Cumhuriyet tasavvurunun toplumsallaşması

Doç. Dr. ERTAN AYDIN/Siyaset Bilimci
15.12.2012

En geniş anlamıyla “gücünü halktan alan idare” anlamına gelen cumhuriyet kavramının içeriği dönüştürülerek halktan kopuk, belli bir elit zümrenin güç temerküz ettiği otokratik bir yapıya ve çevrenin değerlerini dışlayan bir hayat tarzına indirgendi.


Cumhuriyet tasavvurunun toplumsallaşması

Başbakan Erdoğan 2013 yılı bütçe görüşmelerinin açılışında yaptığı konuşmada AK Parti iktidarının asla cumhuriyetle bir hesaplaşma içinde olmadığını, tam tersine cumhuriyete çok şeyler kazandırdığını ve yaptığı “rekor hizmetlerle” onu çok yüksek seviyelere çıkardığını belirtti.  Dahası Erdoğan, Cumhuriyet döneminin ekonomi ve sağlık hizmetlerinden, eğitim ve altyapıya kadar uzanan alanlarda rekor seviyelerine ulaşan başarısının yine Cumhuriyetin ta kendisi olduğunu, bundan dolayı Cumhuriyetin fertleri olarak, herkesin gurur duyması gerektiğini ifade etti. Aslında, bu konuşmada Erdoğan’ın, örtük olarak, rakip cumhuriyet algılarına işaret ederken, Türkiye’deki siyasi mücadelenin cumhuriyet ile onun karşıtları arasındaki değil, bu farklı cumhuriyet vizyonları arasında olduğunu da göstermektedir.

Türk siyasi tarihi üzerine yapılan çalışmalar, Birinci Meclis’in ortaya koyduğu çoğulcu ve demokratik cumhuriyet iradesi ve bu iradeye sadık olmaya çalışan anlayışlarla 1930-1950 arası tek parti iktidarları ve sonrasındaki seri askeri darbe dönemlerinin temsil ettiği “demokrasiden arındırılmış cumhuriyet” anlayışları arasındaki keskin ayrıma işaret etmektedir. Esasında, bu tarz bir ayrım, Türk siyasetini çalışan Şerif Mardin, Nilüfer Göle, Metin Heper ve Ergun Özbudun gibi önemli akademisyenlerin “merkez-çevre” kavramsallaştırmalarından tutun da “çoklu modernite” (multiple modernities) tartışmalarına kadar altını çizdikleri tespitlerle de örtüşmektedir. Buna göre, Türkiye’de cumhuriyet rejimini “kağıt üzerinde” idare eden merkezdeki elitler, uygulamada ortaya koydukları performansla cumhuriyetin epistemolojik ve etik temellerini işlevsizleştirmeye dönük çabalar içerisinde oldular.

Cumhuriyet neden sorun olsun?

En geniş anlamıyla “gücünü halktan alan idare” anlamına gelen cumhuriyet kavramının içeriği dönüştürülerek halktan kopuk, belli bir elit zümrenin güç temerküz ettiği otokratik bir yapıya ve çevrenin değerlerini dışlayan bir hayat tarzına indirgendi. Paradoksal bir biçimde, bu yapı modernleşmenin yegane enstrümanı olarak görülerek rakip modernleşme projeleri tasfiye edilmeye ve dışlanmaya çalışıldı. Sonuçta rakip çağdaşlaşma serüvenleri ve kültür sermayelerinin geriliminden müteşekkil farklı farklı cumhuriyet tasavvurları oluşmaya başladı. Bu cumhuriyet tasavvurlarını kabaca “otoriter” ve “demokratik” şeklinde ikiye ayırmak mümkün.

Değişik cumhuriyet tasavvurlarının özelliklerini tartışmadan önce, başlangıçta niçin Anadolu Müslümanları arasında cumhuriyet rejimi konusunda güçlü bir konsensüs olduğu üzerinde de durmak lazımdır.

