'Her Filistinli mülteci çocuk dedesinin köy ismini ezberliyor, çünkü bir gün döneceğini biliyor'

Röportaj: Hale Kaplan Öz
1.03.2020

Filistinli Doktor Said Elhaj: “Mülteci olmak hep Filistin hayaliniz olması, hep ona dönüş düşünüz olması demek. Filistin'i hiç görmemiş çocuklar dedelerinin onlarca yıl önce bırakmak zorunda kaldıkları köylerinin isimlerini ezberler, aileler oradaki evlerin tapu ve anahtarlarını saklar. Yani anlayacağınız diasporada tam bir Filistin'i yaşıyor mülteciler.”


'Her Filistinli mülteci çocuk dedesinin köy ismini ezberliyor, çünkü bir gün döneceğini biliyor'

Said Elhaj Filistin asıllı bir Türk vatandaşı. Lübnan’da bir mülteci kampında dünyaya geldi. Filistin’i görme şansı hiç olmadı. 1996 yılından beri Türkiye’de yaşıyor. Eğitimini Türkiye’de tamamladı. Tıp doktoru olan El-Hajj’ın Türk-Arap İlişkileri: Engeller ve Ufuklar başlıklı bir kitabı ve Filistin merkezli sayısız makalesi yayınlandı. O aynı zamanda Donald Trump’ın geçtiğimiz ay açıkladığı yüzyılın sözde anlaşmasının şartları gereğince ülkesine asla dönmemesi istenen 6 milyon mülteciden biri.

Siz Filistinlisiniz, mülteci kampında doğdunuz, o yılların Filistin’ine dair ne hatırlıyorsunuz?

Ben 1978’de Lübnan’da bulunan bir mülteci kampında doğdum. Ailem 1948’de katliamlar ve savaş sonucu Lübnan’a sığınmıştı ve o zamandan beri işgalden ve yasaklardan dolayı ne onlar ne de yeni nesiller olan biz Filistin’i ziyaret etme fırsatı bulamadık.

Filistin ile ilgi hatıram olmasa da onun ile ilgili çok şey, her şey, bilirim. Çünkü annemden rahmetli dedem ve babamdan hep onun hikayelerini dinlerdik. Bir taraftan güzelliği, tarihi, sosyal ilişkileri ile ilgili hikayeler, diğer yandan da karşı karşıya kaldıkları zulmü işgali katliamları ve zorunda kaldıkları ilticadaki zor şartları anlatırlardı.

Mülteci kampında çocuk olmak ne demek?

Lübnan’ın kuzeyinde bulunan Nahr Elbared Filistinli mülteci kampında doğdum ve büyüdüm. Mülteci kampı demek zor ekonomik sağlık ve sosyal şartlar demek. Eğitim ve sağlık hizmetleri BM’in okul ve merkezlerince verilmekte. Lübnan’da Filistinli mülteciler için neredeyse akla gelebilecek bütün meslekler dahil 71 mesleği icra etmek yasaktır, yasal olarak bir ev sahibi olamazsınız.

Mülteci olmak hep Filistin hayaliniz olması, hep ona dönüş düşünüz olması demek. Bütün kamplar, kamptaki sokaklar, okullara Filistin’de bir şehrin ya da köyün ismi verilir. Filistin’i hiç görmemiş çocuklar dedelerinin onlarca yıl önce bırak zorunda kaldıkları köylerinin isimlerini ezberler, aileler oradaki evlerin tapu ve anahtarlarını saklar. Yani anlayacağınız diasporada tam bir Filistin’i yaşıyor mülteciler.

Türklere dair iki tespit

Filistin meselesine dair orada çocuklar ne bilir, ne konuşur?

Filistin ile ilgili her şey. Filisin davasına dair her ayrıntı. Osmanlı döneminde nasıldı, İngilizlerin egemenliği sırasında desteklenen Siyonist göçü, sonra meydana gelen katliamlar ve savaşlar, yüzbinlerce Filistinlinin komşu ülkelere göç etmek zorunda kaldıkları, oradaki zor şartlar, Filistinliklerin direnişi ve işgalin zorbalığı, ‘İsrail’in bütün savaşları ve saldırıları, katledilen nice çocuk, BM’in uygulanmayan kararları….vs.

Bir de her şeye rağmen zulmün bir gün biteceğini, mutlaka Filistin’e döneceklerini iyi biliyorlar, iyimserler, eminler ve bu umut ile yaşıyorlar.

