Cumhuriyet demek, anayasanın asli kurucu unsuru millet demektir

Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
4.06.2021

Darbeci zihniyetin karanlık labirentlerinde tahrifata uğramış temel kavramlarımızı, anayasal zeminde gerçek anlamları ile tanımlayarak ve buna uygun uygulamalarla tahkim edersek, kendilerine itaati cumhuriyet, herkesin kendileri gibi inanmasını ve düşünmesini laiklik ve milli birlik zanneden demogojik slogan zemini ortadan kalkacaktır.


Cumhuriyet demek, anayasanın asli kurucu unsuru millet demektir

Hakimiyet, öncelikle anayasanın kurucu iradesi olmakla mümkündür. Çünkü onu yapan irade hakkın ne olduğundan başlayarak bu hakkın cari kılınacağı tüm sistemin kaynağını belirleyen otoritedir ve bu otorite kendisi ile çelişen iradeyi meşru kabul etmez. Cumhuriyet rejimlerinde hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olması, anayasanın milletin hak bilinci merkezli değerler sistemi ile uyumlu yapılıp bu doğrultudaki uygulamalarla gerçekleşebilir. Anayasa, milleti millet, vatanı da vatan yapan değerlerle örtüşerek milletin tecellisi olan devleti, millet iradesi doğrultusunda cari kılar. Aksi halde devlet ve milletin uyumunu bozan bir çatışma alanı ortaya çıkar. Buna aykırı bir anayasa milletin hakimiyetini ortadan kaldırıp onu yapan iradeyi egemen kılmaktan başka bir işlev taşımaz. Anayasaların üzerinde onu denetleyecek başka bir hukuki ve siyasi bir metnin hukuken olmaması millet iradesi dışında yapılmış anayasaları yapan iradeyi adeta tanrısallaştıran bir güce dönüşür.

Tanrısallık iddiası

Kenan Evren'in darbecilikten yargılandığı mahkemeye hitaben, hukukun temel kaynağı anayasayı yapan asli kurucu iktidarın kendisi olduğu gerekçesi ile mahkemenin onu yargılayamayacağı itirazı böyle bir tanrısallık iddiasını ifade ediyor. Bunun tek çözümü, anayasanın millet iradesiyle yapılarak, zaten onu millet yapan değerleri ile millet hakimiyetinin, milletin öncelikle kendine de hakimiyeti ile bu kontrolü sağlamasıdır.

Devlet neden kurulur?

Devlet, ülkede, bir halkın millet olma halinin sürdürülerek insanca bir yaşam kurmanın güvencesi, güvenliği için kurulur. Millet, bir toplumun birlikte yaşama ülküsü ile değer olarak tekamül etmiş, aile olmuş halini, vatan ise milletin değerleri ile mündemiç, çatısı gök kubbe olan üzerinde yaşanılan ülkenin bu ailenin evi olduğunu ifade eder. Vatan, milletin evi, millet, bu evde ikamet eden aile olarak bizi millet, ülkeyi de vatan yapan değerleri ifade eder. Milletin ve vatanın güvenliğini sağlamak öncelikli görevi olan devletin bu değerlerle uyuşmayan bir anayasası olması devletin asli görevinden sapmasına yol açar. Devletin hiçbir faaliyetinin anayasaya aykırı olamayacağı düşünüldüğünde, milletin değerlerine yaslanmayan bir anayasal ifade, cumhuriyet bilincinden de uzaklaşmış, vatan ve millet bilinci ile ayrışmış bir iradenin göstergesidir. Böyle bir iradenin milleti ve vatanı koruması beklenemez.

Meşruiyet ölçüsü

Şu veya bu şekilde tüm devletlerin en temel meselesi meşruiyetin temin edilmesidir. Meşruiyet ise temelde halkın hoşnutluğuna dayanır. Devletlerin meşruiyeti, sahip oldukları rejimler üzerinden halkın onayı ve hoşnutluğunu sağlayabildikleri ölçüde gerçekleşir.

