Cumhuriyetin yeni yüzyılına yeni anayasa

Av. Mustafa Akış/ Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Üyesi
29.09.2023

Yeni anayasa konusunda Türkiye önemli bir birikime, azımsanmayacak bir müktesebata sahiptir. Hazırlanmış pek çok anayasa önerisi Meclis arşivinde mahfuzdur. 2012 Uzlaşma Komisyonu yeniden faydalanılabilecek bir tecrübedir. Bunun yanı sıra güncel olarak da çok sayıda çalışma yürütülmektedir. Ancak yeni anayasa yapımında en az bu bilgi birikimi kadar kilit önemde olan bir başka faktör de Tayyip Erdoğan gibi güçlü bir siyasi iradenin mevcudiyetidir.


Cumhuriyetin yeni yüzyılına yeni anayasa

Bin yıllık bir tarihi mirasın üzerine kurulu Cumhuriyetimiz bir asrı geride bırakıyor. Yüzyıllardır Türkiye'yi yakın coğrafyasındaki diğer ülkelerden ayıran en önemli hususiyeti onun güçlü devlet geleneği ve kurumsallığı olmuştur. İçinden geçtiği sert türbülanslara rağmen bir şekilde ayakta kalabilmesinin bir sebebi de budur. Selçuklu ve Osmanlı Devletleri Anadolu topraklarında farklı kültürlerden de faydalanarak ciddi bürokrasi teşkilatları oluşturmuşlardır. Değişim ve süreklilik ilişkisi içinde kurum ve kurallarımız yenilenerek bugüne taşınmıştır. Bu bağlamda hariciye, mülkiye ve askeriye gibi devletin ana omurgasını oluşturan kurumlarımız büyük ölçüde Tanzimat döneminde şekillendirilmiştir.

II. Mahmut ile başlayan reformlar Sultan II. Abdülhamid döneminde de devam etmiş devletin Cumhuriyete miras bırakacağı pek çok kurum ve teşkilat ortaya çıkarılmıştır. Modern devletin gereksinim duyduğu kurumsal ve insani alt yapıyı oluşturmak maksadıyla bir yandan yeni mahkemeler, nezaretler oluşturulurken diğer yandan bu birimleri ete kemiğe büründürecek insan kaynağı için okullar açılmıştır. Hemen belirtelim ki devlet erkanı burada siyasi mülahazaları değil devletin bekasını öncelemiş, yetkin yönetici ve bürokratların yetişmesini sağlamıştır. Nitekim Sultan Hamid'in pek çok muhalifi ve hatta sonrasında onu devirmeye kadar gidecek sürecin mimarları onun kurduğu okullardan mezun olmuştu. (M. Şükrü Hanioğlu, Atatürk: An intellectual biography. Princeton University Press, 2017, s. 39)

Kurumsallığa ve kurala dayalı idareye verilen önemin izlerini milli mücadele yıllarında dahi görmek mümkündür. Türk milletinin varlık yokluk kavgası verdiği dönemde İstiklal Savaşını yürütmek üzere bir milli meclis teşkil edilmiş, vergi ve ceza kanunları bu parlamento tarafından çıkarılmıştır. Oysa pek ala olağanüstü koşulların arkasına sığınılarak kurumsal değil kişisel bir idare teşkil edilebilirdi. Fakat milli mücadele kadroları, tıpkı mazideki selefleri gibi bu yolla ulusal varlığın korunamayacağının bilincindeydiler. Nihayet 20 Ocak 1921'de Teşkilâtı Esasiye Kanunu adıyla bir anayasa kabul edilmiştir. 23 maddelik bu oldukça kısa anayasa ile milli hakimiyet devlete hakim kılınmış, icra ve teşrii kuvvetleri ile mahalli idareler için hukuki bir çerçeve çizilmiştir. Bir başka deyişle Türkiye demokratik meclisin yaptığı bir anayasa ile savaş koşullarında dahi keyfi idareyi değil hukuki yönetimi tercih edecek bir devlet geleneğine sahip olduğunu ortaya koymuştur.

Cumhuriyetle birlikte kurumsallaşmaya ivme kazandırıldığını görüyoruz. Siyasi ve ideolojik farklılıklar olsa da geçmişten devralınan bürokrasi kültürü korunmuştur. 1924'te yeni bir anayasa kabul edilmiş, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren hızlı bir kurumsallaşma atılımı başlamıştır.

