Dayîkan serî hildan *Analar başkaldırdı

Vahdettin İnce/Yazar
14.06.2014

Barışın en büyük güvencesi anaların yüreğidir. Türk ve Kürt analarının yüreklerinin aynı barışı hissetmesidir, değil mi ki bu ortaklaşma sağlandı. Artık “barış üzerinize olsun” diyebiliriz


Dayîkan serî hildan *Analar başkaldırdı

Yağmurun ilkin dağlara düşmesi gibi bir ananın yüreğine düşer barış umudu da ilkin. Bir çiğ damlasının kora düşmesi gibi. Diyarbekir’de çocuğunun dağa çıkmasına, çıkarılmasına isyan eden Kürt anaları da dört bir yandan alevlendirilen savaş ateşine düşmüş bir çiğ damlası gibi yüreğimi serinletti. Kürt kadınlarının Diyarbekir’de başlattıkları bu eylemi de, Kürt kadınının kadim gelenekte olduğu gibi “laçik”ını yeniden savaşın orta yere atması gibi gördüm bu yüzden. Bu “laçik”ı çiğneyen aslında kendi onurunu da çiğnemiş olur, dedim. Kürtler bunu bilirler. 

Bu bir damladır ama gürül gürül bir barış akışının habercisi. Ve artık barış en büyük güvencesini bulmuştur diye düşünüyorum. Barış için anadan daha güvenli kucak olmaz da ondan.

Anamdan bilirim, anaların hislerinin ne kadar kuvvetli olduğunu.

Gurbetten her döndüğümde nasılsa anam gelişimin rüyasını önceden görmüştür, derdim. Gerçekten da bana sarıldığında anam “berxê min! Geleceğini rüyamda gördüm” derdi. Baştan ayağa histir analar. Önceden hissederler.  Bu sefer de  Türkiye’ye barışın geleceğini  ilk onlar hissetti. Savaşın gürültüsü içinde şoven sloganların bastırması yüzünden biz hissedemiyorduk sadece. Acıların savaşa malzeme yapıldığı günlerdi çünkü. Analar hissediyordu, söyleyemiyorlardı, söyleseler de duyulmuyordu. Savaştan iktidar devşirenlerin en güçlü silahının acıları cepheye sürmek olduğu günlerdi.

Puslu hava dağıldı

Fakat savaş çığırtkanlarının ellerini ovuşturarak seyrettikleri puslu havada, hiç de hesaba katmadıkları bir gelişmeydi Diyarbekir’de anaların isyanı. O puslu havanın bir anda dağılmasını sağladı nitekim. Acıların ortak olduğunu gösterdi, ortak acımızı görmemizi sağladı.

PKK’nin silahlı militanları ile devletin silahlı güçleri arasında yaklaşık otuz yıldır süren savaşta hepimiz Türk analarının çektiği acıyı gördük, duyduk, yaşadık. Yüreğimizin en derininde hissettik. Yavrusunun cami avlusuna konan tabutuna sarılıp “Kuzuuum!...” diye haykıran anaları ekranların başında biz, parmaklarımızı ısırarak, yutkunarak gözyaşı dökerek izledik. Kalabalıklar cami avlularında onları yalnız bırakmaz, yanı başlarında dururlardı. Kardeş kurşunuyla torağa düşen bu canlar hepimizin yüreğinde kora dönüşürdü. Evlat acısını dindirecek, unutturacak bir şey yoktur ama, “şehit anaları” acılarını dile getirecek imkanlara sahipti. Devlet erkanı her fırsatta onları ağırlıyor, dertlerini dinliyor, bir takım sosyal ve ekonomik imkanlar sunuyorlardı. Her türlü platform onlara açıktı ve elbette hak ettikleri bir itibara sahiptiler. Bu sayede tamamen unutmaya imkan olmayan acılarını azaltabiliyorlardı.