1923 yılında imparatorluk mirasını dönüştürerek ilan edilen Cumhuriyet rejimi, hem Osmanlı’dan devralınan “devletin” bekası için gerekli görüldüğü gibi, hem de bu devletin Müslüman vatandaşlarının kurtuluşu ve egemenliği için zaruri bir adım olarak kabul edilmiştir. Balkan savaşlarından 1922’ye kadar uzanan 10 yıllık savaşlar ve travmaların ardından kozmopolit bir imparatorluğun kendi bağımsızlık ve kurtuluşlarını temin edemeyeceği fikri kabul görmüş ve milli egemenlik ilkesine dayalı bir cumhuriyetin, onların politik teolojisinde “Müslümanların kurtuluşu” fikri ile özdeşleşmiştir. Dünyadaki siyasi eğilimlerin realist bir okumasına ve hatta dönüştürülmesine yönelik bu önemli adım, o dönemin Müslüman elitleri ve kamuoyu tarafından coşkuyla benimsendiği için, Cumhuriyet dönemi boyunca, bu rejimin temel ilkelerini tehdit edip, saltanatı geri getirmeye yönelik hiç bir ciddi girişime rastlanmamaktadır. Yine unutmamak gerekir ki, bu siyasi-teolojik konsensüse Türkiye’nin Kürt kökenli Müslüman vatandaşları da dahil olagelmiştir. Cumhuriyet’in ilk yirmi yılında, Mehmet Akif Ersoy gibi belli konularda muhalif görüşleri olan aydınlar da hiç bir zaman cumhuriyet ilkesine itirazda bulunmamıştır. Zira cumhuriyet fikrinin, Namık Kemal neslinden devralınan özgürlükçü ve liberal Müslüman vatanseverliği ve anayasacılığı ile bağları olduğu gibi, Birinci Dünya Savaşı sonrası dünya siyaseti içinde devletin bekası ve yıllardır Avrupa güçleri tarafından dışlanan ve küçük düşürülen Müslümanların eşitliğinin savunulması açısından gerekliliği herkes tarafından kabul görmekteydi. Cumhuriyet rejiminin ilanı ve sonrasında, bu rejimin Türkiye’de hiç bir meşruiyet sorunu olmamıştır. Cumhuriyet rejiminden toplumun bazı kesimlerini soğutan gelişmeler, 1930’lu yılların dışlayıcı etnik milliyetçilik ve katı laiklik politikaları olmuş ve bu politikalara karşı gösterilen tepkiler ise Cumhuriyet rejimini reddetmek değil de, yine başlangıçtaki cumhuriyet konsensüsünü canlandırmak isteğiyle gerçekleşmiştir. 1950 seçimlerinden sonra iktidara gelen Demokrat Parti’nin muhafazakar cumhuriyetçiliği, ilk icraat olarak zorla Türkçe okutturulan ezanın tekrar Arapça okunmasını serbest bırakarak cumhuriyet ilkesini inkar değil, ihya etmekteydi. Menderes ve Özal dönemiyle özdeşleşen demokratik ve Müslüman Cumhuriyet vizyonları, Türk toplumunun uzun dönemde her türlü mağduriyetlerine rağmen Cumhuriyet rejiminden küsmeyip, bilakis çözüm olarak cumhuriyet ilkesini canlandırmayı görmelerine yol açacaktır.

Toplumsal merkezin kodları

AK Parti’nin iktidara geldikten bu yana ortaya koyduğu performans daha çok demokratik cumhuriyet tasavvuruna hizmet eden ve toplumsallaştıran bir zihniyete dayandığı söylenebilir. Son on yılda, darbelerle ve çetelerle mücadeleden tutun da, Avrupa Birliği’nin normatif evrensel değerleriyle daha fazla yakınlaşmaya, güçlü liberal ekonomik kalkınmadan reform niteliğinde anayasal düzenlemelere kadar, AK Parti, cumhuriyetin yeniden demokratik bir hüviyete kavuşmasında önemli katkılar yapmıştır. Dahası, AK Parti iktidarlarıyla birlikte Türkiye’de ilk defa farklı etnik, dini ve kültürel kimlik taleplerinin kendilerini siyasal alanda rahatlıkla ifade edebildikleri demokratik kanallar açılmıştır.

