Cumhuriyeti kim demokratikleştirdi?

Prof. Dr. Mazhar Bağlı / Akademisyen, Yazar
12.11.2022

Cumhuriyetin tamamlayıcı özelliği olan "demokratikleşmeyi" kimler sağladı? Kim bu sistemin tesis edilmesi için bedel ödedi? Halkın iradesi ne zaman ve nasıl sisteme dahil oldu?


Cumhuriyeti kim demokratikleştirdi?

Son zamanlarda çarşıda- pazarda, okulda-camide, televizyonlarda-köşe yazılarında, evlerde ve dahi siyasi arenada en çok bahse konu edilen şey denilebilir ki sahip olduğumuz siyasi rejimin, yani cumhuriyetin kadınlara, erkeklere, kızlara-oğlanlara, çalışanlara çalışmayanlara, köylülere-şehirlilere ve hatta ebeveynlerimiz tarafından bize verilen isimlere kadar onun bahşettiği büyük kazanımlardır.

Sözümona namaz kılmak için gittiği camide Cuma hutbesini okuyan imama bu kazanımlar üzerinden müdahale etme hakkını dahi kendinden bulan bir kamuoyu oluşmuştur. "Hoca! Benim adım Yorgo değil ve Muhammed ise bu cumhuriyet kazanımları sayesindedir ve sen hutbede nasıl bundan bahsetmezsin" diye çıkışan aileden hadsizlerin haddi hesabı yok artık.

Her vatandaşın borçlu olduğu bir cumhuriyet kadrosu ve kazanımları olduğu fikri çok yaygın olarak işleniyor ve dillendiriliyor. Bunun nerelere kadar gideceğini sosyolojik olarak tahmin etmek cidden kolay değildir. Güneşin doğması, yağmurun yağması, gece ve gündüzün olması dahi bu kazanımlar sayesinde oluyor denilecek noktaya gelindi.

Kimin zaferi?

Peki bu kazanımların elde edilmesinde biz sıradan vatandaşların, ulusalcı olmayanların ve eziklerin (!) hiçbir katkısı olmamış mı? Cumhuriyeti kuran kadrolar sadece kendi başına mı gidip gavurlarla harp ederek bir istiklali başardılar? Adının Yorgo olmaması için köylü Mehmet efendi, vatandaş Rıza bey hiçbir gayret göstermedi mi? Hepimiz ağaç kovuğunda yaşıyorduk, hiçbir medeniyet alameti üzerimizde yoktu ve birileri gelip elimizden tutup bizi o kör kuyulardan ve mağaralardan silah zoruyla mı çıkardı? Şu an içinde yaşadığımız hayatı Tanrı'dan önce onlar mı bize bahşettiler? Cumhuriyetin kendilerine yaşamayı bahşetmiş olan biz "kulların" daha önce hiçbir vizyonu, medeni kültürü, değişim iradesi ve hayali yok muydu? Bizler mağaralarda, dağlarda ormanlarda ve hiçbir medeniyet emaresi göstermeyen doğada vahşice, gördüğü her hareketli canlıyı elindeki mızrakla vahşice katledecek ve üzerinde sadece avret yerlerini örten bir deri parçası giyinmiş başıboş dolaşan yarı hayvansı yaratıklar mıydık? Yani vatandaşın hiçbir ufku, hiçbir medeni zekası yok muydu? Her şeyi onlara cumhuriyet mi bahşetti? Bu konulardaki maksadını aşan hadsiz tartışmalara kabaca baktığımızda ne yazık ki çizilen tablo budur. Hatta konu çoğu zaman sınırsız bir had bilmezliğe kadar gidiyor. Cumhuriyet kazanımları üzerinden millete çemkirenlerin en çok dile getirdikleri lütuf ise, halkın iradesinin yönetime yansımasını sağlayan "demokratik bir sistemin" tesis edilmiş olmasıdır.

Hakimiyet-i milliye

Peki sahiden ulusalcı Kemalistler demokratik bir cumhuriyet mi kurdular? Cumhuriyetin tamamlayıcı özelliği olan "demokratikleşmeyi" kimler sağladı ve kim bu sistemin tesis edilmesi için bedel ödedi? Halkın iradesi ne zaman ve nasıl sisteme dahil oldu? Hakimiyeti sultanın elinden alıp halka veren bu ekip ve bu erdemli sistem niçin halka hiçbir zaman güvenmedi ve hala da güvenmiyor?