Ne kadar zamandır Türkiye’desiniz, buraya gelmek kendi kararınız mıydı?

Türkiye’ye Eylül 1996’da geldim. Liseyi yeni bitirmiştim ve tıp okumak istiyordum. Benden önce Türkiye’de eğitimini gören arkadaş ve tanıdıklarımız vardı, Türkiye’deki eğitimin hem iyi hem de diğer ülkeler kadar pahalı olmadığını biliyorduk. Ailem ile istişare ederek kararımı verdim. YÖS denilen yabancı uyruklu seçme sınavına girip kazandım ve geldim.

Türkiye fotoğrafı buraya gelmeden önce ve sonrasında farklılık gösterdi mi?

Çok. Türkiye’ye gelmeden önce çok az şey biliyordum. Daha çok Osmanlı tarihini, Abdülhamid Han’ın Filistin davası ile ilgili duruşu ve genel olarak Türkiye’nin tarihi ile ilgili bilgilerim vardı.

Geldikten ve burada yıllarca yaşadıktan sonra çok şey öğrendim tabii. 26 yıldır Türkiye’deyim TC vatandaşlığını kazandım, artık burada doğmuş insanlar gibiyim belki, ama en çok bildiğim iki şey şunlar: Bir, Türkler bizlere çok benziyor. Adetler gelenekler ve sosyal doku açısından aynı bölgenin ve ortak tarih ve coğrafyanın halkları olarak birbirimize çok ama çok benziyoruz.

İkincisi de, düşüncesi, siyasi görüşü, partisi ne olursa olsun bütün Türkiye halkının Filistin’e ve Filistin davasına sahip çıkması destek vermesidir. Her ‘Filistinliyim’ dediğimde parlayan gözleri, gülümseyen yüzleri, dua eden dilleri, sempati duyan yürekleri hiç unutmam.

Diaspora Filistinlileri olarak bir araya geldiğinizde nasıl bir gündeminiz oluyor?

Aile ortamında aile meselelerini ele alıyoruz ve birbirimizden neden ve nasıl uzak kaldığımızı hasret ile anıyoruz. Nitekim bizler Siyonist hareketi mensuplarının geldiği yerlere ülkelere göçe zorlandık, yer değiştirmiş gibi olduk. Onlar ait olmadıkları topraklarımızda yaşıyor bizler de doğmadığımız yerlerde yaşıyoruz. Bir ağabeyim Fransa’da bir ablam Almanya’da bir kardeşim de Kanada’da yaşıyor, ben de buradayım, geri kalan aile fertleri ise Lübnan’dalar halen.

Genel olarak diaspora Filistinlileri bir araya geldiklerinde Filistin davasını işgalin zulmünü konuşurlar ve davamıza halkımıza nasıl destek veririz diye düşünürüz, üzerimize düşen sorumluluğu nasıl yerine getiririz diye. Bu yönde bir çok inisiyatif ve proje de bulunmakta.

Şu an Filistin’de olan akrabalarınız var mı?

Filistin toprakları 1948’de işgal edildiğinde köyümüz Lübnan sınırına çok yakın olması hasebiyle çoğu akrabamız oraya geçti. Daha sonra işgal güçleri yüzlerce köye yaptığı gibi bizim köyümüzü de yıktı, artık yok. Şimdi orada çok uzaktan yakınlarımız var, başka köy ve beldelerde yaşıyorlar ama onlar ile iletişimimiz yok. Ama hem 1948’de işgal edilip sözde ‘İsrail’ olarak bilinen bölgede hem de Gazze ve Batı Şeria’da arkadaş ve dostlarımız var.

i̇şgal bitecek inancı hakim

Orada yaşayanlarla yaptığınız görüşmelerden nasıl bir haleti ruhiye yansıyor size, dün ve bugün? Kararlılık, direnç, öfke, yeis, umut.. Hangisi baskın?

Bir taraftan büyük üzüntü var, çünkü Filistin davası çok zor bir dönemden geçiyor. Destek veren ülke sayısı azalmakta, İşgalin zulmü sınır tanımıyor, bazı Arap rejimleri artık Siyonist rejime daha yakın davranıyor onunla normal ilişkiler kuruyor hatta işbirliği içinde ve ABD daha önce olmadığı kadar taraflı ve saldırgan tutum içinde. Son aylarda biliyorsunuz ‘asrın anlaşması’ adı altında sözde bir barış planı önümüze getirdiler ki asıl hedefi Filistin davasını tasfiye etmek.

