Darbe çağrısı ve ifade özgürlüğünün sınırları

Doç. Dr. Cengiz Gül/ Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi   
5.01.2019

İfade özgürlüğünün, çoğulcu demokratik bir toplumda dahi sınırsız olamayacağından hareketle, hakaret, tehdit, küfür, iftira, suça teşvik, suçu ve suçluyu övmek, terör propagandası yapmak, ırk ayrımcılığı ve nefret içerikli söylemler türünden anti-demokratik ifadeler hoşgörüyü hak etmez.


Darbe çağrısı ve ifade  özgürlüğünün sınırları

Anayasal demokrasilerin temel taşlarından olan ifade özgürlüğü, toplumun serbestçe tartışması ve hukuk çerçevesinde her konuda bilgi edinip, görüş ve düşüncelerin açıklanıp yayılmasının sağlanması noktalarından, liberal demokrasinin olmazsa olmaz bir değeri konumundadır. Demokratik rejim ile görüş ve düşüncelerin serbestçe açıklanıp yayılması arasındaki ilişki, temel haklardan olan ifade özgürlüğüne, hem amaç-değer hem de araç-değer olmak bakımından hayli üstün bir değer kazandırmıştır. Ancak günümüzde modern demokratik ülkelerin iç hukukları yanında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile onun yargı organı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin, demokratik toplumun temel gereklerinden olan ‘çoğulculuk’, ‘hoşgörü’ ve ‘açık fikirlilik’ kavramlarına özel bir önem vermekle birlikte, ifade özgürlüğünün mutlak ve sınırsız biçimde kullanılması olayına asla sıcak bakmadığını da belirtmek gerekir.  

Şeffaflık ve çoğulculuk

Bir çoğulculuk ve şeffaflık rejimi olan demokrasilerde, tüm hak ve özgürlüklerde olduğu gibi, ifade özgürlüğünün ve onun spesifik bir görünümü olan medya özgürlüğünün de sınırlanması gereği, hukuk düzenlerinde ilke olarak benimsenmektedir. Rejimin çoğulculuk ve şeffaflık yönlerinin korunması şartıyla, zorunlu ve istisnai durumlarda ifade ve medya özgürlüğünün sınırlanabileceği olgusu, bütün demokratik hukuk devletlerince genel kabul gören bir yaklaşımdır. İfade özgürlüğünün, çoğulcu demokratik bir toplumda dahi sınırsız olamayacağından hareketle, hakaret, tehdit, küfür, iftira, suça teşvik, suçu ve suçluyu övmek, terör propagandası yapmak, ırk ayrımcılığı ve nefret içerikli söylemler türünden anti-demokratik ifadelerin ise hoşgörüyü hak etmediğini vurgulamak gerekir. AİHM, bu gibi durumlarda hem AİHS m. 10/2’de düzenlenen sınırlama şartlarına hem de AİHS m. 17’deki hakkı kötüye kullanma yasağına atıfta bulunarak, ifade özgürlüğünün keyfi ve sınırsız biçimde kullanılamayacağına pek çok kararında işaret etmiştir.

AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin davalarda, başkalarını ‘kızdıran’, ‘şoke eden’, ‘rahatsız eden’, ‘öfkelendiren’ ve hatta ‘tiksindiren’ türden ifade biçimlerine karşı özgürlükçü bir perspektiften bakarak hoşgörü ve sabır gösterilmesi gerektiğini belirtirken, bu söylemlerin arkasındaki düşüncelerin şiddeti bir yöntem olarak kullanmak, şiddet övgüsü yapmak, şiddeti teşvik, telkin ve tavsiye etmek ve de şiddet çağrısı yapmak suretiyle gerçekleştirilmesi teşebbüslerini ise asla ifade ve medya özgürlüğü kapsamında kabul etmemektedir. İçerisinde “cebir (fiziki zorlama) ve şiddet” olgusu barındıran söylemleri demokratik toplum açısından son derece tehlikeli gören AİHM’nin, terör propagandası yapmaya ve terörü ve teröristi övmeye veya masum ve mazur göstermeye çalışan basın yayın faaliyetlerinin yasaklanmasını öngören uygulamaların medya özgürlüğünün ihlali anlamına gelmeyeceğine yönelik kararları da ifade ve medya özgürlüğünün çerçevesini belirlemek adına hayli önem taşımaktadır.