Ama savaşın diğer tarafının asıl mağduru bir de Kürt anaları vardı. Hoş devlet güçlerinin arasında hayatını kaybedenler arasında Kürt gençleri de vardı. Dolayısıyla Kürt anaları açısından acının ikiye katlandığını söyleyebiliriz. Buna rağmen Kürt anaları Türk anaları kadar “şanslı” değildiler. Mesela onları ekranlarda göremiyorduk. Yavrularının tabutuna sarılıp “Berxê min...” diyemiyorlardı. Esasen yavrularının bir tabutu da olmazdı çoğu zaman. Otuz yıldır hala çocuğunun ölüsünden de dirisinden de haber alamayan analar var. Bir avuç toprak acısını dindirecek, ama onu da bulamıyorlar. Hangi dağın başında hangi vadide, hangi “newala qesaban” da çürüyen hangi kemik kim bilir hangi ananın kuzusuna aittir. Cami avlularında dini merasimden yoksun gömülürdü çoğu ananın kuzusu. Çok yakından bildiğim bir hadise var. Kürt anasının tarifsiz yürek yangınını anlatır cinsten. Bizim köyden bir PKK militanı yattığı ceza evinde hayatını kaybetmişti. Cenaze askeri birliğin kontrolünde köye getirilmiş ve komutan, dini tören yapılmasına izin vermeden kepçeyle bir çukur kazılıp gömülmesini emretmişti. Ölümden daha ağır bir karanlık çökmüştü köyün üzerine. Anası evladını herkes gibi defnedemeyeceği için taşları eritecek şekilde feryat ediyordu. Yaşlı bir amca komutana yaklaştı, aynen şunları söyledi: “varsayalım bu delikanlı bir suç işlemiş, devlete baş kaldırmış. Devlet de onu yakalamış ve cezasını kesip hapse atmış. Şimdi ise o artık ölmüş bir insan evladıdır. Onu anasına teslim etme erdemini gösterin.” Komutan çok fazla düşünmeden kepçeye çekilme emrini verdi ve cenaze normal prosedür uygulanarak defnedildi. Ama her yerde ortamın ağır havasından aynı duyarlılığın gösterilemediğini belirtelim. Kürt analarının acısı adeta ablukaya alınıyordu. Kimse duymadığı için de acısı paylaşılamıyordu. Paylaşılamayan acı da dağlarda yankı buluyor, yine gelip Kürt analarının yüreğinde kora dönüşürdü, ülkenin batısıyla kıyaslanmayacak kadar büyük bir acı vardı. Bir kere çatışmalar Kürtlerin yaşadığı bölgelerde meydana geliyordu. Çatışan taraflardan korucular, PKK’liler, askerlerin bir kısmı Kürt’tü. Yakılan, boşaltılan köyler Kürt köyleriydi. Faili meçhule gidenler Kürt’tü. İşte böylesine ağır bir dramdı Kürtlerinki.

Sonra bir el değdi bu yaraya, “artık analar ağlamasın” dedi. Bir barış süreci başlatıldı. Türkiye tarihinde ilk defa bir hükümet Kürtleri tanıdığını ve haklarını vereceğini ilan ediyordu. Önce bir tedirginlik, sonra umutlu bir bekleyiş ve ardından atılan adımlarla birlikte yeşeren umutlar. İlk analar fark etti değişimi.

Barış üzerinize olsun!

Avni Özgürel’den dinlemiştim. Barış ve çözüm sürecinin üzerinden altı ay geçmiş. Akil insanlar heyetinin üyeleri olarak galiba Denizli’de bir şehit askerin ailesini ziyarete gitmişler. Onları kapıda karşılayan askerin annesi: “altı ay önce gelseydiniz, oğlum bugün burada olacaktı” demiş. Bu bir işaret fişeğiydi. Analar barışın gelişini hissediyorlardı. Hissetmekle kalmıyor, bizlerinde hissetmesini sağlıyorlardı. Onların hissini anlayacak, duyacak bir hükümet de vardı artık. Kimse hamasi, şoven sloganlarla bastıramayacaktı. Bu his dalga dalga yayıldı ve Kürt analarına da sirayet etti. Daha doğrusu makesini buldu. Çünkü onlar da hissetmişlerdi önceden.

Diyarbekir’de, acının payitahtında analar çadır kurmuş. Analar çocuklarının dağa çıkmasına, çıkarılmasına isyan etmiş. Analar aslında sürece ağırlığını koymuş demek lazım. Hadiste “cennet anaların ayaklarının altındadır” buyruluyor. Cennetin bir adı da “Daru’s Selam” yani “Barış Yurdu”dur. Anaların ağırlıklarını koydukları bu süreç eninde sonunda barışa evrilecektir artık. Acıların ortaklaşması önce anaların his dünyasında gerçekleşir. Bu yüzden artık ortak bir acıya sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Acıların ortaklaşması bir yanıyla da ortak barışın kurulması anlamına gelir. Bu nedenle çözüm sürecinin en önemli adımı, PKK ‘nin sınır dışına çekilmesi, ateşkesin ilan edilmesi, hükümetin bir takım adımları atması, Kürt sorununun çözümüne yönelik siyasal, anayasal adımların atılması değil, anaların Diyarbekir’de olduğu gibi sürece ağırlıklarını koymasıdır. Barışın en büyük güvencesi anaların yüreğidir. Türk ve Kürt analarının yüreklerinin aynı barışı hissetmesidir değil mi ki bu ortaklaşma sağlandı. Artık “barış üzerinize olsun” diyebiliriz.

[email protected]