DAEŞ’e karşı Türkiye kendi yöntemini geliştirmeli

Prof. Dr. Kemal İnat - Sakarya Üniversitesi
30.04.2016

Ankara’nın bugüne kadar Suriye’deki çatışmalara doğrudan taraf olmaktan kaçınması rasyoneldi ancak artık Türkiye, DAEŞ tarafından doğrudan hedef alınmaktadır. Türkiye’nin DAEŞ tehdidi konusunda müttefiklerine güvenmek yerine kendi başının çaresine bakması gerekmektedir ki Ankara bu durumun farkındadır.


DAEŞ’e karşı Türkiye kendi yöntemini geliştirmeli

DAEŞ’in Kilis’e yönelik saldırıları ve Türkiye’yi ziyaret eden Almanya Başbakanı Angela Merkel’in açıklamalarıyla birlikte Suriye sınırında bir güvenli bölge oluşturulması yeniden yoğun şekilde konuşulmaya başlandı. Her iki gelişme üzerinden bakıldığında, konuşulan bu güvenli bölgenin iki gerekçesi olduğu görülmektedir. Merkel, daha önce defalarca gündeme geldiği gibi, Suriye içerisinde Türkiye sınırına bitişik bölgede oluşturulabilecek güvenli bölgeyi Suriyeli mültecilerin ülkelerinde kalmalarını sağlayacak bir adım olarak değerlendirmektedir. Buna karşılık Ankara açısından tartışma artık Suriyeli mülteci akınının kesilmesi ya da Türkiye’deki mültecilerin ülkelerine dönmelerini sağlayacak bir güvenli bölge oluşturmaktan çok, Türkiye sınırındaki bölgeleri kontrol eden DAEŞ’in bu bölgelerden Türkiye’deki şehirleri hedef alan saldırılarının durdurulmasına odaklanmıştır. Bu terör örgütünün mobil araçlar kullanmak suretiyle Kilis kent merkezini hedef alan roket ve bombalar atması sonucu Ocak ayından beri 17 sivilin hayatını kaybetmesi, hem Kilis’te hem de Türkiye’nin diğer bölgelerinde ciddi bir infiale yol açmış durumda.

Bir dönüm noktası

Herkes Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu tehlikeyi bertaraf edecek adımlar atmasını bekliyor. Bunun için de ne ABD ne de Avrupa ülkelerinin desteğinin ya da ne düşündüğünün artık önemi yok görünüyor. Çünkü Türkiye için sorun artık Suriye halkının korunmasına yönelik adımlar atmak safhasını geçmiş, doğrudan kendi vatandaşlarının güvenliğini sağlamak boyutuna ulaşmıştır. Bundan dolayı Suriye iç savaşının başlamasından beri, Türkiye’nin bu ülkeye kendi silahlı güçleriyle doğrudan müdahalesi konusunda önemli bir dönüm noktasına gelmiş bulunuyoruz. Daha önce Süleyman Şah Türbesi ve Karakolu’nun Suriye içlerinden Türkiye sınırına taşınması operasyonuyla çok kısa ve sınırlı bir şekilde Suriye topraklarına doğrudan müdahale eden Türkiye, angajman kuralları doğrultusunda sınıra yakın bölgelerdeki düşman olarak nitelendirilen bazı hedefleri vurmuş ve son olarak terör örgütü PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan PYD/YPG’nin Afrin’den doğuya doğru ilerlemesini engellemek için top atışlarıyla bu örgütün silahlı unsurlarını hedef almıştı. Ancak bütün bu eylemlerin hiçbirinde Türk askerleri Suriye topraklarında uzun süre kalmamıştı ve oradaki çatışmaların doğrudan tarafı olacak gelişmelerden uzak durmuştu. Şimdi yeniden konuşulmaya başlanan güvenli bölge kurulmasına yönelik atılabilecek adımların Türkiye’yi, bugüne kadar kaçındığı bu riski üstlenmek zorunda bırakıp bırakmayacağı cevaplanması gereken soru olarak durmaktadır.

