Dayanışma daima

Hamit Emrah Beriş / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
17.02.2023

Önemli olan, birlik, beraberlik ve dayanışma duygularını sürekli diri tutmak. Bu süreçte, siyasî yağmacılar da toplumun motivasyonunu düşürmek için olanca güçleriyle çalışmayı sürdürecekler. Bunlara takılıp kalmadan ülkenin tüm potansiyelini kullanarak Türkiye'nin geleceğini inşa etmek elimizde. Türk toplumunun gücü ve potansiyeli bu durumun altından kalkmaya yetecek kadar büyük.


Dayanışma daima

6 Şubat 2023 gününün ilk saatlerinde yaşadığımız deprem felaketinin tarihimizdeki en büyük doğal afet olduğu açık. Dünya Sağlık Örgütü de depremi "Avrupa'da yüzyılın en kötü afeti" şeklinde nitelendirdi. Depremin ardından yaklaşık iki haftalık bir süre geride kalmışken artık depremin sonuçları, özellikle de afetle etkili mücadele konusunda geniş kapsamlı muhasebe yapmanın zamanı geliyor. Elbette konunun kentleşme ve yapı güvenliği ile ilgili boyutları teknik sorunlar. Bundan sonra depremden zarar gören şehirlerin yanında Türkiye'nin başka yerlerinde de yeniden imar faaliyetine girişileceği anlaşılıyor.

Faal fay hatları gerçeğimiz

Konunun bir de yasal boyutu olacak. Depreme dayanıksız konutlar inşa eden veya gerekli kontrolleri yapmayan sorumluların yargı önünde hesap vermeleri elzem. Deprem, faal fay hatları üzerinde bulunan Türkiye'nin gerçeği. Bu nedenle bundan sonraki dönemde hiç vakit geçirilmeden Türkiye'nin fay hatlarının üzerinde olduğu göz önünde bulundurularak yeni imar ve kent planlarının hazırlanması gerekiyor. Şu aşamada yapılması gereken ise deprem sonrasındaki ilk müdahale sürecinin bize anlattıkları.

İlk olarak deprem, toplumdaki birlik duygusunun ve millet olma bilincinin hiç kaybolmadığını gösterdi. Son dönemde Türkiye'de siyasî tartışmaların merkezinde kutuplaşma sorunu vardı. Bir bakıma, Türkiye'den geçen fay hatlarının yalnızca coğrafî değil siyasî topografyada da çatlaklar yarattığı sıklıkla iddia ediliyordu. Deprem, çok acı şekilde de olsa aslında aynı gemide olduğumuzu bir daha hatırlattı. Yaşanan tecrübe aynı gemide olmanın getirdiği zorunluluk duygusunun çok daha ötesine geçti. İnsanlar, aralarındaki siyasî görüş, dinî inanç veya yaşam tarzı farklılıklarını bir kenara bırakarak depremin yaralarını sarmak için birlikte hareket ettiler. İlk günden itibaren çok sayıda gönüllü deprem bölgesine giderek arama-kurtarma veya yardım faaliyetlerine başladı. Üstelik bu insanların büyük kısmı, herhangi bir yönlendirme olmaksızın kendiliklerinden hareket ettiler. Aşağıda değineceğimiz gibi bunun istisnaları var kuşkusuz. Ancak toplumun genel eğilimi, hiçbir karşılık beklemeden dayanışma ve birlik duygularının korunması yönündeydi. Nitekim insanlar, kendi imkânları ölçüsünde depremden zarar görenlere maddi yardımda bulundular. Böylece depremzedelerin en azından temel ihtiyaçlarının karşılanması sağlandı. Aynı zamanda, büyük şirketler de bu dayanışma çabalarına maddi ve ayni katkılarla destek verdiler. Burada kamuoyu baskısının da etkili olduğu açık. Yardımda geç kalan şirketler üzerinde sosyal medya üzerinden baskı kuruldu ve bunların harekete geçmeleri sağlandı.

Depremden etkilenen afetzedeleri enkaz altından çıkarma ve yardımın sacayağına benzer bir yapı eliyle yürütüldüğü görüldü.

