DAEŞ’le mücadele ve bölgenin yeniden dizaynı

Veysel Kurt / SETA İstanbul Araştırmacı
31.10.2015

Geldiğimiz nokta itibariyle Türkiye’nin önceliği kökeni farketmeksizin tehdidin bertaraf edilmesidir. Gerek DAEŞ’ın Türkiye içindeki faaliyetleri gerekse PYD’nin Suriye’de Fırat’ın Batı yakasına doğru etkinliğini genişletmeye yönelik hamleleri güvenlik bağlamında Türkiye’nin sinir uçlarına dokunan gelişmelerdir.


DAEŞ’le mücadele ve bölgenin yeniden dizaynı

Kökenleri itibariyle 15 yıllık bir tarihe sahip olan DAEŞ bugün Irak ve Suriye’de en etkin örgütlerden biri haline gelmiş durumda. Irak ve Suriye topraklarının yaklaşık yarısını kontrol altında tutmak bir örgütün amacı ve etkinlik düzeyi açısından oldukça yeni bir fenomen olarak karşımıza çıkmaktadır. Modern uluslararası sistemin oldukça yabancısı olduğu bu duruma karşı uluslararası aktörlerin, fakat özellikle sistemin kurucuları sayılan küresel aktörlerin tavırlarına baktığımızda ilginç bir tabloyla karşılaşmaktayız. DAEŞ’ın Irak ve Suriye’deki etkinlik düzeyi, uluslararası aktörlerin hem birbirlerine karşı hem de Ortadoğu’ya yönelik yürüttüğü siyaseti belirleyen en önemli unsurlardan biri... Bu noktada karşımıza çıkan en çarpıcı gerçek, İran, ABD, ve Rusya gibi güçlerin Irak ve Suriye’ye yerleşmeye yönelik bütün stratejilerini “DAEŞ’a karşı savaş” söylemi altında yürüttükleri gerçeğidir. Gerek bu bağlamda gerek Türkiye’ye yönelik olarak gerçekleştirdiği terör eylemleriyle ve gerekse Suriye’deki kaosun çözümü noktasında kilit bir unsur olması dolayısıyla DAEŞ, Türkiye için de üzerinde önemle durulması gereken bir terör örgütüdür.

Üç formül

Bütün bunlara rağmen hem ABD ve Rusya gibi küresel güçler hem de Türkiye ve İran gibi bölgesel güce sahip ve DAEŞ tehdidi ile yüzyüze kalan ülkeler arasında DAEŞ’a karşı etkin olabilecek bir işbirliğinden bahsetmek oldukça zordur. Türkiye ve uluslararası aktörler arasında olası işbirliği formüllerini göz önünde bulundurduğumuzda üç faklı formülasyondan bahsetmek mümkün. Birinci formül pasif bir uluslararası toplum-aktif bir Türkiye formülüdür. Suriye’de Esed rejimine karşı ayaklanmalar başladıktan bir süre sonra -başta ABD olmak üzere- Batılı aktörlerin Esed’e karşı söylemini düşüren Türkiye’den beklentisi aktif bir tutum takınarak Esed rejimine karşı bir hamle yapmasıydı. Bugün aynı beklenti DAEŞ bağlamında karşımıza çıkmaktadır. Dahası Türkiye’nin bir başka tehdit olarak gördüğü PYD ile işbirliğine zorlanmaktadır. Bu seçenek Türkiye açısından oldukça maliyetlidir. DAEŞ’a karşı tek başına yüksek düzeyli bir angajmana girmek Türkiye’yi örgütün başlıca hedefi yapacaktır.

İkinci formül ise aktif uluslararası toplum-pasif Türkiye formülüdür. Eylül 2014 yılında ABD öncülüğünde DAEŞ’a karşı kurulan ve kısa sürede genişleyen uluslararası koalisyona Türkiye de desteğini açıkladı. Havadan yoğun bir borbardıman yaparak etkili olmaya çalışan koalisyon, kendi güçleri ile bir kara operasyonuna girişmedi. Zamanla bazı ülkelerin çekilmesine rağmen Türkiye’nin desteğini devam ettirdiğini ve Türk uçaklarının DAEŞ hedeflerini vurmasına rağmen Türkiye’nin sorumluluklarını yerine getirmediği ve pasif kaldığına dair eleştiriler sıkça dile getirildi. Bütün bu eleştirilerin Türkiye’yi daha aktif bir noktaya çekmeye yönelik olduğu açıktır.