Daha öncesine gitmeye gerek yok, Cumhuriyetin ilanından bu yana ülkede politika yapan aktörleri ve siyasi görüşleri kabaca andığımızda kimin veya hangi sosyolojik grubun cumhuriyetçi oldukları ve aynı zamanda da onu demokratikleştirdikleri çok açık bir şekilde görülecektir aslında. İsmet İnönü mü ülkeyi demokratikleştirdi Ali Adnan Menderes mi? Demokrasi için kim bedel ödedi? Kemalist ideolojinin ikinci kurucu babası olan Kenan Evren mi laik cumhuriyeti demokratikleştirdi Turgut Özal mı? Bülent Ecevit mi cumhuriyeti demokratikleştirdi Necmeddin Erbakan mı? Cumhuriyetin ilanından sonra ülkede ulusalcı Kemalistlerin doğrudan ve dolaylı olarak yönettiği kaç darbe yaşandı?

Borç çetesi

Demokrasiden ve yönetimden anladıkları tek şey cuntacılık olan bir ideolojiyi tevarüs eden bir ekip, muhafazakarların onlara sağladığı demokratik ortamın imkanları ile onların borç çetelesini tutmaya devam ediyorlar. Başbakanların idamı karşılığında demokratikleşen cumhuriyetin nimetlerinden yararlanan ulusalcılar bu ortamın imkanlarıyla elde ettikleri güç ile muhafazakarları sistemin dışına itebildiler.

Bilindiği gibi siyaset, toplumdaki gruplar arasında yaşanan anlaşmazlıkları ve çıkar çatışmalarını idare etme sanatıdır. Daha iyi olduğuna inanılan bir konuma toplumu taşıma sanatıdır ve iktidarın yönetimini elde bulundurmaya çalışmaktır.

Siyaset, çoğu zaman gündelik sorunların çözümü için üretilen projeleri ifade eden "politika" ile eş anlamlı olarak kullanılır. Oysa siyaset yöneten ve yönetilen ilişkisi üzerine inşa edilen bir sistemdir. İnsanlığın en kadim çabasının "kusursuz bir düzen" keşfetmek olduğunu dikkate aldığımızda siyasetin zor ve kutsal bir iş olduğunu söyleyebiliriz.

Türkiye'de "kusursuz düzen" hayali, devlet ve toplum için birbirinden çok farklı içeriklere sahipti uzun bir süre. Bundan dolayı da devlet ile toplum arasında "idare edilebilir" olmanın ötesinde bir çatışma yaşanmıştır hep. Ki bu karşıtlığın idare edilebilir bir hale getirilmesi için yürütülen politikaların bir gereği olarak her on senede bir ulusalcılar tarafından askeri darbeler gerçekleştirilmiştir. Darbelerin tamamı için söylenebilecek tek ifade, halkın iradesinin yönetime yansımasını engellemektir. Yani cumhuru katletmektir. Ve tabii ki de var olan cumhuriyetin demokratikleşmesini silah zoru ile engellemektir.

Mandacılık peşinde koştular

Cumhuriyet kazanımlarını biz size bahşettik diyenlerin yaslandığı sosyoloji İstiklal Harbi sırasında mandacılık peşinde koşarken muhafazakarların öncü isimlerinin tamamı "Hürriyet ve Cumhuriyet" diye diyar diyar gezip halka cumhuriyetin "erdemini" anlatıyorlardı.

Said-i Nursi, okuduğu medresede çorbasının içindeki buğday tanelerini karıncalara ikram ederken bunun nedenini soran kardeşine, karıncaların cumhuriyetçi bir koloni olmalarından duyduğu heyecan ile açıklar.

Evet, Osmanlı mirasına son derece saygılı bir kitledir muhafazakar kesim ama ölü bir bedenin dirilemeyeceğinin de bilincindedirler. O devir kapandı, yeni bir dönem başladı. Muhafazakarların itirazı yeni olan sisteme değildi, değildir. Bu maskenin arkasına gizlenerek gerçekleştirilen entrikalara bir itirazları oldu her zaman.