Denebilir ki, AK Parti’yle beraber Türkiye tüm kimlik taleplerine ontolojik alan açılmıştır. CHP iktidarlarının temsil ettiği otoriter cumhuriyet tasavvurunun dayandığı tek tipleştirici, asimile edici ontolojik çıkış noktası yerini, Türkiye’nin çoğulcu yapısına uygun yeni bir ontolojiye bırakıyor. Eskiden belli bir elitin ben idraki tüm toplumsal alanı domine ediyor ve toplumun çoğunluğundaki idrakle çatışıyordu. 2001’de bu çatışma Türkiye’deki toplumsal merkezin kodlarıyla örtüşmeyen bir hal alarak büyük bir krize yol açmıştı. AK Parti hem bu çatışma halindeki ben idraklerini barıştırdı, hem de toplumun merkezindeki idraki devletin idrakine dönüştürdü. Jakoben zihniyetin derinleştirdiği ve kırılgan hale getirdiği kimlik fay hatlarını, AK Parti siyaseti devletin ontolojik güvenlik alanının dışına çıkarmıştır. Bundan ötürü Türkiye’de farklı kimlikleri devlet ötekileştirmekten çıkarıp, ben idrakinin hudutları içerisine almıştır. Üstelik ontolojik güvenlik alanından devlet nazarında bir takıntı haline gelmiş konuları çıkararak, AK Parti, tüm toplumsal kesimlerin kaygı ve endişelerini giderici bir misyon üstlenmiştir.  Bu anlamda, AK Parti’nin dini, etnik ve sosyoekonomik olarak farklılık arz eden tüm toplumsal kesimlerden oy alabilmesi manidardır.

Ontolojik güvenlik alanı

Daha evvel, devletin ontolojik güvenlik alanını tanımlayan otoriter cumhuriyet eliti bu alana o kadar çok içerik eklemişlerdi ki, hangi konuya el atılsa tartışılamaz haldeydi. Alevilik, Kürtlük, İslamcılık gibi konular tabu olarak benimsenmiş ve üzerine yorum dahi yapılamaz bir nitelik arz etmekteydi. AK Parti ontolojik güvenlik alanına hapsedilmiş bir çok konuyu tartışılabilir hale getirerek bu alanın marjlarını genişletti. Artık her konunun kamusal alanda rahatlıkla tartışılabildiği, Jürgen Habermas’ın deyimiyle demokratik bir iletişim etiğinden bahsedilebilir. AK Parti, daha evvel ötekileştirilen kimlikleri güvenlik alanına hapseden değil kültürel zenginliğin parçası haline getirmiştir. Türkiye’de siyaset bugüne kadar laiklik, irtica, bölücülük gibi kavramlar etrafında dönerken, bugün toplumun tüm kesimlerine temas eden konular siyasi tartışmaların konusu haline gelerek, büyük bir açılım sağlanmıştır. Daha doğru bir ifadeyle, AK Parti Türkiye’de siyasetin tartışma kodları ve biçimlerini 1923 Cumhuriyet konsensüsünün verdiği güvenle yeniden inşa edebilmiş, demokratik standartlara uygun kodları merkeze taşıyarak siyaset yapma biçimine nitelik kazandırmıştır. Artık, Türkiye’de devletin ontolojik güvenlik algısı toplumla çatışmadığı gibi, devlet ile millet arasındaki bu açığın kapandığı görülüyor. Tam da bu noktada, Erdoğan’ın, cumhuriyetle hesaplaşmıyoruz, onu yüksek seviyelere çıkarıyoruz demeci daha iyi anlaşılmaktadır. AK Parti, Devlet ile millet arasındaki kopukluğu gidererek, milletin hassasiyetlerini merkeze taşımak ve bu suretle cumhuriyeti belli bir zümrenin değil çoğunluğun malı haline getirip onu ehlileştirmek gibi bir misyon üstlenmiştir.

