Darbeye giden yol

Doç. Dr. Ahmet Uysal - Stratejik Düşünce Enstitüsü, Ortadoğu Uzmanı
13.07.2013

Gezi’de olduğu gibi, Tahrir’de gençler ön plandaydı. Ama gelişmeler, gerçek plan yapanların darbeciler olduğunu gösterdi. Tahrir ve Gezi’ye açık bir dış destek gözlenmektedir. Özellikle medyanın hükümetleri diktatör göstermesi ortak söylemlerdi. Bürokrasiye söz geçiremeyen Mürsi, diktatör olarak eleştiriliyordu. Ama bugün aynı gençler askeri rejimi eleştirmeye korkuyorlar.


Darbeye giden yol

Mısır’da yaşananlar her anlamda kaza idi. Bir yandan taşlı, çukurlu ve virajlı bir yol, diğer yandan yeni direksiyona geçmiş bir sürücü. Araba güzel, yolcular ve seyirciler yerinde. Arabayı duvara çarpmak gibi bir kaza oldu. Türkiye’de benzer kazaları çok yaşadığımız için çukurları ve virajları biz iyi biliyoruz ama demokrasi onların yeni girdiği bir yoldu. Sürücü hatası olsa da daha çok yola dikenli tel ve barikat kuranların sorumluluğu var. 

Kısa bir arka plan resmi çizmek yararlı olacaktır. Bilindiği gibi 2011 yılında büyük bir halk ayaklanmasıyla Mübarek yönetimi devre dışı kalmıştı. İsyan edenler aş, özgürlük ve adalet istiyorlardı. Ülkede baskı yanında işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk ve diğer pek çok sorun birikmişti. Demokrasi olmadığı için de bu sorunlar halkta ciddi bir tepki birikimine yol açmıştı. Tunus’ta bilinen isyandan sonra Mısır’da da ciddi bir isyan görüldü ve Mübarek düştü.

Bölgenin en eski hareketi olarak İhvan-ı Müslimin önce tereddüt etti ama daha sonra meydanlara inerek rejimin düşmesinde ve özellikle devrim sonrası oluşan kaosta düzenin korunmasında ciddi rol üstlendi. İhvan’ın desteği olmasaydı, Tahrir gençleri Mübarek’i düşüremezlerdi. Geniş toplumsal tabanı ve örgütü ile İhvan’ın rolü inkar edilemez.

Ordu da Hüsnü Mübarek’in oğlu Cemal Mübarek’i sivil birisi olarak başkan istemiyordu. Çünkü 1952’den beri ülkeyi yöneten askerdi ve Mübarek’in gitmesine ses çıkarmadılar. Demokratik bir isyandan sonra yönetimi ordu adına Yüksek Askeri Konsey devralmıştı. Bugün de Anayasa Mahkemesi Başkanını getirdiler ama arkada yine kararları onlar alıyor.

Mısır’da fiilen darbe olmuştu ama devrim adına bu rolü üslendiklerini söylemeleri büyük ölçüde kabul görmüştü. İronik bir şekilde askeri düzene karşı yapılan devrim orduya, Yüksek Askeri Konsey’e teslim edilmişti. Esas sorun burada başlıyordu. Mısır’da sistemin sahibi ordudur ve siyasete hakim olduğu gibi ekonomide ciddi ağırlığı vardır. Kit ve iştirakleriyle ülke ekonomisinin üçte birini kontrol ettiği bilinmektedir. Geçiş sürecini yönetirken devrim yerine reform mantığını işlettiler. Yeni anayasa yazımı yerine İslamcıları ve İhvan-ı Müslimin’i eski anayasanın kısmi revizyonuna ikna ettiler. Bu sayede Mübarek anayasası onaylandığı gibi İslamcı ve liberal devrim koalisyonu bozulmuş oldu. Dolayısıyla, Mart 2011’den sonra teknik olarak reform süreci işlemeye başladı.

Gerçekleşenin devrim mi reform mu olduğu çok fark eder. Çünkü devrim dediğinizde köklü değişim mantığıyla bütün kuralları yeniden belirleyebiliyorsunuz. Reform denince ise eski sistemin içinden ve kurallarına göre değişim aranıyor. Mübarek düzeni gibi bir despotik yapıdan reform ile demokrasi çıkarmak oldukça zordur. Darbecilerin yazdırdığı 1980 Anayasası’nın Türkiye’de değişimin önünü ne kadar tıkadığını hepimiz biliyoruz. Reform olması İhvan için büyük bir tuzak oldu. Çünkü zamanla bütün eski kurumlar ve elitler meşruiyete kavuştular. Medyadan, yargıya, askerden, burjuvaziye hepsi yeniden ortaya çıktılar. Hatta Mübarek’in adamları da ortalıkta rahat rahat dolaştıkları gibi, demokrasi havarileri olarak bile görünmeye başladılar. 