Bu noktada, DAEŞ tarafından Kilis’e yönelik saldırılarla birlikte güvenli bölge meselesi yeniden konuşulmaya başlansa da Türkiye’nin bu tehdidi bertaraf etmek için önünde ne tür seçenekler olduğuna bakmak faydalı olacaktır. Türkiye dışında ABD ve Avrupa ülkeleri gibi küresel güçlerin ve Rusya gibi Suriye sorununun doğrudan tarafı haline gelmiş olan bir ülkenin desteğine muhtaç ve dolayısıyla uygulanması çok zor olan bir güvenli bölge oluşturulması dışında başka yollar olup olmadığı da önemlidir. Bu nedenle önce Ankara’nın başka hangi araçlarla DAEŞ’ten kendisine yönelen bu tehdidi ortadan kaldırabileceğine bakalım. Aslında Türkiye’nin, sınır ötesinden kendisine yönelen tehditler ve bunlara karşı mücadele konusunda oldukça tecrübeli bir ülke olduğunu hatırlamak gerekir. 1980’li yıllardan itibaren özellikle Irak topraklarında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin PKK’ya yönelik çok büyük sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirdiği, bu operasyonların bazılarında uzun süreler bu topraklarda kaldığı ve halen Kuzey Irak’taki PKK kamplarına karşı bu tür operasyonların yapıldığı bilinmektedir. Terör örgütünün Irak’taki varlığına karşı gerçekleştirilen bu operasyonlar, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde bir güvenli bölge kurmasını zorunlu kılmamakta, terörist hedeflerin imha edilmesine odaklanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin, Suriye sınırından gelen tehditlerle mücadele etmek için, uluslararası camianın desteği ya da onayı olmadan, Suriye topraklarında bir güvenli bölge oluşturması gerekmemektedir. Ankara’nın bu tür bir girişime gerek kalmadan, sınırın ötesinden gelen saldırıların kaynağını bertaraf etmeye odaklanması gerekmektedir. Bu çerçevede, Kuzey Irak’taki operasyonlara benzer şekilde, saldırıların geldiği DAEŞ bölgesine kısa süreli kara operasyonları da artık atılabilecek adımlar arasındadır. Sınırı geçmeden yapılan topçu ve füze atışlarının bu tehdidi ortadan kaldırmaya yetmemesi durumunda bu türden sınır ötesi operasyonlar kaçınılmaz görünmektedir. Hatta Türkiye’nin güvenli bölge oluşturmak amacıyla olmasa da DAEŞ’in elinden kurtaracağı topraklarda gerekli olduğu süre kadar asker bulundurmayı da hesaba katması gerekebilir. Çünkü kısa süreli operasyonlarla temizlenecek bu bölgelerde Türkiye tarafından desteklenen muhalif grupların kalıcı kontrolü sağlayamamaları DAEŞ’in buraları yeniden ele geçirmesi sonucunu doğurabilecektir. Benzer şekilde bu muhalif grupların zayıflığı PKK/PYD’nin de bu bölgeleri kontrol etmesi riskini barındırmaktadır. Ankara’nın bugüne kadar Suriye’deki çatışmalara doğrudan taraf olmaktan kaçınması rasyoneldi, ancak artık Türkiye bu çatışmanın aktörlerinden biri olan DAEŞ tarafından doğrudan hedef alınmaktadır ve bu saldırılar farklı bir politikayı gerekli kılmaktadır.

Irak örneği önümüzde

Güvenli bölge meselesine gelince, Türkiye’nin uzun süredir Batılı müttefiklerini ikna etmeye çalıştığı bu konuda gerek ABD’nin gerekse Avrupa ülkelerinin samimi bir politika izlemediği görülmektedir. Bu konudaki yaklaşımı başından beri olumsuz olan Obama yönetimi, güvenli bölgenin uygulanmasının çok zor olduğunu, oluşturulacak böyle bir bölgenin güvenliğinin sağlanmasının mümkün olmadığını her fırsatta dile getirmektedir. Ancak yine Irak örneğine bakıldığında, 1991 Savaşı sonrasında bu ülkenin kuzeyinde oluşturulan güvenli bölgenin güvenliğinin sağlanması için kara gücü bile gerekmediği hatırlanacaktır. İncirlik üssünde konuşlu olan Çekiç Güç misyonuna bağlı savaş uçaklarının kontrol uçuşları sayesinde Saddam Hüseyin’e bağlı güçlerin, bu bölgenin güvenliğini ihlal etmesi engellenmişti. O dönemde ABD, Saddam sonrası Irak için muhalefetin merkezi olarak düşündüğü Kuzey Irak’ta bir güvenli bölgeyi çok önemli gördüğünden bu uygulama mümkün olmuştu. Aynı ABD, Suriye konusunda kendi çıkarları açısından güvenli bölge uygulamasını gerekli görmüyor. Güvenli bölgenin gerekçesi mültecilerin korunması ve insan haklarıysa, Suriye’de 1991 Irak’ına göre çok daha fazla güvenli bölge ihtiyacı söz konusudur.

Fransa’nın Paris saldırılarına kadar Türkiye’nin bu önerisine destek verdiği ancak saldırılardan sonra desteğini kestiği görülmekte. Almanya’nın ise, kendisi için büyük bir sorun olarak gördüğü mülteci meselesine çözüm olabileceği düşüncesiyle, güvenli bölgenin gerekliliği konusunda açıklamaları göze çarpmaktadır. Ancak Merkel’in meseleyi “Cenevre görüşmelerinde alınacak karara” bağlaması, Almanya’nın ABD’nin desteği ve Rusya’nın onayı olmadan böyle bir girişime somut destek vermeyeceği şeklinde anlaşılmalıdır. Bu durumda Türkiye’nin DAEŞ tehdidi konusunda müttefiklerine güvenmek yerine kendi başının çaresine bakması gerekmektedir ki, Ankara bu durumun farkında gibi görünmektedir.

[email protected]