Oysa bugünlerde bir takım liberal ve sol çevreler, Çamlıca’ya camii inşaatı ve Muhteşem Yüzyıl dizisi etrafındaki tartışmalardan hareketle, AK Parti yönetiminin giderek muhafazakarlaştığı, otoriterleştiği ve dayatmacı politikalar içerisine girdiğine dair eleştiriler yöneltmekteler. Türkiye’de her konuda olduğu gibi bu konularda da muhakkak değişik kesimlerin değişik fikirleri ve eğilimleri olacaktır. Bugünün Türkiye’sinde hiç bir konuda herkesin aynı şekilde düşünmesi mümkün değildir. Zaten bu yüzden çoğulcu demokratik siyasetin mekanizmaları önem kazanmaktadır.

Sanal korkular, yapay tartışmalar

Eğer 17. yüzyıl başındaki İstanbul’da bugünkü gibi bir çoğulcu demokrasi olsaydı, o dönemde inşa edilmekte olan Sultanahmet Camii içinde pek çok itiraz sesi duyulabilecekti. Ayasofya Camisinin tam karşısına böyle bir Cami yapmanın ne anlamı var diye soran insanlarda muhakkak olacaktır? Ancak, bugünkü eleştirilerin asıl problemi, bunu yapan insanların Cami projesinin bir Cumhuriyet karşıtı hamle olarak göstermeye çalışmaları ve olması gereken tartışmanın eksenini çarpıtmak istemeleridir. Bu “cumhuriyet ve karşıtları” eksenli eleştirileri yöneltenlerin unuttukları veya görmezden geldikleri önemli bir kaç tespitin altını çizmekte fayda var. Öncelikle, AK Parti’ye oy veren kitlenin kahir ekseriyetinin muhafazakar ve dindar bir kimlik algısına sahip oldukları gerçeği göz ardı edilmektedir. Bu manada AK Parti için dayandığı kitlenin hassasiyetlerini gözetmekten daha doğal ve demokratik ne olabilir? Üstelik, AK Parti muhafazakar kitleyle cumhuriyet tasavvuru arasındaki kopukluğu giderip, cumhuriyete sahip çıkmalarını sağlayarak, aslında ironik bir şekilde bu eleştirileri yapan liberal ve sol unsurlar için ülkenin daha yaşanabilir ve güvenli olmasını sağlıyor. Gerek camii inşaatı gerekse de Muhteşem Yüzyıl dizisi üzerinden “cumhuriyet elden gidiyor” seklinde ajitasyon yapanlar, esasında, tek parti dönemi otoriter cumhuriyet tasavvurunun yaydığı korkuları tekrar canlandırmaya vesile olmaktadırlar. İronik olan, eski statükocu korkuların ve hurafelerin yeni dönem statüko karşıtı sol ve liberal çevrelerin ontolojik çıkış noktasını oluşturmasıdır. Dahası, tek parti dönemi jakoben siyaset anlayışına dayanan bu ontolojik çıkış noktası günümüz toplumsal gerçekliğini sürekli teğet geçmektedir. Bundan dolayı, bu anlayış reel olanı tanımlamakta güçlük çekmekte ve toplumsal meşruiyetin hangi parametreler üzerinden sağlandığını kavrayamamaktadır. Erdoğan’ın bütçe konuşmasında ifade ettiği şu cümleler bütün tartışmayı özetler nitelikte: “on yıllar boyunca Türkiye, yapay tartışmalarla, sanal korkularla, kendi milletini, kendi evladını iç düşman ilan eden, Cumhuriyet tehlikede, laiklik elden gidiyor, irtica geliyor diyerek paranoya üreten bir zihniyetle enerjisini kaybetti...”

Türkiye, otoriter cumhuriyet tasavvuru ve bu tasavvurun ürettiği ön yargıları bertaraf edemedikçe Başbakan’ın sözünü ettiği zihinsel enerji kayıpları devam edecektir. Demokrasiyle bağları daha muhkem hale getirilmiş cumhuriyet tasavvurunun toplumsallaşması, Türk siyasetinin de daha sağlıklı bir seviyeye gelmesi için kaçınılmaz görülmektedir.

[email protected]