Cumhuriyet rejimlerinde rejimin cumhuriyet olması onun milletin iradesine dayalı olmasıyla ve cumhuriyetin vasıflarıyla birlikte icra ediliyor olması ile anlam ifade eder. 20 Ocak 1921 tarihli Anayasanın 1. maddesi " Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir", 29 Ekim 1923'te de bu maddeye eklenen "Türkiye Devletinin Şekli Hükümeti, Cumhuriyettir." ifadesinde mürekkep olmuş ve bu irade, daha milli mücadelenin ortasında, milletin tüm unsurlarına haiz çoğulcu bir meclisin kaleminden tüm dünyaya ilan edilmiştir. Görüldüğü üzere Türkiye'de Cumhuriyet rejimi millet iradesine dayalı bir rejim olarak, milli mücadeleyi kurtuluşa taşıyan inanç ve mücadele içinden doğmuştur. Bu bağlamda cumhuriyet, devletin millet iradesinin dışında bir irade ile yönetilemeyeceğini ifade eder.

Anayasal zemin

Meşruiyet, milletin değerleri ile çelişmeyecek anayasal zeminde, milletin hak bilinci tatmin olduğunda sağlanır. Tüm devlet yapıları bu yönüyle bir kutsala yaslanır. Öneğin bugün kraliçeye bağlı devletler için bu kutsallık tanrının seçimini gösteren ve onu taşıyan kraliçe ile bütünleşerek onu kutsal kılan taçla ifade bulur. Bu sistemi kuranlar için taç, neyin hak neyin haksızlık olduğunu sembolize eden anayasadır. İngiltere'nin yazılı olmayan bu anayasası oradaki tüm yasallığın gerekçesini oluşturur ve işlevini merkezi otorite ile halk arasındaki dengeyi, aracı güçler olan bölgesel krallar(lordlar) ile halkın seçtiği temsilciler üzerinde kurduğu bu anayasal hukuk mekanı parlamento üzerinden dengeleyerek denetler. Böylece dinin ve devletin başkanı olarak (ona bağlı devletlerin), taçla bütünleşmiş kraliçe tacın buyruklarına bağlı kurulan parlamentoyu da kapsayan hukuki çerçevede otoritesinin meşruluğunu sağlamış olur. Kraliçe, İngiltere ile birlikte kendisine bağlı olan devletlerin siyasi ve hukuki durumunu belirleyen, sorgulanamayan en güçlü sembol olarak onların anayasal statüsünü ifade eder. Bu otorite dengesini, halkın meşruiyet inancını tatmin edecek şekilde sağlayamayan krallıkların yıkıldığını biliyoruz. Bu bağlamda, taçla bütünleşen bu krallık, bir anayasayla sınırlandırılmaksızın kendisinin anayasa olduğu ilginç bir örnek oluşturuyor. (Kilise ve devletin aynı kişide mündemiç olduğu bu ülkede laiklikten söz edilemezken Taksim Camii'nin açılışı üzerine İngiliz basınının Cumhurbaşkanını laiklik karşıtı olarak eleştirmesi dikkat çekiciydi.)

Kutsallık sadece monarşik devletlere mahsus değildir. Meşruiyet bir kutsalın(dokunulmazın) varlığını ve onun gerçekleşip gerçekleşmediğinin halkın hoşnutluğu ile ölçüldüğü bir durumu izah eder.

Cumhuriyetin kutsalı

Bu anlamda elbette cumhuriyet rejimleri de bir kutsala yaslanır ve bu kutsallık halkın dışında bir otoriteye değil, milleti millet yapan değerlerin merkezinde yer alan hak bilincine dayanır. Bu hak, halka onun iradesi dışında dayatılan bir inanç değil zaten onu millet yapan değerlerin merkezinde yer alan ve cumhuriyetin kutsalı, millet hakimiyetinin kayıt ve şart altına alınamayan, dokunulmazı olan hak bilincidir. İşte cumhuriyet, hakimiyetin bu hak bilinciyle özgürleşmiş (özgürleştirilmiş değil) millete ait olduğunu yani milletin, onu millet yapan hakkı gerçekleştirecek bir devlete sahip olduğunu ifade eder. Dolayısı ile rejimi cumhuriyet olan bir devlet bunu yerine getirdiğinde cumhuriyettir.

