Darbe tartışmaları bağlamından kopmak üzere

İhsan Aktaş/ GENAR Başkanı
8.10.2016

Osmanlı modernleşmesinin doğal bir sonucu olarak, Batı düşüncesinin Osmanlı aydını ve devlet yönetimi üzerinde etkilerinin hissedilmeye başladığı andan itibaren, İttihat Terakki mensuplarının radikal tutumunun da etkisi ile karşıtlık üzerine oturan bir tartışma üslubu gelişmiştir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçildiğinde ilk dönemlerde karşıdakini tamamen yok sayma biçiminde süren bu ilişki, demokratik tartışma imkanının var olduğu günümüzde yeniden toptancı yaklaşımları öne çıkaran bir üslup sorununu iyiden iyiye gün yüzüne çıkardı.


Darbe tartışmaları bağlamından kopmak üzere

Zaman değişti, ülke değişti ama entelektüel camiada ve yazar çizer tayfasında meseleleri ele alma biçimi hiç değişmedi. Peyami Safa’nın Fatih Harbiye romanında simgeleşen zıtlıklar üzerinden hayatı okuma biçimi; Alafranga-Alaturka, Doğu-Batı; Osmanlıcı-Cumhuriyetçi, ilerici-gerici, laik-anti laik, çağdaş çağdışı ayrıştırmaları hatları ve düşünce kalıplarını kesin sınırlarla belirlemeye devam ediyor.

Tartışma konusu eğitim, teknoloji, sağlık, demokrasi, kalkınma, aile hayatı ila ahir, ne olursa olsun, Türk aydını güncele ve konuya dokunan birkaç soluk değerlendirmenin ardından, zihin kodlarını oluşturan 100 yıl öncesinin kalıplarına döner ve meseleyi arkaik ya da anakronik olup olmadığına bakmadan söz konusu kalıplarla ele almaya girişir. Taraflar on yıllara dayanan ideolojik tahkimatlarını yüklenerek çıkarlar meydana... Artık bu noktada konuşulan mesele hakkında ideolojik anganjmanlarla yüklü bir kör dövüşü başlar. Son günlerde televizyon ekranlarında sıklıkla görüldüğü üzere bu meyanda yapılan tartışmaların bir kazananı olmadığı gibi, bu tartışmalardan, tartışmacıların kendi taraftarlarını tatmin etmelerinden öte bir fayda da hasıl olmamaktadır.

İşgal planı mı?

15 Temmuz’da hain bir darbe girişimi yaşadık. Yaşadığımız darbe askeri bir darbe gibi gözükse de bir terör örgütünün ülkeyi ele geçirme girişimi idi. Bir terör örgütünün ülkeyi ele geçirmesinden daha vahimi, darbe yapanların yaptıkları darbe hakkında hiç bir fikirlerinin olmamasıdır. Bu vahim tablo aklımıza onlarca soru getiriyor. Bu darbeyi yapanların amaçları hakkında bilgisi yok ise, bunlar, hangi devlet ya da devletler adına bu işe kalkışmışlardır? Pensilvanya’daki sahte ve kukla mesihin sahiplerinin ülkemizle ilgili tasarrufu ne olacaktı? Sadece kaos çıkarmakla mı sınırlı kalacaklardı; yoksa Güneydoğu’dan başlayarak adım adım bir işgal planı mı devreye sokulacaktı? Darbe girişimi sonrasında ortaya çıkan veriler, FETÖ ile PKK’nın ülke düşmanlığı konusunda ittifak halinde hareket ettiklerini ortaya koyuyordu. FETÖ’nün darbe öncesi Atatürk Havalimanı saldırısını da darbe zeminini oluşturmak için kurguladığı anlaşılmaktadır. DAEŞ’in da ülkeyi işgal planı için kullandıkları bugün daha iyi görülmektedir.

Adeta direnenler sanık oldu

Türkiye’yi düşürme planının altlığının ne denli sağlam olduğunu anlamak için darbe sonrasında, demokrasinin beşiği olduğu varsayılan ABD ve Batı’da darbe girişimine karşı gösterilen tavrı iyi okumak gerekir. Bir yanda demokrasiye kasteden, sivil halkı gözünü kırpmadan öldüren caniler dururken, onların cürmünü sorgulamak yerine, darbeyi halkıyla birlikte püskürten Cumhurbaşkanı, darbeye canı pahasına direnen Türk halkı, bombaların hedefi haline gelen meclis, hükümet ve darbeye karşı bir duruş sergileyen tüm kurum ve kişiler adeta sanık sandalyesine oturtulmuştur. Batı’da yapılan araştırmalarda, darbe girişimi sonrası Batılı liderlerin Türkiye ile ilgili daha olumsuz düşünmeye başladıkları ibretle müşahede edilmiştir. Basit bir mantıkla Batılı müttefiklerimizin her birinin darbeden kendilerince beklentilerinin olduğu anlaşılmaktadır. 80 milyon insanın darbe karşısında yekvücut olması anlaşılan hesap edilemeyen bir durumdu ve bir kısım müttefiklerimizin fena halde sinirlerini germiş olmalı ki, darbe girişimi sonrası şaşkınlıklarını henüz üzerlerinden atabiliyorlar.

