Cumhuriyeti kutlamak: Cumhuriyetten demokratik imparatorluğa

Doç. Dr. Bengül Güngörmez / Uludağ Üniversitesi
17.11.2019

Kuvvetli bir göç dalgasına maruz kalmış, savunma sanayini hızlı bir şekilde geliştiren, gün geçtikçe nüfusu ve nüfustaki çeşitliliği artan, bölgesinde giderek güçlenen ve sınır ötesi harekât düzenleyen, dünyanın her yerinden gelen yabancı öğrencilere Türkçe öğretip yetiştiren Türkiye kendi bekasını nasıl tayin edecek? Göçün yarattığı problemlere hangi vizyonla yaklaşacak? Sorunlarımız dar ulus devlet vizyonuyla ne kadar çözülebilir?


Cumhuriyeti kutlamak: Cumhuriyetten demokratik imparatorluğa

Geçtiğimiz günlerde cumhuriyetimizin kuruluşunun 96. yılını ülkemizin irili ufaklı pek çok kentinde kutladık. Evvelâ geçit törenleri, saygı duruşu ve anıtlara çelenk koyma ile başlayan kutlamalar, akşam belediyelerin dev bütçeler ayırdıkları konserlerle, havai fişekler ve fener alaylarıyla devam etti. Toplumun her kesiminden insanlar, aileler, çoluk çocuk ellerinde bayraklar meydana koşup kutlamalara sevinçle katıldılar. Bütün bunlar olurken, insanlar coşkuyla cumhuriyeti kutlarken akademik bir dergi olan Liberal Düşünce Dergisi son sayısını “İmparatorluk” dosyası adı altında çıkardı. Herkesin yaptığı gibi cumhuriyeti övüp duran bir sayı çıkarmak yerine acaba neden imparatorluk üzerine düşünmek tercih edildi? Liberallerin bu konuda payına düşen nedir? 

Sanırım yıllar önceydi, Cogito Dergisi’nin Cumhuriyet Alkışla Olmaz adlı bir sayısını almıştım. (Cogito Dergisi, Sayı 15, 1998) Sayı, 75. yılında cumhuriyetimizin geldiği noktayı cumhuriyet hakkında dünyadaki fikirlerle mukayeseli olarak inceliyordu. Mesele daha çok cumhuriyetin yerine getirilmemiş vaatleriyle ilgiliydi. Bu vaatlerin yerine getirilmemesini solun refleksleriyle eleştiriyordu. Benim ve Mehmet Zeki Duman’ın editörlüğünü yaptığımız Liberal Düşünce Dergisi’nin İmparatorluk sayısı ise bu ufkun çok daha ötesinde hazırlandı. Sınırları keskin bir şekilde çizilmiş, tek parti yönetiminin amentülerini tekrarlayan dar vizyonlu, anti-demokratik bir cumhuriyet olarak mı kalacağız yoksa cumhuriyetin değerlerini daha üst seviyeye taşıyan güçlü demokratik bir imparatorluğa mı dönüşeceğiz? Sanırım bu soruyu sormak entelektüel açıdan da olsa eğlencesine cumhuriyet kutlamaktan daha esaslı bir “cumhuriyeti kutlama” girişimi. Zira kurucu babalar cumhuriyeti ne olursa olsun kendilerinden sonra gelecek genç nesillere armağan etmişlerdir. Bunun anlamı kendilerinin attığı adımı çok daha ileriye götürme arzusudur. 

Kendiliğinden doğan düzen  

Söylemek gerekir ki cumhuriyeti kutlamanın havai fişek atmaktan başka yolları da olabilir. Bu yollardan birisi de ufkumuzu genişleten çoğul girişimlerde bulunmaktır. İmparatorluk üzerine düşünmek bu girişimlerden yalnızca birisidir. Çağımızın büyük ve güçlü devletleri imparatorluk vizyonuna sahiptir. Bu devletler sadece sınırlarının içi ile değil, dışıyla hatta okyanus ötesiyle de ilgilidirler. Uzaya uydu fırlatmakta birbirleriyle yarışırlar. Ayrıca çağımız küçük büyük paktlarla, sınır ötesi işbirlikleriyle de sınanmaktadır. Bu yüzden imparatorluk meselesine derinlemesine eğilmek gerekir. Liberal Düşünce Dergisi’nin “İmparatorluk” dosyası hazırlanırken, sözü edilen saiklerle, imparatorluğun tarihsel gelişimini ele almak yerine imparatorluk fenomeninin ya da kavramının bizzat kendisinin felsefi ve sosyolojik bir analizini yapmak üzere yola çıkıldı. 