Doğal olarak bu konuda ilk sorumluluk kamu kurum ve kuruluşlarına ait. AFAD, UMKE, Emniyet ve Jandarma teşkilatları, Silahlı Kuvvetler gibi resmî kuruluşlar ilk günden itibaren arama ve kurtarma konusunda ciddi bir gayret gösterdi. Türkiye'nin her yerinden belediyeler kısa süre içinde kendi birimleriyle deprem bölgesine geçtiler. Ancak her türlü ihtiyacın anında karşılanabildiğini söylemek mümkün değil. Depremin aynı anda on il ve bunların ilçelerinde yaşanması söz konusu birimlerin işini büyük oranda zorlaştırdı. Birbirine komşu olan illerin, geniş bir alana yayılan depremden eşzamanlı şekilde etkilenmesi, ülkenin başka yerlerinden gelen yardım gruplarının beklenmesini gerektirdi. Bu durum, ilk müdahalenin istenildiği kadar hızlı yapılamaması yönünde bir etki doğurdu. Ancak kısa süre içinde sorumlu birimlerin üzerine düşeni yapmaya başladığı görüldü. Elbette bu tecrübeden de hareketle bundan sonraki muhtemel afetler açısından daha etkili tedbirlerin alınması ve stratejiler belirlenmesi önem taşıyor.

Madenciler hayat kurtardı

Deprem sonrası kurtarma çalışmaları Türkiye'de sivil toplumun kapasitesinin oldukça güçlü olduğunu gösterdi. Sivil toplum deprem sonrasında en önemli işlevlerden birini yüklendi. Yalnızca Kızılay değil, İHH, TÜGVA ve Ahbap başta olmak üzere farklı sivil toplum kuruluşları henüz ilk saatlerden itibaren arama-kurtarma veya yardım dağıtma çalışmalarına katıldılar. Bunun yanında, söz konusu oluşumlar yardım toplama faaliyetlerini yürüttüler. İnsanların barınma ve beslenme ihtiyacının karşılanması için önemli bir işlev yüklendiler. Bu örgütlü yapıların dışında kendiliğinden inisiyatif alan çok sayıda oluşum ortaya çıktı. Burada Zonguldak başta olmak üzere farklı yerlerden gelen maden işçilerine ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Maden işçileri, mesleki tecrübelerini göçük altından can kurtarmak için kullandılar. Tüm ekipler, kendi canlarını tehlikeye atarak enkaz altına girdiler, çok sayıda kişiyi kurtardılar. Önümüzdeki dönemde, bu tür sivil mekanizmaların kapasitelerini artırmanın ve eşgüdüm içinde hareket etmelerinin sağlanmasının afet yönetimi açısından hayatî rol oynayacağı söylenebilir. Bu bakımdan, devlet tarafından hazırlanacak yeni afetle mücadele planlarında sivil toplum kuruluşlarına eskiye göre daha fazla yer verilmesi faydalı olabilecek.

Dünyadan gelen yardımlar tesadüf değil

Sacayağının son parçası dış dünyadan gelen yardımlar oldu. Daha deprem haberi duyulur duyulmaz dünyanın hemen her yerinden hem devletler hem de sivil toplum kuruluşları tarafından arama-kurtarma ekipleri Türkiye'ye yönlendirildi. Bu ekipler bölgede aktif olarak faaliyetlere katıldılar ve insanî değerlerin ne kadar güçlü olduğunu bir kere daha gösterdiler. Ayrıca çok sayıda devlet ve uluslararası kuruluş, Türkiye'ye hatırı sayılır miktarda yardım yapmayı taahhüt etti. Dış dünyadan gelen bu yardımların tesadüf olmadığını kaydetmek gerekiyor. Türkiye, uzunca bir süredir dış politikasını insanî ilkeler esasında yürüttü ve dünyanın farklı yerlerinde yaşanan afetler, açlık ve yoksulluk sorunları, iç savaşlar, salgınlar gibi sorunlar karşısında kendi imkânları ölçüsünde yardım sağladı. Bu kapsamda, Türkiye, dünya genelinde gayrisafi yurt içi hasılasına göre en fazla yardım dağıtan ülke. Söz konusu iyi niyetli çabaların zor günlerde ülkeye destek olarak dönmesi bir vefa anlayışının göstergesi. Bu vesileyle Türkiye'nin her uluslararası yardım operasyonuna "orada ne işimiz var?" diye tepki gösterenler de cevaplarını almış oldu.