Bu süreçte, bütün siyasi partilerin, amasız fakatsız, net bir şekilde darbenin karşısında yer alıp, demokrasiye sahip çıkma refleksi göstermeleri de önemli bir mesaj olarak değerlendirilmelidir. Darbe girişiminden hemen sonra dünyaya verilen en güçlü mesaj, Cumhurbaşkanının çağrısı neticesinde siyasi partilerin Külliye’de bir araya gelip bu belayı savuşturmak için birlikte görüntü vermeleriydi.

Dünya demokrasi tarihinde altın harflerle yer almayı hak eden Yenikapı mitingi yine bu birlik beraberlik ruhuyla gerçekleştirildi. Dünyanın başka bir yerinde demokrasiyi savunmak için beş milyon insan bir araya gelmiş midir, araştırmak lazım.

Yenikapı mitingi, darbeyi yapmaya kalkışan hainlere karşı kahraman halkın, vatan, bayrak, din ve demokrasinin yanında olduklarını gösterdikleri bir tablo ortaya çıkardı. Bu görüntü elbette ki halkımızın birlik ve dirliğini göstermesi bakımından önemliydi. Fakat küresel medya kuruluşları demokrasi bayramını ancak altyazılarla geçiştirmekle yetindi. İyice anladık ki, demokrasiyi korumak için bir araya gelen onca insanın Batı medyası için bir kıymeti yokmuş. Türkiye’de yetişmiş ve bütün zihinsel kodlarını Batı’ya emanet etmiş aydınların bu durumu demokrasi, liberal değerler ve Batı bağlamında bir sorgulamaya tabi tutmalarını salık veririz. Belki zihin açıcı olur.

Eski kodlara dönme tehlikesi

GENAR olarak 15 Temmuz darbe girişimi sonrası yapmış olduğumuz araştırmada; halkın, iktidar ve muhalefet partilerinin darbeye birlikte karşı çıkmaları ve birliktelik ruhunun devam etmesinden memnun olup olmadıklarını sormuştuk. Her iki soruya verilen cevap yüzde 90 oranında memnuniyet bildiren cevaplardı. Türk halkı darbe karşısında kenetlenmiş ve siyasi partilerin ortaya koymuş oldukları birliktelik ruhundan oldukça memnundu. Aynı araştırmada Sayın Cumhurbaşkanı’mızın darbe karşısındaki tutumunu olumlu bulanların oranı da yüzde 91 civarında çıkmıştı. Gelinen noktada, darbe gecesi 100 yıl konuşulacak bir kahramanlık gösteren Türk milleti eski kodlarına dönme tehlikesiyle karşı karşıyadır.

1-İlk olarak biz millet olarak olağan üstü durumlarda dünyanın hiç bir milletine nasip olmayan bazı hasletlere sahibiz. Fakat ne yazık ki, teyakkuz hali geçtikten sonra devlet geleneğinde olan ‘rehavet’ ve ‘nemelazımcılık’ anlayışına geri döner, benzer tehlikelerle tekrar tekrar yaşamak durumunda kalırız. 15 Temmuz darbe girişimi şunu göstermiştir ki, biz bu bürokratik yapıyla bu tür tehlikelere her zaman maruz kalırız. Devlet mekanizması bir yandan terör gurupları ile mücadele ederken bir yandan da kendisini yenilemelidir.

2-Ordu içerisindeki FETÖ örgütlenmesini televizyon programlarında Ergenekon ve Balyoz mağduru paşalar anlattı. Bir kısmı haksız yere suçlanmış, söz konusu askerlerin bir kısmı bugünlerde kumpas olduğu anlaşılan dava süreçlerinde metanetli duruşlarını korumaları toplumda da bir saygı uyandırmıştır. Bütün bunlar, bu askerler tarafından dile getirilen “kuruluş değerlerine geri dönmek” biçiminde özetlenen fırsatçılığı görmemize mani değildir. Öyle bir tablo ortaya konuluyor ki, sanki bu ülkede 28 Şubatlar, 27 Nisanlar, 12 Eylüller hiç olmamış; her şey pirû pakmış, ‘kurucu değerler’den ayrıldığımız için bunlar başımıza gelmiş. Bu ülkede bir darbe geleneği yokmuş da siyasetteki hatalar FETÖ’yü doğurmuş...

Açık konuşalım; itirafçıların ve askerlerin sürekli dillendirdikleri “kurucu değerlere geri dönüş” halkta bir karşılığı da bulunmayan tek parti dönemine özlemin ifadesidir. Başta dindarlar olmak üzere Cumhuriyetten kimsenin bir şikayeti yoktur. Problem olan siyasi partilerin anti demokratik uygulamalarla halkı canından bezdirmesidir. Bugün asıl tartışılması gereken, ülkemizi nasıl daha demokratik hale getirebileceğimizdir. Bu bağlamda Batı’da var olan değerleri aşmanın da mümkün olduğuna inananlardanım. Din kültürü ve dini hayat üzerine fazla kafa yormamış yorumcular, dünyanın en sofistike casus şebekesini dini bir gurup olarak tanımlayınca, seküler bir karşıtlık zeminine kendilerini yerleştirmeleri anlaşılabilir. Ancak geçmişte acı tecrübelerle milletin hafızasına kazınmış uygulamaları, öneri diye insanların önüne koymak, her şeyden önce milletin aklıyla alay etmektir ve 15 Temmuz’u anlamamaktır.