Türkiye’nin terörle mücadelesi

Üçüncü formül ise aktif bir uluslararası toplumun yanında aktif bir Türkiye’dir. Suriye krizine müdahil aktörlerin DAEŞ’ın Suriye’nin geleceğinde yeri olmadığına dair söylemsel ittifakı, bu formülün hayata geçirilerekDAEŞ’a karşı etkili bir sürecin başlamasına yönelik beklentiyi artırmıştır. Böylesi bu formül DAEŞ’ın oluştuğu ve etkin olduğu bağlamı da kapsayacak ve Suriye krizinin çözümüne yönelik yeni parametrelerin devreye sokulmasını beraberinde getirecektir. Bir başka ifadeyle DAEŞ sonrasına dair senaryolarında tartışılması gerekecektir. Bu tartışmalar ise Esed rejiminin Suriye’deki varlığına yoğunlaşmak durumundadır. Bu formül, ülkeler arasında yalnızca görev paylaşımını değil maliyet paylaşımını da gerektirmektedir.Bu seçeneğin bir türlü gerçekleşmemesinin en önemli sebebi ise başta ABD olmak üzere uluslararası aktörlerin işbirliğinin maliyetinden kaçınmak istemeleridir. Geldiğimiz noktada ise DAEŞ her gücün kendi amaç ve çıkarları doğrultusunda söylemsel düzeyde kullandığı bir unsur haline gelmiştir.

DAEŞ artık Türkiye için yalnızca Suriye krizinin çözülmesi önünde önemli bir ayakbağı olmasından değil aynı zamanda doğrudan Türkiye toprakları içerisinde terör faaliyetleri yürütmesi açısından da bir tehdit oluşturmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin DAEŞ’la etkin bir şekilde mücadelesi etmesi beklenir. Nitekim son zamanlarda bu örgüte karşı operasyonların yoğunlaşmasını bu bağlamda okumak gerekir. Suruç saldırısıyla başlayan süreç Türkiye’yi terörle mücadele açısından yeni bir noktaya getirmiştir. DHKPC, DAEŞ ve PKK’dan neredeyse eş zamanlı gelen saldırılar, Türkiye’nin bu üç örgüte karşı mücadele etme gerekliliğini doğurmuştur. Terörle mücadeledeki bu yeni yaklaşım, Suriye meselesi ile de doğrudan ilişkilidir. Kendi gündemi, planlaması ve kararıyla gerçekleşen bu mücadeleye rağmen Türkiye’nin hala DAEŞ bağlamında sorunsallaştırılması Türkiye’nin PYD’ye karşı takındığı tutumu değiştirmesini sağlamaya yönelik bir stratejidir. 

DAEŞ’ın AynelArab’a (Kobani) saldırması ile başlayan süreci PYD, Suriye’deki etkinlik alanını genişleten bir fırsata çevirdi. Batılı aktörlerin yardımları ve Türkiye’nin katkıları ile DAEŞ’ı geri püskürten PYD Suriye’nin Kuzeyindeki kontrol alanlarını genişletme yoluna gitmiştir. Zaman zaman DAEŞ’la anlaşmalı bir şekilde hareket etmesine rağmen Türkiye üzerinde PYD ile işbirliği yapma baskısı yapılmaktadır. Suriye krizinin başından itibaren Türkiye’nin yaklaşımını göz ardı ederek hareket eden PYD ile işbirliği yapmak bir çok açıdan mümkün görünmemektedir. Herşeyden önce, Türkiye’nin üzerinde önemle durduğu Suriye’nin toprak bütünlüğüne bütün Suriyeli aktörlerin karar vermesi gerektiği hassasiyetini göz ardı ederek Suriye’nin Kuzeyinde özerklik ilanını tercih etmiştir. İkinci önemli husus ise,  Suriye’deki vekalet savaşının bir parçası olan PYD ile işbirliği yapmak ise yalnızca PYD’yi değil, PKK’nın da uluslararası meşruiyet kazanmasına neden olacaktır. PYD ile işbirliği yapması, PKK ile mücadele eşiğini oldukça yukarıya çeken Türkiye’nin bu çabasına da gölge düşürecektir.

Geldiğimiz nokta itibariyle Türkiye’nin önceliği kökeni farketmeksizin tehdidin bertaraf edilmesidir. Gerek DAEŞ’ın Türkiye içindeki faaliyetleri gerekse PYD’nin Suriye’de Fırat’ın Batı yakasına doğru etkinliğini genişletmeye yönelik hamleleri güvenlik bağlamında Türkiye’nin sinir uçlarına dokunan gelişmelerdir. Türkiye’nin DAEŞ’ın oluşturduğu bütün yükü üstlenerek enerji kaybetmesi rasyonel bir seçenek değildir. Türkiye bir yandan kendisine yönelik tehditleri bertaraf etmek bir yandan da, Suriye üzerinden yeniden dizayn edilen bölgesel düzenin oluşum sürecine katkıda bulunması gerekmektedir. Bütün bu sorunların çözümü ise Suriye krizine yönelik tarafların gerçekçi formüller üzerinden etkin bir işbirliğine gitmesidir.

[email protected]