Darbeci zihniyetin laik ve demokratik Cumhuriyet paradoksu

Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
9.04.2021

Cumhuriyet tarihinde 60 darbesiyle başlayan bu faaliyetin tüm fenomenleri cumhuriyeti ortadan kaldırmaya matuftur. Laik, demokratik cumhuriyet ve Atatürk parolasıyla hareket eden bu algının bu kelimelere verdiği manayı kendilerinden başka kimsenin bilmesi mümkün de değil. Demokratik cumhuriyetin kavramsal anlamını bile egemenlik heveslerini sınırlamak olarak gören bu zihniyet, bu kavramları içi boşaltılmış slogan haline dönüştürerek, emperyalizmin modern sömürü aygıtı olan darbelerin sloganı olarak kullanıyor. Kendisi işgal edilmiş, olan bu vatanı ve milleti savunamaz.


Darbeci zihniyetin laik ve demokratik Cumhuriyet paradoksu

Genellikle taş ve madenler üzerinden adlandırdığımız ilk cağları, düşüncenin gelişimi üzerinden okuduğumuzda topluma büyük katkısı olan kahramanların, gerçekliğinden kopartılarak tanrısallaştırıldığı efsanevi mitolojik dönem, bu tanrılara övgüleri dillendirerek onların kutsallığını pekiştiren epik dönem, niçin ve neden sorularının öne çıkarak, hakikatin merak konusu olduğu felsefi dönem olarak ifade etmek de mümkündür. Felsefenin bu ilk formu ahlak, bilim, sanat ve tüm akletme eylemleriyle günümüze kadar gelen önermeleri ile varlığını sürdürüyor. Ancak bu durum mitolojik ve epik dönemin sona erdiği anlamına gelmiyor, aksine mitolojik ve epik dönem tarih boyunca felsefi düşüncenin karşısında varlığını sürdürmüştür. Bu yazının konusu olan ve özellikle Türkiye'de milletin haiz olduğu tüm değerlere karşı ve onun devletine karşı en büyük tehdit olan darbeci zihniyetin, bu vatanın ve milletin gerçekliğinden bağı kopartılmış, tamamen mitolojik bir din algısıyla işgal edilmiş bir zihne sahip olduğu anlaşılıyor.

İşgalci irade

Darbeci zihniyet işgalci bir iradenin dayatımıyla milletin değerlerini değersizleştiren ve onunla mücadeleyi kutsayan bir algıyla hareket ediyor. Bunun için ise gerçek anlamıyla milletin sahip olduğu değerleri mitolojik içeriklerle mistize edip kavramsal olarak anlaşılmaz hale getirdiği sloganik algılara yaslanıyor. Böylece kavram, gerçek anlamını kaybedip tapınılıp itaat edilmesi gereken bir ayin aracına dönüştürülüyor. Artık sosyal hayat bu ayine katılan ve katılmayanlar arasındaki fay hattı üzerinden emperyalizmin ideal ortamını kurmuş oluyor. Bu mistik anlayış devleti milletten ayrı, halkın anlayamayacağı, sadece sırlarını kendilerinin bildiği bir kutsal varlık olarak tasavvur eder ve milletle ilişkileri de milleti bu kutsal varlığa itaat eden nesnelere dönüştürüp kimliksizleştirmektir.

Kavramları içerikten bağımsız

Bir varlık adlandırıldığı kavramın anlamı ile bağını koparmışsa artık o, o ad altında varlığını sürdürmeye çalışsa da o değildir. Ancak o ad altında başka bir şeye alet ediliyordur. Bu anlamda bir milletin millet olarak kalabilmesi onu millet yapan, devletini de devlet yapan kavramların anlamlarının gerçekleşmesine bağlıdır. Kısaca demokratik ve laik cumhuriyet milletin kayıtsız şartsız hakimiyeti esası ile kendi mukadderatına sahip çıkması, bir kişinin bile suç teşkil etmeyen inancından, yaşam tarzından dolayı ayrımcılığa maruz kalmaması ile başlayan ve insanca yaşamayı mümkün kılan bir ortamı kurabildiğinde bu anlamını gerçekleştirebilir. Aksi takdirde cumhuriyet adı altında millet iradesini darbe ile susturarak kendisi gibi inanmayan, yaşamayan kesimleri ötekileştirmenin cumhuriyetle hiçbir alakası yoktur.