'Şahitlerin bilahare dinlenmesine'

Nitekim günümüze kadar gelen bir cunta geleneğini başlatan 30 Mayıs 1876'da Serasker Hüseyin Avni Paşa önderliğinde Sultan Abdülaziz'e karşı yapılan darbenin, ki bu aynı zamanda tüm diğer darbelerin de anası sayılır, asıl amacının iddia edildiği gibi "iktidar" ve iktidar etme biçimi olmadığı aksine planlı bir katliam ve cinayet olduğu görüldü ve kanıtlandı. Cumhuriyet ve hürriyet iddiaları ile yola çıkanlar rejimin değişmesi ile yetinmediler. Reddi mirasta bulundular, halkı aşağıladılar, inançlara hakaret ettiler ve hepsinden önemlisi halka rağmen halk için iktidar olmanın yolunu açtılar kendilerine. Yönetimde artık söz sizde dediler ama hiçbir zaman onlara gerçekte bir söz hakkı vermediler. Gerçek anlamda "söz milletin" diyenlerin akıbeti, ibreti alem olsun diye darağacı oldu. Millet söz hakkı sahibi olmaya her yaklaştığında gereğini yaptılar. Her ne kadar bunlardan bazıları (askeri darbeyi meşru gören Emre Kongar gibi) bu derebeylikleri yeni rejimin yerleşmesi ve meşruiyet kazanması amacına matuf olduğunu söylese de gerçekte asıl amaç bir toplum mühendisliğiydi. Bu kirli tezgahı gören halk da hep bunlara sırtını döndü ve dönmeye de devam edecektir.

1876'daki cuntacıların niyetini ve amacını gören ve buna dayanamayıp darbecilerin kabinesini basan Çerkez Hasan o gün beş kişiyi öldürdü ve darbelere karşı halkın attığı bu ilk adım, büyük bir Anadolu irfanına dönüştü. Bu irfan cumhuriyeti demokratikleştirecek bir geleneğe, sağ siyasete dönüştü ve onun karşısındaki maceracı ittihatçılar da darbeciliğe, Ulusalcı Kemalizme dönüştüler. Bu iki yapıdan hangisinin daha ayrıştırıcı ve kindar olduğunun en açık göstergesi Menderes ve arkadaşlarının idam edilmesidir ki bu kararı veren sözümona mahkeme başkanı olan hakim, "sanıkların idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine" ifadesi ile tüm bir tarihi özetlemiştir.

Son olarak, kim ne derse desin, nasıl okursa okusun cumhuriyet rejimi hiç kuşkusuz büyük bir devrimdir ve kazanımdır. Bu kazanımın elde edilmesinde her bir vatandaşın tek tek büyük bir emeği, kanı vardır teri vardır. Hepsine minnettarız. Ancak rejimin sadece cumhuriyet olmasının hiçbir kazanımı ve anlamı yoktur. Dünyadaki anti demokratik cumhuriyetlerin imparatorluklardan, krallıklardan ve derebeyliklerden hiçbir farkı yoktur. Ne zaman ki cumhuriyet demokratikleşti işte o zaman bu kazanımlar her bir bireyin hayatında bir konforu neden oldular. Cumhuriyetin ilanından bu yana geçen tarihe kısaca bakıp tekrar kendi kendimize soralım: Peki kim bu cumhuriyeti demokratikleştirdi? Menderes mi İnönü mü? Ecevit mi Erbakan mı? Baykal mı Özal mı? Bugün de onu daha da demokratikleştirecek olan Erdoğan mı Kılıçdaroğlu mu? Takdir sizlerin...

Cumhuriyetin gerekliliği ve varlığı ile ilgili toplumun genelinde herhangi bir sorun yaşanmadı ve yaşanmıyor, esas olan onun olduğu içeriktir ve bu konu doğrudan bizzat onun varlığı ve sağlığı ile ilgilidir. Unutmamak gerekir ki hasta bir cumhuriyetin gideceği yer kışladır. Onu iyileştirecek olan da insan hakları, özgürlükler ve demokrasidir.

[email protected]