Bu kriz, bürokraside, ekonomide ve sokakta İhvan Yönetimini yönetemez hale getirdikleri için çıktı. İhvan ise bu durumu anlamadı ve ne çözüm bulmaya çalıştı ne de yönettirmiyorlar diye halka başvurdu. Meclis seçimlerinde İhvan ve diğer İslamcıların çok fazla oy alması özellikle muhaliflerde ciddi bir umutsuzluk oluşturmuş ve Mübarek yanlılarıyla işbirliğine itmiştir. Parlamentodan sonra İhvan’ın başkanlığı alma ihtimali diğer grupları ve özellikle eski rejimin adamlarını ciddi şekilde korkutuyordu. Mübarek’in düşmesinde önemli rolü olan Tahrir gençleri aradan geçen sürede hem seçimlere hazırlanamamıştı, hem de laik tabanlarının toplumsal karşılığının zayıf olması yanında, kendi aralarında bölünmüşlük yaşıyorlardı. 

Mursi’nin günahı neydi?

Aslında bu krizin özeti Cumhurbaşkanlığı seçimidir. İhvan’ın politik tecrübesinin azlığı üç temel hata yaptırmıştır. Birincisi, devrimden hemen sonra Meclis sandalyelerinin yalnızca yarısına talip olacağım dediği halde hemen hepsine talip olmuştur. İkinci olarak, başkan adayı göstermeyeceğim diye söz verdiği halde siyasette zorlanmaya başlayınca, 2012 yazında yapılan başkanlık seçimlerine aday göstermiştir. Üçüncü olarak, son turda demokratik cepheyi arkasında toplayamadı. Mübarek’in son başbakanı Ahmed Şefik ilk yarışta ikinci oldu. Yapılan İhvan diktatörlüğü söylemleri ve kafa karışıklığı arasında İhvan seçimleri kazanmış olsa bile Şefik çok ciddi bir oy almıştı. 

Şefik’in bu kadar yüksek oy alması eski düzen yanlılarının geri dönüşünün sinyali idi. Yeni Hükümet kurulurken, Hişam Kandil Hükümeti’nde İslamcılar ve bazı eski rejim adamlarına yer verilip Tahrir gençlerinin ihmal edilmesi, gençleri ciddi muhalefet yapmaya yöneltmiştir. Şefik hakkında yolsuzluk ve görevi kötüye kullanma gibi suçlamalar yöneltildiyse de yurtdışında bulunduğu için yargılama ilerleyememiştir. Diğer taraftan, bu yargılama siyasi intikam olarak algılandığı için siyaseten çok şık olmamıştır. Arada geçen sürede Mübarek taraftarları toparlanarak diğer hükümet karşıtlarıyla işbirliğine gitmişlerdir.  

Hişam Kandil Hükümeti ilk olarak mali kaynak bularak ekonomik sorunları azaltmaya çalıştı. Mübarek döneminde ve düşüşünden sonra ekonomi oldukça kötüydü. Askeri yönetim bir iyileşme sağlayamadığı enkazı Kandil Hükümeti’ne devretti. Ekonomiyi düzeltmek için ülke dışından kaynak bulma çabaları pek gerçekleşmedi. İMF ile anlaşma olmadığı gibi Türkiye ve Katar dışında Körfez ülkelerinden ciddi destek bulamadılar. Hatta Mübarek’in dondurulan Batı bankalarındaki büyük miktarlar da iade edilmedi. Dolayısıyla, ekonomik sıkıntılar devam etti. Ülkede yaşanan diğer bir sorun, güvenlik sorunu idi. Devrimden sonra polis kasıtlı olarak görevinin başına tam dönmediği gibi devrim esnasında boşalan hapishanelerden kaçanlar sokaklarda güvenlik sorunu oluşturuyordu. 

Ayrıca, Mürsi yönetiminin bazı başarısızlıkları oldu. Örneğin, kaynak olmadan idari çabalarla yapılabilecek trafik düzenlemesi ve bürokrasinin azaltılması gibi çalışmalar yeterince yapılamadı. Yeni yönetimin tecrübesiz ve hazırlıksızdı ancak, eski bürokrasinin direncini de teslim etmek gerekir. Özellikle yaşanan benzin, tüp-gaz ve elektrik sıkıntısının, bürokrasinin kasıtlı iş yavaşlatmasıyla ortaya çıktığı bilinmektedir. 

Şartları yavaş yavaş oluşuyordu ama darbe sinsice geldi. Öncelikle Hükümet ve muhalifler arasında zıtlaşma oluştu. Tartışmalar çok ideolojik ve inatlaşma şeklinde gittiği için diyalog şartları oluşmadı. İlk başlarda daha çok muhalifler bizi dinleyin diye şikayet ediyorlardı, hükümet yanaşmadı. Daha sonra muhalifler birleşerek “Kurtuluş Cephesi”ni oluşturdular ve cephe büyüyerek bugünlere gelindi. Sonra İhvan diyalog yapalım dedi, Mürsi’yi düşürebileceğine inanan muhalifler diyaloğa ve seçime yanaşmadılar. Asker ve derin devlet bu sürecin içinde olmakla beraber ön planda olmadılar. 2 Haziran’da anlaşın diye taraflara verdiği ültimatomda ordunun sanki tarafsızmış gibi izlenim alınıyordu. Darbe işareti olduğu halde İhvan Yönetimi bu mesajları okuyamadı. Sonra ordu sorunu çözme bahanesiyle darbe yaparak muhalefetin adamlarını göreve getirdi. Türkiye’deki 1960 darbesinde Demokrat Parti’yi devirip CHP’yi başa getirmesi gibi bir yöntem izlendi. 