Kavramların tahrifi

Cumhuriyetin yaşatılması onun sahip olduğu gerçek anlamın ve unsurların gerçekleştirilmesi ile mümkündür. Özellikle cumhuriyet ile hiçbir ilgisi olmayan, cumhuriyet karşıtı darbeler, darbe girişimleri ile Türkiye'nin işgalini amaçlayanların, bunu demokratik ve laik cumhuriyet adına yaptıklarını ifade etmeleri demogojik olarak bu kavramların tahrif edilerek aşınmasına sebep olmuştur. Milletin hak bilincinin yerine getirilmesi anlamında milli hakimiyet(cumhuriyet), milletin meşruiyet kriteri olan adalet anlayışının da tanımıdır. Bunun dışındaki adalet söylemleri bu meşruluk zemininden uzaktır.

Demogoji (halk avcılığı) ile tahrif edilmiş algılar düzelmeden hiçbir şeyin düzelmesi mümkün değildir. Millet iradesini yansıtan yeni bir anayasa yapımında bu tahrifat ve aşınma onarılmalıdır. Bu kavramsal tahrifat giderilmediği sürece gerçeklik ve demogoji arasındaki çatışma Türkiye'nin gündemini işgal etmeyi sürdürecektir. Merhum Şerif Mardin özellikle Türkiye siyasetinin söz varlığında ortaya çıkan kavramsal tahrifatın kökenlerine ilişkin değerli çalışmaları ile dikkat çeker. Ancak bu çalışmalar tahrif edilmiş anlamları tedavüle sokan zihniyeti rahatsız etmiştir. Türkiye'de kuramsal çalışma ortamlarının olmayışında bu rahatsızlığın payı büyüktür. Düşüncenin muhatap bulmadığı bir mekanda var olmasının zorluğu malumdur. Buna rağmen Şerif Mardin'in böylesi eserler üretebilmesi belki de onun, eserleri ile tanışacağı muhataplarına ilişkin ümidiyle mümkün olmuştur. 20. yüzyıl, modern dinler olarak sahneye çıkan ideolojilerin bireysel, grupsal ve devletlerarası çatışma, yerine göre savaş ortamları ile geçti. İdeolojik devletlerin bu ideolojiye iman etmeyenlere hayat hakkı tanımaması tecrübesini dikkate alarak, bireyden başlayarak toplumun tüm kesimlerinin insanca yaşayabilmesini mümkün kılacak bir anayasayı üretmek zorundayız. Bu ancak milletin tüm bireylerini kuşatacak ve onların hoşnutluğunu mümkün kılacak, milletin temel değerleriyle uyumlu bir anayasa eliyle milletin hakimiyetinin temin edilmesi ile mümkündür.

Düşünce özgürlüğü

Haddini yani sınırını aşan her şey gibi kavramlar da anlamsal sınırlarının dışına çıkartıldığında gerçek anlamının aksi yönde bir anlamın misyonunu yüklenir. Bu nedenle kavramsal tahrifatı düzeltmek zor ancak onlar düzeltilmeden bozuk anlamlarla gerçeği ifade etmek mümkün değildir. Bu anlamda anayasamızın en temel kavramı olan cumhuriyetin 20 Ocak 1921 tarihli Anayasanın 1. Maddesinde tanımlanan ve 29 Ekim 1923 tarihli eklenen kavramsal bütünlüğü ile birlikte yeni yapılacak anayasada yer alması cumhuriyeti kuran iradenin açığa çıkarak, darbe süreçlerinin dehlizlerinde yontulan kavramsal tahrifatın düzeltilebilmesini sağlayacaktır. Aynı şekilde laiklik kavramının da ideolojilerin de devlet dini(ideolojisi) haline getirilemeyeceği, devletin dini ve ideolojisi olamayacağı temelinde ele alınıp insan olmanın ve özgürlüğün en temel zemini olan inanç ve düşünce özgürlüğünün güvence altına alınması gerekir.

Sonuç olarak; darbeci zihniyetin karanlık labirentlerinde tahrifata uğramış temel kavramlarımızı, anayasal zeminde gerçek anlamları ile tanımlayarak ve buna uygun uygulamalarla tahkim ederek gerçek anlamları ile buluşturabilirsek, kendilerine itaati cumhuriyet, herkesin kendileri gibi inanmasını ve düşünmesini laiklik ve milli birlik ve beraberlik zanneden demogojik slogan zemini ortadan kalkacaktır.

[email protected]