Yeni bir rejimin temelleri atılırken bunun geleceğe ancak güçlü bir kurumsal yapıyla taşınabileceğinin idrakinde olan genç Cumhuriyet'in bu yaklaşımının izlerini peşi sıra hayata geçirilen reformlarda görmek mümkündür. İşte sosyal ve iktisadi olarak büyük yoklukların yaşandığı böylesi bir dönemde 1925'te Ankara Hukuk Mektebi'nin (bugünkü Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi) açılması hiç de tesadüf değildir ve izlenmesi gereken yol hususunda çarpıcı bir emsal teşkil etmektedir.

Hukuk devleti, kurumsallık ve etkin yönetim

Anayasaların varoluşsal anlamı bireylerin temel hak ve özgürlüklerini garanti altına almaktır. Fakat tek misyonları bu değildir. Anayasalar hürriyetleri koruma fonksiyonuyla da ilişkili olarak devletin temel kuruluşunu gerçekleştirirler. Teşkilatı Esasiye veya Kanun-i Esasi'deki "esas" kelimeleri de anayasaların bu işlevine atıf yapar. Bu çerçevede halk egemenliğini kullanacak organların oluşumu, görev ve yetkileri, birbirleriyle olan ilişkileri anayasada düzenlenir ve böylece aslında hukukla kayıtlanmış bir siyasi iktidarın ve etkin bir devlet otoritesinin tesis edilmesi hedeflenir.

Zira anayasalar hukuken katı metinler oldukları için kuvvetler ayrılığı prensibine uygun bir anlayışla yaratılacak sınırları belli bir yönetim modeli hukuki öngörülebilirliği artıracaktır. Bu sayede hem siyasi istikrar, hem temel hak ve özgürlüklerin korunması hem de buna paralel biçimde toplumsal refah sağlanabilir. Özgürlükler ve demokrasi ancak onu koruyacak etkili kurumların varlığıyla anlam kazanır.

Cumhuriyetin yeni yüzyılında yapılacak bir yeni anayasanın da temel hedefi tarihsel misyonumuza uygun olarak devletin kurumsal kapasitesini, verimliliğini, öngörülebilirliğini ve hesap verebilirliğini güçlendirmek olmalıdır. Bunu sağlayabilecek bir üst norm olarak anayasa; Türkiye'nin dünyanın her an yeni sınamalarla karşılaştığı bir dönemde geleceğe daha güvenle yürümesinin kaldıracı olacaktır. Ancak önemle belirtelim ki yeni anayasaya bir mucize formül olarak bakmıyoruz. Türkiye'nin meselelerinin halli için yeni anayasanın gerekli olduğunun ve fakat tek başına yeterli olmadığının farkındayız.

Siyasi krizlerin değil refah ve istikrarın zemini olarak yeni anayasa

Yakın tarihimiz Türkiye'nin anayasaların doğurduğu veyahut önleyemediği siyasal buhranlarla doludur. Kısaca hatırlayalım. 1924 Anayasası kuvvetler ayrılığı ilkesine değil daha çok tek parti rejimine uygun düşen bir siyasal sistem tasarlamıştı. Çok partili siyasal hayatın işlerliğini sağlayacak mekanizmalardan yoksundu. Nitekim 1946 sonrası çok partili siyasal hayat bu anayasa altında uzun ömürlü olmadı. Henüz yeterli bir demokratik tecrübeye sahip olmayan Türk siyasetine Anayasa'dan siyasi gerilimin dengelenmesinde hiçbir katkı gelmedi. Nitekim merhum Başvekil Adnan Menderes Yassıada'daki savunmasında 1924 Anayasasındaki bu noksanlara şöyle dikkat çekiyordu:

"...1924 Anayasası, devletin esas kuruluşuna ait hükümler dışında yalnız umumi prensipler koymakla iktifa etmiş ve bunların ne tatbik suretleri, ne de müeyyidelere bağlanmaları hususunda hükümler vaz etmemiştir. ...Anayasa, kuvvetlerin tefriki esasına değil, tek Meclis hâkimiyeti esasına dayanmakta ve Anayasa'ya muhalefet iddialarının, kanunların tefsiri, kararlar isdarı, hatta başkumandanlık sıfatının Meclis'in manevi şahsiyetinde mündemiç bulunması ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Türk milletinin yegâne ve hakiki mümessili olduğu bu Anayasa'da yer almış bulunmaktadır." (Samet Ağaoğlu, Arkadaşım Menderes, Yapı Kredi Yayınları, 2021, s. 139-140.)