Bu kontekstte ulus devlet ve imparatorluk ayrımı oldukça önemliydi. Bir kavramın ya da tarihsel bir fenomenin kendisiyle uğraşmak imparatorlukla ilişkili klişelerin ötesine geçmeyi gerektirir. Entelektüel ve akademik mahvillerde, -konuyu derinlemesine araştıran imparatorluk tarihçilerinin kürsüleri hariç- imparatorluktan ulus devletlere geçiş tarihin ilerleme çizgisindeki ileri bir adım olarak görülür. Ulus devletler akıl ve bilim temelinde gelişmiş, aydınlık ve ileriyken, imparatorluklar köhnemiş kurumları ve gelenekleriyle karanlık ve geri kalmıştır. Ulus devletler, demokratik, hoşgörü ve insan haklarıyla özdeşleştirilirken imparatorluklar despotizm, doğu despotizmi ve bol bol şiddetle özdeşleştirilirler. (Bu arada ifade etmek gerekir ki nasıl despotizm ya da Doğu despotizmi sorunlu ve Batı’nın oryantalist ve benmerkezci yaklaşımını yansıtan kavramlarsa, şiddet kavramı da sorunlu bir kavramdır. İmparatorlukların savaşmasının şiddet olarak değerlendirilemeyeceğine, dahası savaşın sadece şiddetle özdeşleştirilemeyeceğine dair savaş hakkında geniş bir literatür var. Toplama kampındaki yahut jakobenlerin yarattıkları şiddetle savaştaki şiddeti özdeş kılmak olsa olsa bu literatürü görmezden gelmek anlamına gelir.) İmparatorluk dosyası bu türden klişeleri tersinden okumayı öneriyor ve söz gelimi ulus devletlerin özgürlükçü ve demokratik olduğu, imparatorlukların ise tebaalarına zulmeden despotik yapılar olduğu tezine karşı liberal bir ilkeden yola çıkıyor: “Kendiliğinden doğan düzen”.  Özellikle Hayrettin Özler’in “İmparatorluk Bedeviliktir” başlıklı makalesi söz konusu klişeye karşı ciddi bir meydan okuma. Kendiliğinden doğan düzen nosyonundan hareketle konuşursak farklılıklara, farklı kimliklere karşı ulus devletlerin baskıcı ve otoriterken imparatorlukların daha özgürlükçü ve hoş görülü olduğunu söyleyebiliriz.   

Hangi vizyon?

İmparatorluktan ulus devlete geçiş meselesi mekân tasavvurundaki büyük değişimle alâkalıdır. Bu mekân tasavvurunun değişimi coğrafî sınırların ötesine, kültürel ve metafizik sınırlara ulaşır. Bugün ulus devletin görmezden geldiği bütün kimlikler su yüzüne çıkarken, imparatorluğa ait ne varsa sınırlarımızın içine hücum ediyor. Büyük göç dalgası ile birlikte parçalanmış imparatorluğumuzun kadim halkları büyük şehirlerimize doluşuyor. Kaçamayacağımız, gözümüzü kapatamayacağımız somut gerçekliğiyle imparatorluğun hayaleti her yeri sarıyor. Yıllar önce radikal bir değişiklikle terk ettiğimiz Arapça harfler bir türlü peşimizi bırakmıyor. Kuvvetli bir göç dalgasına maruz kalmış, savunma sanayini hızlı bir şekilde geliştiren, gün geçtikçe nüfusu ve nüfustaki çeşitliliği artan, bölgesinde giderek güçlenen ve sınır ötesi harekât düzenleyen, dünyanın her yerinden gelen yabancı öğrencilere Türkçe öğretip yetiştiren Türkiye kendi bekasını nasıl tayin edecek? Göçün yarattığı problemlere hangi vizyonla yaklaşacak? Sorunlarımız dar ulus devlet vizyonuyla ne kadar çözülebilir? Cumhuriyeti coşkuyla kutlayan kitleler, savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan Suriyeli kardeşleriyle karşılaştıklarında böyle bir vizyonla aynı coşkuyu sürdürebilecekler mi ya da kendilerinin de bir zamanlar var olan ve onlarınkiyle aynı güçlü bir imparatorluğun çocukları olduklarını hatırlayabilecekler mi? Peki yeni kuşaklar hangi vizyonla yetişecekler? Ulus devlet vizyonuyla mı demokratik bir imparatorluk vizyonuyla mı? Cumhuriyetin merhum Hüsamettin Arslan’ın deyişiyle, demokratik bir imparatorluğa dönüştüğünü görebilecek miyiz? Arslan’a göre, “devlet geleneğimiz biz nereye gidersek oraya giden, nereye yönelirsek oraya yönelen, üzerinden sıçrayarak geçemeyeceğimiz gölgemizdir. Devlet geleneğimiz derin Osmanlı’dır, derin Türkiye’dir. Türkiye bu geleneği demokratize edebilirse bekasını koruyabilir.” (Hüsamettin Arslan, “Aydınlanmış Ulus Devletten Demokratik İmparatorluğa”, Kriter Dergisi, Yıl: 1, sayı: 8, 2016, s.68) Yukarıdaki kışkırtıcı sorulara elbette cevap vermek çok zor. Liberal Düşünce Dergisi’nin “İmparatorluk” sayısı bu sorulara cevap verme istikametinde atılan küçük bir adım sayılabilir yalnızca. 