Tehdit söylemlerinin analizi

Şimdi demokratik hukuk devleti ekseninde çerçevesini çizmeye çalıştığımız ifade özgürlüğü ve bunun sınırları bakımından, bir televizyon programında sarf ettikleri sözler nedeniyle haklarında adli soruşturma başlatılan kişilerin, beyan ettikleri söylemlerinin hukuken nasıl bir anlam ve hüküm taşıdığını irdelemek gerekir. Bu söylemlerin birisinde, “…demokrasiye ulaşamazsak, her faşizmin karşılaştığı gibi, belki liderini ayağından asarlar, belki mahzenlerde zehirlenerek ölür, belki başka liderlerin yaşadığı gibi kötü sonlar yaşayabilir!” denmektedir. Bu cümlede, hali hazırda Türkiye’de demokrasinin olmadığı, faşist bir yönetimin bulunduğu iddia edilmekte ve sonuçta faşist liderlerin de asılmak, zehirlenmek veya başkaca kötü sonlara maruz kalmaları gibi, “…demokrasiye ulaşamazsak” denilmek suretiyle, Türkiye’de de benzer bir durumun yaşanabileceğine özellikle vurgu yapılmaktadır. Tam bu noktada, Türkiye’de demokrasinin kurum ve kurallarıyla uzun süredir nasıl işletilmeye çalışıldığını göstermek adına bazı noktalara dikkat çekmekte fayda vardır. 1982 Anayasası ile Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı Seçim Kanunu’nda da belirtildiği üzere, Türkiye’de etkin siyasal makamlara seçilecek olanlar, 1950’den bu yana eşit oy, genel oy, gizli oy, açık sayım ve döküm ilkeleri çerçevesinde, belirli aralıklarla yapılan serbest seçimlerle belirlenmektedir. Türkiye’deki bu seçimlere ve gerektiğinde yapılan referandumlara da, hiçbir zorlama baskısı hissedilmeksizin yüzde 80’lerin altına pek inmeyen yüksek bir çoğunlukla katılım sağlandığı ve seçmenlerin iradesinin de parlamentoya yine hayli yüksek bir şekilde yansıdığı (2018 Seçimlerinde yüzde 87’lik bir seçimlere katılım ve yüzde 95’lik de Meclis’te temsil oranı sağlanmıştır) siyasal bir realitedir. Batılı ampirik demokrasilerin diğer gereklerinden olan, seçimlere çok partinin katıldığı, muhalefetin iktidar olma şansının hukuken bulunduğu, yani yönetime gelmede ve yönetimden ayrılmada seçimlerin tek belirleyici olduğu, temel hak ve özgürlüklerin hukuken tanınıp güvence altına alındığı, özellikle son yıllarda pek çok anti-demokratik yasakçı uygulamalara son verilip özgürlük alanının giderek genişletildiği Türkiye’de, “…demokrasiye ulaşamazsak” ifadesiyle, demokrasinin hiç olmadığını, faşist bir yönetimin bulunduğunu ileri sürmek ve böylesi bir yönetimde de liderin, asılmak ve zehirlenmek türünden yöntemlerle ortadan kaldırılabileceğini belirtmek, yani demokratik yöntemlerle iktidardan indiremedikleri bir siyasi liderin (Cumhurbaşkanının) yönetimine, onun bir şekilde öldürülmesi gibi anti-demokratik ve zorbaca yöntemlerle son verilebileceğine dikkat çekmek, açık tehdit manaları içeren bir söylem biçimi olarak ifade özgürlüğü kapsamında asla değerlendirilemez.

‘Darısı kimin başına’

Bu noktada hukuken analiz edilecek diğer bir dikkat çeken söylemde ise, şiddet çağrısı telkini ve tavsiyesi mahiyetinde şunlar ifade edilmektedir: “Tarihte yüzünü Sovyetler’e dönüp koltukta kalan bir tek Mustafa Kemal var. O’nun dışında kim Rusya’ya döndüyse iktidardan gitti. Adnan Menderes bir ay sonra randevu almıştı, ihtilal oldu, Süleyman Demirel de Kuzeye döndü, ihtilal oldu. Bakalım darısı kimin başına...” Bu söylemde de, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, Gazi Mustafa Kemal dışında, eski Sovyetler şimdiki Rusya ile ilişki kurmaya kalkan siyasi liderlerin, adeta darbe (söylemdeki ‘ihtilal’ tabiri, doğru kullanılmamış olsa da dikkat çekicidir) ile cezalandırıldığına vurgu yapılmakta olup, asıl vurucu ifade olan “bakalım darısı kimin başına...” denilmek suretiyle de, yeni bir ihtilal/darbe beklentisi ve özlemini alenen çağrıştıran bir ifadenin gayet rahatlıkla dile getirildiği görülmektedir. Bu arada tüm ülke genelinde bir halk deyişi olarak sıkça kullanılan “darısı başına” ifadesi, gerçekleşmesi çok istenen ve arzulanan ve hatta bunu işitenlerin “âmin” diye mukabele etmelerine bile kapı açan bir temenni ve dua cümlesi makamında kabul edildiğini de bilvesile hatırlatmak gerekir.

Bahsi geçen söylemde, ihtilal/darbe kavramına atıf yapılıp, tarihten de örnekler verildikten sonra, önceki ihtilal/darbe şartlarının (söylem sahibi Rusya ile diplomatik ilişkiler kurmayı kastederek) şimdi de yaşandığını ima etmek suretiyle, yeni bir darbe temenni ve beklentisini açıkça gösteren, “bakalım darısı kimin başına...” ifadesinin, AİHM içtihatlarında da sıkça altı çizilen hususlardan olan cebir ve şiddeti teşvik, telkin ve tavsiye etmek ve de şiddet çağrısı yapmak kapsamına girmesi nedeniyle, ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün görünmemektedir. Zira “bakalım darısı kimin başına...” söyleminde, geçmişte Rahmetli Adnan Menderes ve Süleyman Demirel’in maruz kaldıkları darbelerin, günümüzde ise kimin için “darısı başına” şeklinde istendiği de artık tevil götürmeyecek kadar açık sayılabilir.

[email protected]