3-Bu süreçte dikkat edilmesi gereken bir diğer konu, FETÖ’nün uluslararası istihbarat örgütlerinin beslemesi bir yapı olduğunu bilerek gizleyip, dini cemaat(!) olma özelliğinin ön plana çıkarılarak bütün dini cemaatlere yönelik bir algı operasyonunun son derece sofistike metodlarla yürütülmekte olduğudur.

Oysa şu iyi anlaşılmalıdır ki, Türkiye’de uygulanan laikçi baskılar,  FETÖ’yü bu kadar güçlü hale getirmiştir. Devletin dinle ve dindarlarla ilişkisi daha sağlıklı bir zeminde ilerleseydi, FETÖ gibi yapılanmalar toplumda bir karşılık bulamazlardı. 15 Temmuz gecesi bin yıllık geleneğe sahip tarikatlar, herkesten önce sokağa çıkıp vatan savunmasına girişmiştir. Şehit olan vatan evlatları arasında hatırı sayılır derecede Nakşi ve Kadiri vardır. Bu milletin geleneğinde “devlet ebet müddet” ve “din-ü devlet” anlayışı hakimdir. Bu millet din ve devleti ile birlikte yaşamaya alışkındır. Osmanlı’da olduğu gibi dini faaliyetler hukuk güvencesi altına alınmalı her grup faaliyetlerini açıktan yapar hale gelmelidir. Açıklık ve denetim bu yapıları daha faydalı hale getirir.

4-Muhalefet partilerinin ve özellikle CHP’nin halkın iştiyakla desteklediği Yenikapı ruhuna sadık kalıp kalmayacakları meselesi önemlidir. Cumhurbaşkanı’nın 15 Temmuz sürecinden sonra: “Ben dahil hiç kimse darbe girişiminden önceki gibi davranma lüksü yoktur” diyerek siyasi partilere de sorumluluklarını hatırlatmıştır. Vatan için birlikte hareket etme misyonuna zarar veren parti, halk tarafından sorgulanır. Fakat kısa sürede anlaşılmıştır ki, Ak Parti’ye karşı olmayı varlık sebebi haline getiren CHP için uzlaşma zemininde kalmak oldukça zordur. Partiler uzlaşmayı ne kadar sürdürür bilemeyiz ama halk kendi arasında bir kutuplaşma iddialarını çoktan boşa çıkarmış durumdadır. Siyasette bir noktaya kadar kutuplaşma kazandırmış olabilir, ancak eldeki veriler bundan böyle uzlaşmanın kazandıracağını göstermektedir.

5-”Kurunun yanında yaş da yanar mı?” 15 Temmuz darbe girişiminden sonra en fazla duyduğumuz söz oldu. Halk FETÖ’nün savcı ve polislerinin ne kadar kötü niyetli ve gaddar olduğunu gördükten sonra haklı olarak devletin tasarruflarından korkmaktadır. Bir vatandaşımızın dahi haksızlığa uğramasına kimsenin gönlü razı olamaz. Buna rağmen zahirde hiç bir suçu yokmuş gibi görünen devlete ve vatandaşa karşı her an her cürmü işleyecek potansiyelde olan bir gurubu hukuk ve istihbarat servislerinin nasıl ayıklayacağı meselesi de dünyanın en zor işi gibi duruyor. Elindeki devlet silahıyla sivil vatandaşları gözünü kırpmadan öldüren generallerin de bu güne kadar hiç bir sabıkası yoktu. Bu durumda devletin adaletine güvenmekten başka çare yoktur. Siyasi partiler STK’lar yanlışların giderilmesi için çaba sarfetmektedir. Umarız en az hasarla bu süreç atlatılır.

6-Asıl korkulması gereken, yapılan tartışmaların, giderek darbeyi yapan çetenin uluslararası bağlantılarıyla birlikte çökertilme imkanından bizi uzaklaştırmasıdır. Meselenin özünden uzaklaşırsak yeni darbeler kaçınılmaz olur. Yazının başında Osmanlı’dan bu güne meselelerimizin özüne inmeden kalıplarla tartışma alışkanlıklarımızdan bahsetmiştim. Aman bu sefer yüzyıllık hatalara geri dönmeyelim meselemizi mesele gibi tartışalım demokratik ve hukukun üstünlüğüne inanan güçlü bir devletin kuruluşu fırsatını elimizden kaçırmayalım. 15 Temmuz’da canı pahasına sokağa çıkan halkın beklentisi ve talebi budur.

[email protected]