Kuyruk mu baş mı?

Ancak bu önemli bir adım. Modernleşme ve Batılılaşma meselesini düşünmeye bolca mesai harcamış mütefekkirlerimizden Erol Güngör bir keresinde şöyle söylemişti: “Avrupa Ortak Pazarının kuyruğu mu yoksa Ortadoğu’nun başı mı olacağız? Bize düşman olan ve düşman kalacak olan bir medeniyetin çöpçülük hizmetini mi yoksa kendi medeniyetimizin öncülüğünü mü yapacağız? Türk münevveri bu konuda derhal bir karar vermelidir. İktisadi kalkınma ve teknolojik gelişme ile Avrupalılaşmayı aynı şey sayanlar herhalde birinci yolu tercih edeceklerdir ama biz onları denedik ve hiç bir şey kazanmadık (Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, 1990, s.272). Güngör’ün söylediği gibi artık bir karar vermeliyiz. Cumhuriyetin armağan edildiği ve onu ileri götüreceği söylenen ancak kendi kültürüne, dinine, tarihine, ailesine çoktan yabancılaşmış gençleri medeniyetin öncüsü haline getirmek için yapmamız gerekenleri yapmalıyız. Eğitim sistemimizden, bürokratik yapımıza, sivil örgütlenmelerimizden, ulus aşırı örgütlenmelerimize, savunma sanayimizden uzay teknolojilerimize her şeyi imparatorluk vizyonu konteksinde yeniden ama yeniden ele almalıyız. Böyle bir vizyon ne çoğul kimliklerimizi dışlar ne de bize dinimizi unutturur. 

Neo-Osmanlılık 

Montesquieu, “Tanrı’nın bu dünyada gereksiz yere büyük bir imparatorluğa sahip milletlerin varlığına izin vermesi Türklerin en büyük talihidir” der. Türkiye de aydın kesimin büyük bir kısmının Montesquieu gibi düşünüyor olması en büyük problemlerimizden birisidir. İmparatorluk geçmişimize en azından zihinsel olarak dönmek adeta lanetlenecek bir şeydir. Neo-Osmanlılık sözü, muhafazakâr kesimin bile tüylerini diken diken eder. Entelektüel mahfillerde Neo-Osmanlılık (Neo-Osmanlıcılık değil, Neo-Osmanlı. Çünkü Neo-Osmanlıcılık da bir tür “izm”dir ve bütün izmler gibi dışlayıcıdır) lanetlenecek bir şeydir. Lâkin aynı elitler tarafından Amerikan İmparatorluğuna, Rus hegemonyasına, hatta Megalo Idea ya da Akdeniz’deki Yunan-Rum iddialarına karşı pek lâf edilmez. Ne yazık ki akademik ‘aydın’ küreselleşme lafzını dilinden düşürmezken kendi ülkesinin küresel iddiasına ortak olmadığı gibi muhaliftir de. Kendi ülkemizin küresel iddialarına niçin ortak olmayalım? 

