Darbeye karşı Anadolu irfanı

Ercan Yıldırım/ Yazar
24.07.2016

Bu halkı birleştiren en önemli ve ontolojik değer “Anadolu irfanı”dır. Sol-sosyalist hatta Kemalistlerin millet düşmanlığı, bir bakıma bu irfan halkasına giremeyecek kadar yabancı kalmalarındandır. Millet irfanı, derin analizler, uzun boylu konuşmalar barındırmadan vatan, millet kavramları etrafındaki her türlü “gavur saldırısı”nı tehdit olarak kabul eder.


Darbeye karşı Anadolu irfanı

15 Temmuz cuntası Türk siyasi hayatında telafisi mümkün olan yaralar açarken, siyasi geleneğimizde çok önemli kırılmalarla birlikte yeni adetler de geliştirdi. Öncelikle 27 Mayıs ile beliren ve halkın ordu müdahalelerine tepkisiz kaldığı, kalacağı inancı yok oldu. Cuntayı, “halk darbesi” durdurdu. Türk milleti “Sandık namustur” dediği gibi sandığa, milli iradesine sahip çıktı. Darbecilerin hesaplayamadığı en kritik nokta milletin tankın önüne yatması oldu. Bir diğer kırılma medyada gerçekleşti; Doğan medyası başta olmak üzere sol-liberal geleneğin gazetecileri ve yorumcuları açıktan cuntaya karşı çıktı. Son olarak asker içinde “pürFETÖ’cü” olduğu anlaşılan kalkışmaya başka kesimler, odaklar destek vermeyerek “emir komuta zinciri”ni tamamlamadılar.

Darbe girişiminin ikindi saatlerinde başladığı gece yarısında şiddetlendiği, sabah vaktine doğru gerilediği göz önüne alınırsa asker içinde FETÖ’cülerden emir almak istemeyen ama onları da tasfiye etmeyi göze alan kesimlerin kalkışmanın akamete uğramasında doğrudan etkisi olduğu gözlenir. Türk siyasi ve askeri tarihi rövanşizm ve tasfiyecilik üzerine kurulmuştur. Darbeler bir yönüyle sivil idareleri tasfiye ederken çok daha fazlasını asker içinde gerçekleştirir. Dolayısıyla sadece demokrasinin ya da siyasi hayatın kesintiye uğraması değil siyaseti belirginleştirecek dış güçlerin ilgisini çekmesi bakımından da tasfiyecilik 15 Temmuz’a sevinen kesimleri cesaretlendirdi.

Halksız halk savaşı teorisi

15 Temmuz darbe girişimi sol–liberallerle birlikte Kemalistlerin de tepkisini çekti. Sadece Doğan medyasının değil, basın yayın organlarının geneli cuntaya karşı durdu. Sosyalist abilerden bazıları, ihtiraslı Kemalistler bilhassa “halkın tankların karşısına çıkması”na çok bozuldu. Doğru olmayan biçimde halkın cunta girişiminin başarısız olduktan sonra sokağa indiği yorumlarına ötekileri eklendi. Tankların önüne geçenlerin, meydanları dolduranların halk değil kamu-yarı kamu yönü ağırlıklı partililerin, siyasal öznelerin, lümpenlerin olduğu dile getirilirken milletin “demokrasi için değil Recep Tayyip Erdoğan için” tankın önüne yattığı da eleştirilerin odağında yer aldı.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, pek çok cenahtan insanın temsil ettiği millet varlığının, ortalamayı tutturacak muhafazakar tutumla “yurtseverlik” başlığı altında, içine laikleri de alarak cuntayı durduğu muhakkaktır. Haliyle Erdoğan’ı iktidarda tutmak değil, Erdoğan’ın temsil ettiği demokratik varlığı korumak bu kesimin misyonu oldu. İçinde tarikat ve cemaatleri de Gezicileri de milliyetçileri de lümpenleri de barındıran bu halkı birleştiren en önemli ve ontolojik değer “Anadolu irfanı”dır. Sol-sosyalist hatta Kemalistlerin millet düşmanlığı bir bakıma bu irfan halkasına giremeyecek kadar yabancı kalmalarındandır. Millet irfanı derin analizler, uzun boylu konuşmalar barındırmadan vatan, millet kavramları etrafındaki her türlü “gavur saldırısı”nı tehdit olarak kabul eder. Haliyle milli olanı Anadolu irfanı, saf Anadolu insanı temsil eder.

Murat Belge başta olmak üzere sosyalistlerin cuntaya karşı geliştirdikleri argümanların, bilhassa halk üzerinden yaptıkları eleştirilerin arkasında “halk savaşı”nı başlatabilecek iradeyi, meşruiyeti kendilerinin gösterememesi vardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir yandan 14 yıl boyunca sandık tekelini eline alıp halkı seçimlere hazırlayabilirken öte taraftan milleti “sokaklara da indirmeyi” başarmıştır. Sosyalist ütopyanın arkasında halk savaşını, sosyalist devrimde halkı yanına alabilme yeteneğini göstermek vardır. Laik–seküler kesim seçmenlerini sandığa bile getiremezken, Cumhurbaşkanı’nın tankların karşısına, üstelik kendi seçmen çevresinden olmayanları bile cuntaya karşı mobilize edebilmesi solu çıkmaza sürükledi. Burada hem halka çağrı yapabilecek iradeyi ve cesareti gösterme hem de çağrıya karşılık verecek kitleler üzerinde meşruiyet sahasını kurabilme etkisini dikkate almak gerekir.