Ama diğer yandan da direniş umut ve ısrar var. Din ve tarihten aldığımız ders apaçık: Zulüm devam etmez, bu bölgenin doğal dokusundan olmayanın gücü olsa bile geleceği yok. Son yıllarda benzeri olamayan bir direniş sergilendi. Malumunuz Gazze şeridi üç saldırıya maruz kaldı, direndi ve teslim olmadı. Kudüs’tekiler Mescidi Aksa’yı koruma mücadelesini veriyor. İsrail daha önce Lübnan’ın güneyinden ve Gazze’den nasıl çekilmek zorunda kaldıysa işgal ettiği bütün Filistin’den çekilecek diye bir inanç hakim.

Körfez ülkelerinin sözde yüzyılın planı açıklandıktan sonraki ikircikli tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Keşke ikircikli olsaydı diyeceğim. Maalesef bazı Körfez rejimleri Filistin davasını tasfiye etmek Filistinlilerin haklarını yok etmek ve bölgesel düzeni değiştirmek amaçlayan bu tehlikeli planın bizzat parçasıdır. Nitekim Trump planı açıkladığında üç ülkeyi temsil eden büyükelçilikleri orada hazır bulundular. Daha sonra başka rejimlerden de destekleyen demeçler oldu.

Bu da uzun bir sürecin zadece son aşamasıdır. Yıllardır bu rejimler (ülkeler demiyorum) sözde ‘İsrail’ devleti ile normal ilişkiler sergilemek için adımlar atıyor. Onu değil İran ve Türkiye’yi hasım görmeye başladılar. Onlar için Filistin artık eski önemi haiz değil gibi. Eskiden bu rejimler Filistin’e verdikleri destekten meşruiyet kazanırlardı. Artık Filistin davasına sınır çevirdikleri için kendi halklarından değil ABD’den bunu kazanmaya çalışıyorlar.

Bu projenin bence en tehlikeli yönlerinden bir tanesi de o. Sadece ABD’nin zorlamaya çalıştığı bir plan değildir. Bölgede etkili olan ve geleneksel olarak Filistinlilere destek veren bazı rejimlerin, bu plana destek hatta onun parçası olmaları çok tehlikeli.

En net tavrı Türkiye koydu, bunun örnekleri Müslüman dünyada çoğalsa nasıl bir tablo ortaya çıkardı?

Olay çok farklı olurdu. Arapça bir atasözü ‘Tek bir el alkışlayamaz’ der. Cidden de ne kadar samimi ve iyi olsa, tek bir ülkenin duruşu ve tavrı yetmeyebiliyor. Bütün Arap ve Müslüman dünyası aynı ciddi ve samimi tavrı koysaydı işler çok farklı olurdu. Zaten bence böyle kepaze projeleri önümüze küstah bir üslupla getirmelerinin sebebi bunun bir bedelinin olmayacağı düşüncesi. Bir düşünelim, ABD böyle bir planı açıkladığında ciddi bir itiraza hatta yaptırıma maruz kalır ya da bazı ülkeler ile ilişkileri etkilenir diye düşünse aynı rahatlıkla davranır mıydı? Bence yapamazdı!

Mahmut Abbas’ın sınavı

Filistinliler ne yapmalı, onlara düşen nedir? Hem içeridekiler hem diaspora?

Bu küstah plan Filistin davasını tasfiye etmeyi hedeflese de diğer yandan bölgesel düzeni değiştirmeyi de amaçlıyor. O yüzden bence bu proje Filistin kadar Türkiye’yi de kast ediyor. Bu çok önemli bir şey. Bazıları için artık işgal devleti değil Türkiye düşmandır. Bunun da yansımalarını çok gördük son yıllarda: Doğu Akdeniz gaz meselesinde, PKK desteğinde ve 15 Temmuz hain darbe girişimi gecesinde olduğu gibi. Bu önemli. Dolayısıyla bu projeye karşı mücadele etmek herkesin sorumluluğu herkesin çıkarınadır. Ama tabii ki Filistinliler bu projeye karşı ilk safı ilk savunma duvarını temsil ediyorlar. Onlara düşen bir olmak ve omuz omuza mücadele etmek, artık sözde ‘barış’ sözlerine değil halkın hakları, istekleri ve emellerine kulak asmaktır. Yıllardır devam eden müzakere sarmalından kurtulup ciddi ve samimi mücadeleyi hep beraber başlatmak ve halk ile bütünleşmektir. Bunun da ilk muhatabı sayın Mahmut Abbas’tır, kendisi tarihi bir sınav ile karşı karşıya diye düşünüyorum

Üçüncü intifada konuşuluyor, hatta bu nedenle planın İsrail seçimlerini etkileyebileceği...