Çabalara gölge düşmesin

Diğer taraftan az sayıda da olsa depremin neden olduğu sonuçları kirli hesaplarına alet etmek isteyen kişiler de ortaya çıktı. Türlü manipülasyonlar ve dezenformasyonlar aracılığıyla hem devlet kurumlarının hem de sivil toplumun fedakârca çabasına gölge düşürülmeye çalışıldı. Deprem sonrasında toplumun büyük çoğunluğunun yardımlarına karşılık az sayıda yağmacının ortaya çıktığı biliniyor. Ancak bunların oldukça azınlıkta kaldığını kaydetmek gerekiyor. Nitekim İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun açıkladığı veriler, deprem öncesine göre asayiş suçlarında artış olmadığını ortaya koydu. Daha açık şekilde ifade etmek gerekirse, toplum içinde zaten huzuru ve düzeni bozan, başkalarının mallarına ve canlarına göz diken insanlar hep vardır. Bunların bir bölümü deprem sürecinde de faaliyetlerine devam ettiler. Bu kötü örneklerden hareketle toplumdaki bir yozlaşmadan bahsetmek günlerdir tek yürek hâlinde hareket eden insanlara büyük haksızlık.

Benzer şekilde, ortaya çıkan kaotik ortamı kendi hesapları doğrultusunda kullanmaya çalışan siyasî yağmacılar belirdi. Siyasî yağmacılar, toplumun kalbinin birlikte attığı bu süreci ifsat etmeye gayret etti. Bunlar, depremin neden olduğu duyguları devlete ve iktidara karşı tepki oluşturmak için kullanmaya çalıştılar. Bazen hükümetin arama-kurtarma ve yardım konularında ayrımcılık yaptığını iddia ettiler, bazense tüm emekleri boşa çıkarmaya çalışırcasına sahadaki sözde başarısızlıklara değindiler. Hatta mezhepsel ve etnik farklılıklardan bir çatışma enerjisi üretmeye çalıştılar. Sosyal medyada yayılan dezenformasyon ve manipülasyonlar aracılığıyla en zor günlerde muhalif bir enerji üretilmek istediler. Siyasî yağmacılar, depremden etkilenen insanların psikolojilerini siyasî ranta çevirmenin peşine düştüler. Başka bir yağma çabası da toplumun değerlerine yöneldi. Kimi enkaz altından biri çıkarıldığında yükselen "Allahu Ekber" nidalarına takıldı, kimi okunan salalara. Ağzından deprem veya can kayıplarıyla ilgili "kader" ifadesi çıkan herkese yönelik saldırgan bir dil kullanıldı. Oysa toplumun büyük bölümünün özellikle bu tür felaketlerden sonra hayata tutunmak ve geleceğe umutla bakmak için inanca ihtiyacı var. Bu alanlarda yeni bir depreme neden olarak burayı tahrip etmeye çalışmak toplumun geleceğini de ortadan kaldırmak anlamına geliyor.

Depremin Türkiye'nin toplumsal hayatında da ekonomisinde de olumsuz sonuçlar doğuracağı herkes tarafından kolayca anlaşılan bir durum. Ancak bu sorunların geleceğe umutlu şekilde bakmamızı engellememesi önemli. 1999 yılında yaşanan Marmara Depreminden sonra ülke genelinde karamsar bir hava hâkimdi. Ancak Türkiye, 2002'den sonra yeni bir hikâye yazdı. Depremin yaraları sarıldığı gibi yeni bir kalkınma hamlesi başlatıldı. Bu dönemde ekonomik göstergeler hızla iyiye gittiği gibi siyasal sistemde de demokrasinin konsolidasyonu açısından ciddi mesafe alındı. Hâlihazırda Türkiye, 2000'lerin ilk yıllarına göre her açıdan çok daha iyi durumda. Dolayısıyla kısa sürede yeniden ayağa kalkmamak için hiçbir neden yok. Bu amaçla, depremin sonuçları ve afet yönetimini yeniden masaya yatırıp kapsamlı bir değerlendirmeyle işe başlamamız gerekiyor. Bunun ardından ülkenin mevcut kaynak ve imkânları doğrultusunda bir yol haritası belirlenecek. Önemli olan, depremin hemen sonrasında ortaya çıkan birlik, beraberlik ve dayanışma duygularını sürekli diri tutmak. Bu süreçte, siyasî yağmacılar da toplumun motivasyonunu düşürmeye çalışmak için olanca güçleriyle çalışmayı sürdürecekler. Bunlara takılıp kalmadan ülkenin tüm potansiyelini kullanarak Türkiye'nin geleceğini inşa etmek elimizde. Türk toplumunun gücü ve potansiyeli bu durumun altından kalkmaya yetecek kadar büyük.

@heberis