Ne cunta ne Erdoğan

“Cunta başarılı olsaydı da insanlar ellerinde bayraklarla sokağa inerlerdi” tezinin gerçekçi olup olmadığı bilinmez fakat cuntacıların kolay kolay sokağı teslim alamayacağını düşünmek de gerek. Böylece yeni darbe planları yapanların bundan sonra öncelikle insan unsurunu gözeteceği muhakkak. Öyle ki darbeyi erken yapma nedeni olarak “Tüm Erdoğan muhaliflerinin sokağa dökülüp cuntayı destekleyeceği” zannını yadsımamak gerekir. Erdoğan muhalifleri bile eleştirilerini bir kenara bırakıp bu aşamada demokrasiden yana tavır alarak millet bağını tercih etti.

Cunta süreci siyasetin yönü konusunda bilhassa AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı hususunda yeni dengelerin kurulduğunu da gösteriyor. Darbe karşıtı çevreler neredeyse Türkiye’nin tamamını kapsıyor fakat zinde güçlerle beraber sol-Kemalist kesimin cuntanın bastırılmasından büyük umutlar devşirdiğini ayrıca görmek gerek. “Ne Erdoğan ne cunta ne FETÖ” diyenler, demokratik tepkiyi kendi siyasi alanlarını tahkimde kullanırken “İslamcı dikta ile askeri faşizm” deyimlerini kullanarak siyasal varlıklarını genişletmektedirler. Kalkışmanın Erdoğan’a alan kazandırdığı eleştirileri, peşinden yeni bir Kemalist birlikteliğin işaret fişeği gibi düşünülmelidir.

Elbette bu süreçte ordunun içinde güçlenen Kemalistleri ya da ulusalcıları gerçek bir darbenin içine sokmak, demokratik kanalları askeri müdahale ile kuvvetlendirmek niyetlerinin yavaş yavaş uç verdiğini bilmek gerek.

Kemalistlerin sendromunu yıllarca sosyalistler ve sol örgütler daha derin, daha keskin yaşıyor: “Seçimle de darbeyle de olmuyor” ikilemi, Balyoz, Ayışığı, Ergenekon gibi hareketlerde bir çıkmaza saplanmayı sağlamıştı. 15 Temmuz hem umut hem umutsuzluk olarak sol-kemalistleri iyice endişeye sürükledi. Yılmaz Özdil’in gazetesi Sözcü’yü, yandaş medyaya dönmekle eleştirmesine karşın Sözcü, Cumhuriyet, Aydınlık tarafı da Fetö’den açılacak alanın genişliğini hesap ediyor. Böylece iktidar mücadelesinin en belirgin görüldüğü askeri-sivil bürokraside büyük bir “yarık” belki de yeni zinde güçler tarafından doldurulmayı bekliyor. Bu karakteriyle sol-Kemalist çevre cuntayla birlikte demokratik bir tavır içine girerek olumlu adımlar atsa da millet varlığını küçümseyerek milletten kopuşunu çabuklaştırdı.

Darbe savuşturuldu mu?

Cumhurbaşkanı Erdoğan düşmanlığı gözleri kör etmiş olmalı ki hadiseye tiyatro diyerek gerçeklik ile hakikat alanı arasındaki mesafeyi açtılar. Dolayısıyla görünenlerin arkasına bakmayı öğütlerken öte taraftan ezberlenmiş kalıp ifadelere teslimiyetle gerçeklik dışına çıktılar. Sol–Kemalistler linç kültürünü eleştirirken kendi linç kavramlarını devreye sokarak, askerin kafasının kesildiği gibi yalanları büyüttü; Allah’tan Kubilay’a dayamadılar. Sol–Kemalistler dış güçler, emperyalizm eleştirilerini pragmatik alana getirerek Erdoğan ve İslamcı düşmanı emperyalizme yumuşak bakmayı sürdürdü; haliyle darbeci olmasa bile dış desteğin kesilmesini zafer olarak değerlendirmeyi tercih etti. Dolayısıyla görünüşte FETÖ’nün gidişine sevinse, ABD’nin başarılı olmadığını dillendirse bile tersinden iki tarafın çatışmasının her halükarda kazanç olduğu için Amerikancılığı tüm boyutlarıyla yüceltmiş oldu.

Darbe zihinleri kontrol altına alır

Darbenin başarılı olup olmadığı, darbecilerin amaçlarının sonraki yıllarda ne kadar hayata geçtiğiyle belli olur. Bu açıdan darbecilerin başarılı olması kadar olmaması, cuntanın engellenmesiyle değil, siyasal alanın ne şekilde düzenlendiğiyle ilgilidir. Darbe öncelikle zihinleri kontrol altına alır; eklektik kavramlarla yepyeni bir siyasi alan oluşturulurken, kültürel ve fikri yeni sentezleri dayatır.

Görünen o ki kamuyu denetlemek isteyecek pek çok ideolojik grup çatışmaya hazırlanırken AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı siyasal alandan dışlamak için de harekete geçecek.

FETÖ gibi güçlü organizasyonları ve sosyolojik-dini desteği bulunan yapıları ortadan kaldırmaya mecali olmayan sol–Kemalistlerin, milli irade üzerindeki gücü nedeniyle Erdoğan’a verdikleri destekle FETÖ’den kurtulduktan sonra geniş çaplı ittifaklara girme hesapları bâki. Darbe ayrı, ordunun yönetime el koyması ayrı kavramlardır. Darbe savuşturuldu ama emir – komuta zinciri üzerindeki baskı ve yönlendirme gücü artmaktadır.

Şimdilik bu zinciri kırabilmenin tek yolu, bizi bin yıldır bugünlere getiren, insanları 15 Temmuz’da hesapsız kitapsız tankların karşısına çıkaran “millet irfanı”nı güçlendirmektir. [email protected]