Gezide olduğu gibi Mürsi’nin darbe ile düşmesini sağlayan Tahrir gençleri ön plandaydı. Ama gelişmeler, gerçek plan yapanların darbeciler olduğunu gösterdi. Tahrir ve Gezi’ye açık bir dış destek gözlenmektedir. Özellikle medyanın hükümetleri diktatör göstermesi Gezi ve Tahrir’de ortak söylemlerdi. Bürokrasiye söz geçiremeyen Mürsi, diktatör olarak eleştiriliyordu. Ama bugün aynı gençler askeri rejimi eleştirmeye korkuyorlar. Birçoğunun pişmanlık yazılarını sosyal medyadan okuyoruz. Gezi ile farklar ise Mısır’da ciddi yoksulluk ve sosyal sıkıntılar var gösterileri artırıyordu. Türkiye’de ise bu gösteriler daha çok ideolojik kaygıları yansıtıyor. Diğer fark ise, güvenlik güçlerinin Tahrir göstericilerinin yanında olması, Gezi’de ise gösterileri önlemeye çalışmışlardı.

Bundan sonra ne olacak?

Darbe henüz başarıya ulaşmadı. Fiili darbe olması ve İhvan yöneticilerinin tutuklanması toplumda tepkiyi artırdı. Halkın bir kısmının kızdığı Mürsi, mağdur olarak görülmeye başlandı. Mübarek bürokratlarının, yargı ve yönetimde ortaya çıkıp intikam almaya başladığı görüntüsü de insanları korkuttu ve darbecilerin arkasından çekilmeye başladılar. Mürsi’nin gitmesine razı olan Selefi Nur Partisi, laik-liberal ekibin yönetime gelmesine itiraz etti ve süreçten desteğini çekti. Son olarak Cumhuriyet Muhafızlarının Mürsi taraftarından 51 kişiyi öldürmesi ciddi bir infial oluşturdu ve tepkiler arttı. Bir yandan darbeciler geçiş sürecini işletmeye çalışıyorlar. Diğer yandan İhvan ve ona destek olan demokratik güçler meydanlarda tepkilerini sürdürüyorlar. Zıtlaşma sürerken ordu Ramazan’ın da gelmesiyle göstericilerin yorulup azalacağını umuyor. Mürsi taraftarları ise Ramazan’ın festival havasını gösterilerle birleştirmek istiyor.

Görüldüğü üzere ordu ve İhvan arasında restleşme devam ediyor. Ama ülke imajı, ekonomisi ve siyasi istikrarı açısından bu kriz çok uzun süremez. İki grup arasındaki pazarlıklar kadar, ABD, AB, Arabistan, Türkiye, Katar ve İsrail’in hamleleri çözümün yönünü belirleyecektir. Ancak, sorunun çözümü önce sahada belirlenecektir. İhvan’ın direnci fazla olursa (ki bekleniyor), ordu ve polis direnişi kırmaya çalışabilir. Bu da kanlı çatışmalar anlamına gelecektir. O yüzden önümüzdeki günlerde gelişmelerin rengini belirlenecektir. Geniş halk katılımının olduğu direnişi kırmak imkansız değil ama insanlarda direnç kapasitesi ile ciddi maliyeti olacaktır. İnşallah ilk işaretlerini gördüğümüz şiddet yönüne gidilmez. Bu Cezayir örneğine benzer ki orada 200 bin insan ölmüştü. Bir iç savaşta Mısır’da 500 bin kişi ölür.

İhvan-ı Müslim’in sisteme hakim olduğunu sanırken, darbe olacağını hiç tahmin etmiyordu. Türkiye de Gezi ile sürprizlere hazır olması gerektiğini gördü ve görmelidir. Özellikle yapılan icraatların iyi anlatılması gerektiği anlaşılıyor. Halka iyi anlatılmayan uygulamalar tepki çekebiliyor. En önemlisi, İhvan’ın başına dert açan konu Anayasa değişikliği olmuştur. Eski anayasadan çok farklı olmadığı halde sayısal güçlerini kullanarak İslamcılar kendi anayasa önerilerini meclise ve halka onaylattılar. Sosyal ve siyasi dengeleri gözetmediği için oluşan bir kutuplaşma ve gerginlik, siyasi krize ve darbeye gerekçe olarak kullanıldı. Türkiye’nin anayasa süreci böyle bir gerginliğe gebe olabilir. Her düzeyde istişare ve diyalog mekanizmalarını işletmek yararlı olacaktır. 

[email protected]