İfade edilenle o ifadenin anlamı arasında uyumsuzluk hali olarak paradoks kelimesi bir abzürtlük halini ifade eder. Darbeci zihnin ifade ve yönelimleri incelendiğinde ise devletin temel kavramları olan cumhuriyet, demokrasi ve laiklik kavramlarını kullandıkları ancak bu ifadeleri haiz oldukları anlamlardan bağımsız, hatta tam aksi yönde faaliyet gösterdikleri gözlemleniyor. Milletin hakimiyeti karşısında güçten başka hiçbir ahlak ve hukuki değere yaslanmayan, egemen bir tavırla durduklarını görüyoruz.

Oysa bir kavram ifade ettiği anlamı gerçekleştirmiyorsa gerçekleşen bu şeyin o kavramla bir alakası yoktur ve böyle bir durumun kanıksandığı ortamda akla da ihtiyaç yoktur. Bu tam bir akıl tutulmasına yol açar ve böyle bir dünyada insani hiçbir faaliyet gerçekleşemez. İşte mitoloji tam burada ortaya çıkıyor. Akli bağlamlar dışında, bir varlığı haddini aşacak bir yorumla tanrılaştırma eylemi olarak mitoloji Türkiye'de darbeci zihniyetin temel söyleminde kendine özgü bir tipoloji sergiliyor. Temeli, kurtarıcı Herkül ve ondan tevarüs eden kurtarıcı Mesih itikadına dayalı bu inanç günümüzde farklı biçimlerle olsa da çok güçlü olarak varlığını sürdürüyor. Bu gücün küresel cazibesi de Türkiye'de hala aşılamayan darbeci zihniyetin temel motivasyonunu tahkim etmeyi sürdürüyor. Bir darbecinin "Biz darbe yapmasaydık dış müdahale olacaktı" sözü babasının gazabından halkı korumak için onları kendisi döven kurtarıcı Herkül rolünü çok iyi ifade ediyor. Bunu söyleyen kişi acaba dış güçlerin bizim için iyi olandan rahatsız, kötü olandan memnun olacaklarını, onları memnun etmek için darbe yapmanın ise bu ülkeyi onlara peşkeş çekmek olduğunun farkında mı?

