görmeme, yok sayma konusunda ısrarcı olanlara bir iki hatırlatmayı yapmakta yarar var.

Mesela; Anayasadan, AHİS ek. 13. protokol gereği, ölüm cezasına ilişkin hüküm çıkartıldı. Basımevi ve eklentileri ile basın araçlarının suç aleti oldukları gerekçesiyle müsadere edilmeyecekleri hükmü getirildi. Anayasanın 90. maddesinde yapılan düzenleme ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin anlaşmaların yasaların önünde yer alması sağlandı. Kişisel veriler ve bilgi edinme hakkı anayasal teminata kavuşturdu. Askeri yargının görev alanı daraltıldı ve sivillerin askeri mahkemede yargılanamayacağı teminat altına alındı. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanındı. Darbecilerin yargılanmasının yolu açıldı. Farklı dil ve lehçelerde yayın yapılmasına ilişkin düzenlemeler hayata geçirildi. AİHM’nin Türkiye aleyhine vermiş olduğu ihlal kararlarının sonuçlarını ortadan kaldıracak çalışmalar yapıldı. Adalet Bakanının, soruşturma açılması için savcılara talimat verme yetkisi kaldırıldı. İleriye yönelik yayın durdurma cezasına son verildi. Basılı yayınlara ilişkin toplatma kararlarını hükümsüz kılacak düzenleme hayata geçirildi. Basın ve yayın yoluyla işlenen suçlara ilişkin dava ve cezalara erteleme getirildi. Basın ve yayın yoluyla işlenen suçlarda, dava açılabilmesi için öngörülen süre artırılarak dava açma zorlaştırıldı... Bu liste daha da uzatılabilir.

Sonuç olarak; mesaj amaçlı raporlar üzerinden siyasal pozisyon almak, kendini yargıç yerine koymak, ‘siyasi komiser’ ve ‘mürebbiye’ edasıyla süreci analiz etmenin, bir kısmını sıraladığımız demokratik değişime ilişkin gerçeği örtemeyeceği açık!

[email protected]