İmparatorluk dosyasının muhtevası: 

“İmparatorluk” başlıklı dosya, altı makale ve konuyla ilgili bir tercümeden oluşuyor. Makaleler, imparatorluğun ne anlama geldiğine ilişkin kavramsal, felsefî ve sosyolojik değerlendirmeleri olduğu kadar, imparatorluk ve ulus devletin sınırlar ve mekân tahayyülüne dair felsefî sorgulamaları, imparatorluk hakkında çağımız düşünürlerinin dile getirdiği fikirleri, imparatorluk ile ulus devletin özelliklerinin derinlemesine bir mukayasesini, imparatorluktan ulus devlete geçerken meydana gelen siyasi ve toplumsal değişmeleri de içeriyor. İmparatorluk denildiğinde imparatorluk sayılabilecek özellikler gösteren diğer ülkelerin yanında Türkiye’nin payına düşen şeyin ne olduğu da ayrıca sorgulanıyor. 

Sınırları yeniden düşünmek 

Buna göre sırasıyla, şu makaleler dergide okunabilir: İmparatorlukla ilgili özgün bir teze sahip olan Hayrettin Özler’in kaleme aldığı, “İmparatorluk ve Bedevilik” makalesi derginin ilk makalesi. İkinci makale bana ait olan ve imparatorluktan cumhuriyete coğrafi sınırları mekân problemini ele alarak sorgulayan “Sınırları ve Mekânı Yeniden Düşünmek Tarihteki Bumerang: İmparatorluk” adlı makale. Bunları takip eden makaleler sırasıyla: Mehmet Zeki Duman’ın İmparatorlukla ilgili çağdaş fikirleri değerlendirdiği ve bu kontekstte zengin bir literatür bilgisi de verdiği “İmparatorluk Nostaljisi: Michael Hardt ve Antonio Negri’de Egemenlik ve İmparatorluk” adlı makalesi, Mehmet Ulukütük’ün meseleye felsefi olarak yaklaşan, imparatorluğu ve ulus devleti felsefi açıdan mukayese eden “İmparatorluğun Ontolojik Grameri versus Ulus Devletin İdeolojik Mantığı” adlı makalesi, Mihriban Şenses’in, İmparatorluk ve ulus devleti jakobenizm gibi tezlerden hareketle mukayese eden “İmparatorluk ve Ulus Devlet adlı makalesi ve Akif Kemal Koç’un modern imparatorluk ve kolonyalizm ilişkisini ele alan “Çok Kültürlülük Tezi Kontekstinde İngiltere Kolonyalizmi: Beyaz Verem Salgını” adlı makalesi ve “Edmund Burke’ün İmparatorluk İdeasında Özgürlük, Otorite ve Güven” başlıklı çevirisi.  Dergide bu makalelerin dışında imparatorluk meselesiyle dolaylı yoldan da olsa ilişkisi kurulabilecek başka makaleler de var: Mehmet Levent Yılmaz ve Md. Ishtiaq Ahmed Talukder’in “Rohingya Toplu Göçünün Bangladeş’e Ekonomik Etkileri”, Hamza Bahadır Eser ve Mehmet Recai Uygur’un, “Suriyeli Göçmenlere Yönelik Tutumların Bütünleşik Tehdit ve Sosyal Mesafe Kuramları Doğrultusunda İncelenmesi: Süleyman Demirel Üniversitesi Örneği”, Refik Yaslıkaya’nın “Yerel Yönetimlerde Ölçek Ekonomisi: Teori, Kavram ve Tartışmalar”, Şükrü Mutlu Karakoç’un “Yerel Seçimlerin Ardından: Total Siyaset Çağında Muhafazakâr Siyaset ve Geleceği” ile kitap değerlendirmesi olarak Tuğrulhan Karaduman’ın “Hariciler (Outsiders) Bir Sapkınlık Sosyolojisi Çalışması”. Daha fazla vakit kaybetmeden bu sayıyı okumakta fayda var. Ayrıca bu sayının yayınlanmasında çokça emeği olan Liberal Düşünce Derneği’ndeki ve Liberte yayınlarındaki arkadaşlarıma teşekkürü borç bilirim. 

[email protected]