Demokrasi ve muhalefet

Milli irade ve onun tercihlerine karşı, egemen tavırlarla, masayı yumruklayıp naralar atarak, milleti ve onun seçtiklerini tehdit edenler bunun milli iradeyi somutlaştıran demokratik cumhuriyete yönelmiş bir tehdit olduğunun anlaşıldığını bilmeleri gerekir. Milletin tercihi ile işbaşına gelen idareyi her şeyi en iyi şekilde yapsa da onu asla kabul etmeyecek onunla mücadele edeceğiz anlayışının demokratik muhalefetle nasıl bir bağı olabilir? Bu adeta dine karşı bir din savaşını andırıyor. Cumhuriyetten söz eden, milletin hakimiyetine, demokrasiden söz eden, bu hakimiyeti cari kılan millet iradesine, laiklikten söz eden de milletin inancına saygı duymayı bilmedikçe yaptığının siyasetle bir ilgisi yoktur. Demokratik ve laik cumhuriyet, milletin karşısında egemenlik iddiası taşıyan, kendilerine teveccüh etmeyeni tehdit eden bu zihniyete karşı, hiçbir ahlaka ve hukuka bağlı olmayan egemenlik iddiası ile değil milli iradenin ahlak ve hukuka bağlılıkla somutlaşmış hakimiyeti ile kurulmuştur. Bu milletin enerjisinin heba edildiği yılları bir an önce millet iradesi ve hakimiyetiyle telafi etmek zorundayız. Bugün bu yolda atılan adımların, darbeci zihniyeti ve onların efendileri olan uluslararası egemenleri ne kadar rahatsız ettiği ortadadır. Kendini itaat edilmesi gereken mutlak gerçek olarak gören ve bunun dışındakilere öfkelenen bu zihniyetin hala varlığını sürdürmesi karşısında, devletin ve milletin temel kavramlarının yani cumhuriyet, demokrasi ve laikliğin ne olduğu hususunda eğitim sistemimizde mi bir sorun olduğunu gözden geçirmemiz gerekiyor. Kavramsal içerikleri ile darbeci zihniyete geçit vermeyecek olan bu kavramlar nasıl olur da darbecilerin sloganı olabilir. Bunca yıl bu üç kavram, anlamları ile tam tezat olarak nasıl mistik bir kavrama dönüşebildi. Bir terör örgünün islamofobik yapısını laiklik olarak ifade eden algı nereden ortaya çıktı. Böyle bir laiklik tanımı dünyanın neresinde bulundu da böyle bir içerikle kamuoyunda dillendirilebiliyor. İnanç özgürlüğünün sağlanması hususunda devlete görev yükleyen bu kavram nasıl olur da islamofobik bir slogana dönüştürülebilir. Bunun sebeplerinin ciddi ciddi araştırılması gerekiyor. Cumhuriyet ve demokrasiyi aynı anlamda, halkın kendi kendisini yönetmesi olarak, her birinin nasıl gerçekleşeceğini irdelemeden geçiştiren bir tanımla cumhuriyet ve demokrasi kavramları anlaşılamaz. Cumhuriyetin en özlü ve kısa tanımı halkın temsilcisi olarak cumhuriyeti kavramsal olarak kuran birinci mecliste verilmişken bunu göz ardı ederek cumhuriyeti ve demokrasiyi anlamak mümkün değildir. Elbette anlaşılmazlık mistik uydurmalara iyi bir zemin oluşturuyor. 21 anayasasında ifadesini bulan "Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir" ifadesindeki cumhuriyet tanımı, bu kök ifadesi ile kavramsallaştırılsa ve demokrasinin de cumhuriyetin gerçekleştirilmesi için millet iradesinin açığa çıkartılacağı sistem olduğu bilinci diriltilebilirse bunu kavrayan herkes sloganik bir cumhuriyet ile gerçek cumhuriyetin farkını anlayıp darbeci zihniyetin geçit bulacağı bulanık ortamları berrak bir irade ile kontrol edebilecektir.

Dişi kıran pirincin içindeki beyaz taşlardır metoforu ile hareket eden darbeci zihniyet, ortadan kaldırmak istediğinin formuna bürünerek faaliyet gösteriyor.

Mitolojik dinler gibi

Cumhuriyet tarihinde 60 darbesiyle başlayan bu faaliyetin tüm fenomenleri cumhuriyeti ortadan kaldırmaya matuftur. Laik, demokratik cumhuriyet ve Atatürk parolasıyla hareket eden bu algının bu kelimelere verdiği manayı kendilerinden başka kimsenin bilmesi mümkün de değil.

Dolayısı ile akıl sahiplerinin anlamlandıramadığı bu hal karşısında kutsal ruhun ruhbanları gibi hareket eden bu kesim, halka kudretinden sual olunmaz bir inanca mutlak bir itaat emrediyor. Darbecilerin cumhuriyet dediği kavram, milletin kayıtsız şartsız hakimiyetini ifade eden cumhuriyete, Atatürk söylemleri ise cumhuriyeti kuran halkın lideri, "aklı hür vicdanı hür" bir toplum projesi olan Atatürk'e hiç benzemiyor. Milletin gerçek değerlerini ifade eden kavramları mitolojik içeriklerle dönüştürerek, gerçeğin sadece kendilerinin ifade ettiğinden ibaret ve bunu kabul etmeyenin ise adeta günahkar ilan edildiği bu inanç, Sokrates'i devletin tanrılarına karşı gelmekle suçlayıp katleden mitolojik dinlerle aynı karakteri taşıyor.