İntifadanın ya da ayaklanmanın zemini hep hazır, işgal, zulüm, saldırılar, katliamlar var. Filistinliler her şeyden mahrumlar, mücadeleye ve vatan dava uğruna fedakarlığa hazırlar. Ama ne zaman patlak verir onu kimse bilemez. Hiç hesaplanmayan düşünülmeyen bir anda bir olayda başlar, bütün konjonktürü değiştiriverir. Diğer iki İnfitadada olduğu gibi.

Zaten sahaya baktığımız zaman başladığını bile söyleyebiliriz, silahsız gençlerin ortaya koyduğu mücadele bence takdire şayandır.

Bugün Trump’ın bu vatansız bırakma planını gururlanarak sunabilmesinde Ortadoğu’nun yaşadığı mezhep kıskacındaki siyasi atmosferin etkisi ne orandadır?

Bölgedeki bazı olaylar onu hazırlayan sebeplerdendir. Zaten Filistin’in tarihinde büyük ve tehlikeli değişiklikler hep bölgesel büyük değişimler arifesinde ya da sonucunda olmuştur ki en iyi örneği Siyonist projenin Osmanlı devletinin yıkılmasından sonra etkin olması ve Filistin işgalinin başlamasıdır. Son yıllarda Müslüman dünyasını parçalayan ve zayıflatan gelişmeler buna zemin hazırladı. Nitekim mezhep bazındaki çatışmalar bunun en açık örneklerinden biridir. Bunun da temeli işgal devletinin stratejisinde gizlidir. Bu stratejinin dört ayağı vardır: 1-‘İsrail’ bölgedeki en büyük askeri güce sahip olacak. 2- Bölgenin büyük devletleri zayıflatılacak, devletçiklere bölünecek. 3- Bölgede ırk ve mezhep bazlı çatışmalar kışkırtılacak, destelenecek ve derinleştirilecek. 4- Bölgedeki azınlıklar (ve terör örgütleri) ile işbirliği yapılacak.

Bu stratejilere hizmet eden kim ise bu projeye gerçekleşme fırsatı tanımaktadır.

Yüzyılın sözde anlaşmasına göre mültecilerin topraklarına dönemediği bir Filistin söz konusu. 6 milyon vatansız Filistinli, oldubittiye getirilmeye çalışılan ‘Filistin sorunu’nun ne kadarı sizce?

Sadece bu değil. Bu plana göre sözde Filistin devleti birbiriyle bağlantısı olmayan paramparça adacıklardan ibaret, egemenliği ve ordusu olmayan, sınırlarına hakim olmayan, güvenliği olmayan ve her an işgal güçlerinin olmayan insafına bırakılan belediyeler düzeyinde hizmet veren bir yönetimdir. Ve tabii ki Filistin halkının yarısından fazlasını teşkil eden mültecilerin dönme hakkı tanınmıyor. O yüzden ki biz buna barış planı değil kaos ve tasfiye planı diyoruz.

Bu proje daha önce ABD başkanlarının önerdiği planlara benzemek ile beraber, onlardan çok daha tehlikeli ve yanlıdır. ABD yönetimi daha önce hiç olmadığı kadar Siyonist kişiler ile donatılmıştır. Fakat yine bu plan, önce Filistinlilerin mücadelesi sonra da Arap ve Müslüman dünyasının (özellikle halkların) desteği ile başarısızlığa mahkumdur. Böylece, hem Filistin davası yaşamaya ve var olmaya devam edecek, hem de başta Türkiye olmak üzere bölgedeki ülkeler ve halklar bu tehlikeden kurtulmuş olacaklar. Filistinliler her zaman olduğu gibi Arap ve Müslüman dünyasının birliğini gücünü ve huzurunu kast eden bu emperyalist projeye karşı koymanın ilk sırası olmaya devam edecek.