1950-1960 devresine bir reaksiyon olarak (27 Mayıs cuntasının güdümünde) hazırlanan 1961 Anayasası ise temel hak ve özgürlükler ve Anayasa yargısı alanında önemli yenilikler getirse de istikrarlı bir hükümet rejimi ortaya koyamamıştı. Anayasa, seçilmiş iktidara birer kelepçe olarak vesayet araçları öngörmüş ve siyaset için mayın tarlası niteliğinde potansiyel kriz alanları yaratmıştı. Ordunun sivil denetimi değil, sivil hükümetin ordu tarafından kontrolü tercih edilmişti. Seçim sistemlerinin de etkisiyle Türk siyaseti hızlı bir parçalanmaya gitmiş, her cumhurbaşkanı seçimi bir krize dönmüş (TBMM 1980'de Fahri Korutürk'ten boşalan cumhurbaşkanlığına 114 tur boyunca seçim yapamamıştı), "kerhen" kurulan kısa ömürlü koalisyon hükümetleri tedhiş hareketlerinin, ekonomik krizlerin önüne geçememişti. (Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel'in 1979'da kurduğu azınlık hükümeti için Meclis'te yapılan güven oylamasında "Kabul ama kerhen" diyerek hükümetin kurulmasını sağlamıştı. MHP ve MSP tarafından dışarıdan desteklenen 6. Demirel Hükümeti bu ifade nedeniyle "Kerhen Milliyetçi Cephe Hükümeti" olarak anılmıştır.)

Darbeyi yapan beş generalin son sözü söylediği 1982 Anayasası da tercihini etkin ve hesap verebilir bir yürütmeden değil vesayet kurumlarından yana kullanımı, özgürlükleri ve sivil siyaseti boğmaya çalışmıştı. Dünya Soğuk Savaş'ı geride bırakıp yeni bir demokratikleşme dalgası yaşarken Türkiye 1982 Anayasasının otoriter gölgesi altında başörtüsü yasaklarını anadil kısıtlamalarını, post-modern darbeleri, krizlerle dolu koalisyon hükümetlerini deneyimlemek zorunda bırakılmıştı.

Bu yüzdendir ki kabul edildikten birkaç yıl sonra değiştirilmesi ya da yeni bir anayasa hazırlanması çalışmaları başlamıştı. Bir anayasa için kısa sayılabilecek 41 yıllık geçmişinde 1982 Anayasası toplam 19 kez yani neredeyse her iki yılda bir değiştirilmiş, özgün halinin üçte ikisini kaybetmiş bir metin olarak karşımızda duruyor. Artık iç tutarlılığını yitirmiş, farklı dönemlerde farklı saiklerle hayata geçirilmiş değişikliklerle hukuk düzenine yön verecek bir ruhtan yoksun bir metindir 1982 Anayasası.

Henüz beş ay önce sandığa giderek milletin teveccühüne mazhar olmuş Cumhurbaşkanımızın vizyonu doğrultusunda bizim tahayyül ettiğimiz anayasa ise siyasi krizlere değil istikrar ve refaha zemin hazırlayacak bir anayasadır.

Erdoğan liderliği yeni anayasa için avantaj

Yeni anayasa konusunda Türkiye önemli bir birikime, azımsanmayacak bir müktesebata sahiptir. Hazırlanmış pek çok anayasa önerisi Meclis arşivinde mahfuzdur. 2012 Uzlaşma Komisyonu yeniden faydalanılabilecek bir tecrübedir. Bunun yanı sıra güncel olarak da çok sayıda çalışma yürütülmektedir (Bu kapsamlı çalışmalardan birisi de Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu tarafından gerçekleştiriliyor). Ancak yeni anayasa yapımında en az bu bilgi birikimi kadar kilit önemde olan bir başka faktör de Tayyip Erdoğan gibi güçlü bir siyasi iradenin mevcudiyetidir.

Büyük bir siyasal uzlaşı ve toplumsal destek gerektiren yeni baştan bir anayasa yapma hususunda etkili bir siyasi liderlik avantajdır. Bu bağlamda geniş toplum kesimlerinin desteğini alabilme ve seçmene güven telkin etmenin en iyi örneklerden birini Sayın Cumhurbaşkanı sunar. Erdoğan, son yirmi yılda Türkiye'nin yaşadığı kırılma anlarında seçmeni doğru olduğuna inandığı politikalar etrafında kenetleyebilmiştir.

2010 referandumunda askeri vesayete meydan okurken aldığı halk desteğini 2014 yerel seçimlerinde Gülenist vesayete direnirken de sürdürmüştür. AB'ye tam üyelik hedefinde de Türkiye'nin beka kaygısını ortadan kaldırmak için giriştiği politikalar için de seçmenden onay almayı başarabilmiştir. Böyle bir siyasi liderlik diğer pek çok meselede olduğu yeni anayasa süreci için de kolaylaştırıcı bir unsur olarak önümüzde duruyor.