Bu bağlamda toplumsal, siyasal ve kültürel zihniyetin insani zeminde normalleşip inkişafının sağlanması için öğretim odaklı değil kavram odaklı bir sisteme geçilmesi zorunludur. Kendisinde kavram ağacının kök saldığı kişinin meyve vermemesi mümkün değildir. Bu anlamda gerçek kavramlara sahip olan kişi öğretileni sloganik olarak tekrarlamak yerine o kavramı davranışları ve düşüncesi ile çiçek ve meyve veren bir ağaca dönüştürebilir. Bu bizim tüm potansiyelimizi tehdit eden darbeci zihniyetin mevzilerini ortadan kaldıracak en önemli güvencemiz olduğu gibi insani faaliyetlerin inkişafının da altyapısını oluşturur. 15 Temmuz darbe girişimi bu niteliklere sahip insanların düşünce ve eylemleriyle önlendi.

Modern devlet anlayışının ilklerinden olan, milletin değerleri yerine kralın aklını merkeze koyarak, yeni bir devlet ve millet öneren Machiavelli'nin, ilk kez status(değişmez, sabit, temel değer) olarak tanımladığı devletin kralı, ahlakı ve hukuku belirleme yetkisine sahip tek otorite, ancak bu ahlak ve hukuka uymak zorunda olmayan mutlak egemendir. Machiavelli bu kralın zulmetmesi karşısında bile onu uyarmayı kabul etmez ve onun iyilikler yapması için dua etmeyi önerir. Kilisenin egemenliğine karşı çözümü budur. Oysa bu yaşamsallığı şekillendiren yepyeni bir dine dönüşecektir. Bu dinin tevarüs ettiği darbeci algıda laiklik onların inandığı gibi inanmak, giyinmek hatta düşünmektir. Bu yüzden kavramsal eğitim öncelikle çözülmesi gereken bir sorun. Laiklik kavramı din ve devlet işleri ayrılığı sloganıyla geçiştirilemez. Aksi takdirde kendi inançları dışındaki tüm inançları din ve devlet ayrıdır deyip inanç sahiplerini devletten, ülkeden ayırmayı laiklik zanneden bu zihniyetle baş edebilmek kolay olmayacak.

Egemenlik, hiçbir kuralla ve değerle kendini sınırlandırmadan, ahlakın ve hukukun kaynağı olma iddiasına dayanır. Egemen için ahlaki ve hukuki bir kurala riayet etmek, egemenliğini kaybetmek anlamına gelir. O ancak kaynağını somut güce bağlayan ve kendisinden güçlü olan egemenlere itaati kendi egemenliğinin güvencesi sayan hiyerarşik bir zincirin halkasıdır.

Demokratik cumhuriyetin kavramsal anlamını bile egemenlik heveslerini sınırlamak olarak gören bu zihniyet, bu kavramları içi boşaltılmış slogan haline dönüştürerek, emperyalizmin modern sömürü aygıtı olan darbelerin sloganı olarak kullanıyor. Kendisi işgal edilmiş olanın bu vatanı ve milleti savunması mümkün değildir. O ancak her türlü takiyyeyle sızmayı başardığı makam üzerinden, kendini işgal eden işgalcilerin emirine amade, onlar adına bu vatanı ve milleti işgali meşru gören bir kuldur. Bu açıdan liyakati önceleyerek bizi biz, bu vatanı vatan yapan değerlerle insan, millet ve devlet olmanın temel kavramları çerçevesinde, öğrencinin verileni depolayan bir nesne olmaktan çıkıp, aktif, sorgulayan içselleştiren bir özne olduğu kavramsal eğitim sistemine geçerek tüm değerleri ile varlığımızın güvencesi olan milletin özneliğini tahkim etmeyi başarmak zorundayız.

[email protected]