Cumhuriyet gayrimüslimleri

Aydın Nurhan
14.08.2020

Tanzimatla başlayan, Batı karşısında aşağılık kompleksi ve aslından, kendinden nefret eden Batıcı elit psikolojisinden farklı bir psikoloji ile karşı karşıyayız. Taşra geleneğini temsil eden yeni kentli nesil, Cumhuriyetin yükselme çağında olduğunun bilinciyle medeniyetinden, geleneğinden, tarihinden emin.


Cumhuriyet gayrimüslimleri

Tanzimatla başlayan Batılılaşma ve onun getirdiği pozitivizm neticesi önce laikleşme, ardından deizm, agnostisizm ve nihayet ateizm ülkemizde de görülmeye başlandı.

Muhtemel riskler

Batılı yaşam tarzının metropolleri sarmasıyla birlikte bazı modernistler dinin materyalizm karşıtı sınırlamalarından, benzer şekilde örneğin ezandan giderek rahatsız olmaya başladılar. Yüzde 99’u Müslüman olarak bilinen bir ülkede “Müslümanlıktan çıktım” demek cılız da olsa tepki doğurabilirdi. O nedenle bir insan deist de olsa “laik Müslümanım” demesi muhtemel riskleri önlüyordu.

İslam’ı terketme sürecindeki bireyin iç hesaplaşması bir noktadan sonra psikolojik nitelikten sosyolojik alana taşıyor, insanlar içlerindeki kaosu dışarı vuruyordu. Bu ruhsal kaos ve ondan doğan tepkisel davranışlar kamusal alanda “Müslümanın kendi diniyle sorunu”, yani islam içi samimi bir hesap olarak görülüyordu. Yani “Dinci laikçi kavgası”, her şeye rağmen Müslümanlar arası bir kavga idi.

Laikliğin dinlere eşit mesafe anlayışı Türkiye’de radikal yorumla yalnızca “İslam”a mesafeli olma pratiği olarak yerleşti, materyalist Batı yaşam tarzını benimseyen bazı insanlar ruhen İslam’dan uzaklaşmaya başladılar.

Kendine yabancılaşma

Yabancılaşma psikozu, içinde Osmanlı çöküşünün müsebbibi olarak İslam dininin görülmesini de kapsadığından, dine ve onun da ötesinde “kendine yabancılaşma”, ve nihayet “kendinden nefret”e vardı. Bu nefretle bazı Batıcı insanlar din ve geleneklerinden koptular.

Elitler arasında trend dine yabancılaşma, taşrada ise onu daha da sahiplenme yönünde oldu. İslam’a yabancılaşanlar iç psikolojik kaoslarını sosyal ortama taşıyıp din konusunda haşin ithamlarda bulundular. Taşra mütedeyyinleri tarihten gelen “öğrenilmiş çaresizlik”le uzun yıllar sessiz kaldılar.

20. yüzyılın ikinci yarısında demografi hızla değişti. Nüfusun yüzde 80’i şehirlere taşındı. Çaresiz, çekingen köylülerin çocukları artık cesur kentliler oldular. Kentli mütedeyyinler seslerini duyurmaya, taşra değerleriyle Batıcılara meydan okumaya başladılar. Hademenin başörtüsünün hoşgörüldüğü, kadın subayın başörtüsünün devletin varlığına dış düşmandan daha öldürücü bir tehdit sayıldığı zehirli ortam uzun ama kansız mücadele sonucunda huzura kavuştu.

Batıcılar istemeseler de, babalarının içinden çıktığı Anadolu değerleri ile barışmasalar da, “yanyana yaşam” mecburiyetini idrak ettiler. Günümüzde taraflar birbirinin varlığını, yaşam tarzını kabullenmiş görünüyor.

Öğrenilmiş çaresizlik

Bu arada şehir hayatı mütedeyyinleri de dönüştürdü, Batılı yaşamın dünyevi hazları o dünyanın gençlerini de pençesine almaya başladı. Başörtülü gençlerin kentli davranış tarzları ve zevkleri ebeveynlerinden giderek ayrışmaya başladı. Ancak bu noktada şu hataya düşmemek gerek: Tanzimatla başlayan, Batı karşısında aşağılık kompleksi ve aslından, kendinden nefret eden Batıcı elit psikolojisinden farklı bir psikoloji ile karşı karşıyayız. Taşra geleneğini temsil eden yeni kentli nesil, Cumhuriyetin yükselme çağında olduğunun bilinciyle medeniyetinden, geleneğinden, tarihinden emin. Aslından, kendisinden nefret etmiyor. İslam’da devrim düşünmüyor. Yaşayarak, doğallıkla evriliyor.

Tanzimat ile spiritüalizmden materyalizme radikal şekilde savrulan sarkaç günümüzde ortaya iyice yaklaşmış, 200 yıllık kaotik geçiş dönemi durulmaya başlamış görünüyor. Bu nedenledir ki artık “laik Müslümanım” sözünün arkasına gizlenen deist veya ateistler kimliklerini çekinmeden sergileyebiliyorlar. Bu cesaret Aziz Nesin ve benzeri entelektüeller döneminin cesaretinden farklı bir cesaret. Zira o devirde mütedeyyin köylünün öğrenilmiş çaresizlik içinde tepki vermesi zaten düşünülemezdi, cesaret gerektirmezdi. Bugün ise dengeli bir barış dönemine girilmiş bulunuyor.

Ortak yaşam terbiyesi

Geldiğimiz nokta, artık medeni şekilde “bir arada ortak yaşam” terbiyesine yaklaşılan bir nokta. Henüz “birarada” diyemeyiz, ama “yanyana” tabiri bu geçiş dönemine uyan bir tanım olacaktır. Vaktiyle Osmanlı gayrı-müslimleri ile Müslümanlar asırlar içinde birlikte, birbiri ile hürmet ve ahenk içinde yaşamayı becermişlerdi. İstanbul ve İzmir’de “Ah nerede bizim Ermeni, Rum komşularımız” sözleri sıkca duyulur.

Gönül ister ki, Cumhuriyet gayrimüslimleri de artık kendilerini gizlemesinler, açıkça “gayrimüslimim” desinler. Ve nihayet Müslümanlar dinden çıkan yeni gayrimüslimlerimize saygı göstersinler, gayrimüslimlerimiz de artık başörtüsü vb. konularda “herkesin dini ve inancı kendisine” desinler.

Yavaş yavaş lumpen kompleksinden, görgüsüzlüğünden ve saygısızlığından çıkıp kentsoylu olmaya başlıyoruz. Osmanlı gayrimüslimleri ile müslümanları arasındaki saygı ve hürmet Cumhuriyet gayrimüslimleri ile Müslümanlarına örnek olsun.

[email protected]