Araştırmanın bulmaya çalıştığı, ülkelerin ve toplumların demokrasiye ve seküler hayat tarzına karşı duydukları arzu ve bu arzunun nasıl arttığı bilgisi bize “Tarihin Sonu” tezinin doğrulanmaya çalışıldığı izlenimi vermektedir.
Doç. Dr. ALİ MURAT YEL/Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi
Sosyal bilimler araştırmacılarının en çok zorlanabilecekleri çalışma alanlarından birisi sosyal, kültürel, ahlaki, ideolojik ve hatta bireysel olmak üzere geniş bir yelpazeye sahip olan değerlerin araştırılmasıdır. Böyle bir araştırmada öncelikle değerlerin neler olduğunun tespiti ve daha sonra da bu değerlerin kim ve ne için var olduklarının ortaya konulması gerekir; değerler de varlıklarını sürdürebilmeleri için alternatiflere ihtiyaç duyduklarından bu alternatiflerin de önceden bilinmesi gerekir. Değerlerin temelinde, yaşayan organizmaların hayatiyetlerini sürdürmeleri prensibi yatsa da -yani, canlının yaşamayı sürdürebilmesi için bazı davranışlardan kaçınmasının gerekliliği- tercih edeceği davranış biçiminin “nasıl olması gerektiği” ve daha sonra da toplumda yaşamanın gerektirdiği diğer üyeler tarafından “kabul edilme” için de “iyi” olanları tercih etmesi beklenir. Genellikle öznelerin kendi bireysel tercihleri olan bu tür değerler kişilere ve içinde yaşadıkları topluma göre değişip şekil aldığından “göreceli” değerlerdir ve kişi ve kültürlerden bağımsız olan “mutlak” değerlerden ayrılırlar.
1981’de Tilburg Üniversitesi (Hollanda) tarafından gelişmiş 10 batılı ülke üzerine yapılan Avrupa Değerler Araştırması’nın beklenenden daha fazla ilgi çekmesi üzerine 14 ülke daha ilave edilerek geliştirilen bir değerlerin haritalandırılması çalışması yapılmıştır. Temelinde ekonomik ve teknolojik değişimlerin toplumlarda tavır, davranış ve değerlerin değişimine sebep olacağı tezini öne süren bu araştırma belli aralıklarla tekrarlanarak değişimin tespit edilmesi amacına yöneliktir. İlk etaplardaki bulguların konuyla ilgili araştırmalar yapan bilim adamlarınca dikkate değer bulunmasından sonra kapsamı yaklaşık 100 ülkeye genişletilerek Dünya Değerler Araştırması’na (World Values Survey) dönüştürülmüştür.
Kültürün kültüre üstünlüğü var mı?
Bu araştırmalarda siyaset, ekonomik hayat, din, cinsiyet ve aile gibi temel değerlerin değişime uğradığı, hatta gençlerle yaşlılar arasında bariz farklılıklar olduğu görülmüş ve bu değişimin sebepleri ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bugüne kadar ikişer yıllık sürelerde gerçekleştirilen altı dönem halinde en az gelişmiş olandan gelişmiş olana, geleneksel olanlardan modern olanlara ve İslam ülkeleri ile Afrika ülkelerine kadar dünyadaki altı kıta üzerine araştırmalar tekrar edilmiştir. Amaç olarak sosyal bilimcilere ve siyaset yapıcılara sosyal, ekonomik ve siyasi hayatta meydana gelen değişimleri ülkeler bazında ve hem tarihi hem de coğrafi olarak karşılaştırma imkânı verecek şekilde bulgular sunmak olan bu araştırmaların finansörleri hakkında açık-seçik ve net bilgiler bulunmamaktadır.
Metodoloji olarak temel bir ölçeğin her ülkedeki sorumlu araştırmacılar tarafından tercüme edilerek ve o ülkeye “uygun hale” getirilerek yapılması sağlanmaya çalışılmıştır. Böylesine geniş ve ülkeler, kültürler ve medeniyetler arasında ortak değerlerin tespiti ve mukayese edilebilir bulguları elde etme çabası en basitinden farklı kültürlerin farklı değerlere sahip olması veya bu değerler arasında bir derecelendirme olması bakımından kolayca eleştirilebilir. Dahası, doğrusal bir tarih anlayışına sahip bir medeniyetin diğer kültürlerin ve toplumların eninde sonunda kendileri gibi olmaya çalışmasını iddia etmesi en azından batı veya Avrupa merkezci bir bakış açısına sahip olması bakımından da eleştiriye tabi tutulabilir. Nitekim araştırmanın bulmaya çalıştığı temel değerlerin başında ülkelerin demokrasiye ve seküler bir hayat tarzına karşı duydukları arzu ve zaman olarak bu temenninin nasıl arttığı bilgisi bize “Tarihin Sonu” tezinin doğrulanmaya çalışıldığı izlenimi vermektedir. Modernleşmenin sekülerleşmeyi de beraberinde getireceği tezine karşılık “Tanrı’nın intikamı” olarak da adlandırılan dine dönüşün -en azından Türkiye gibi bazı ülkelerde- gerçekten tespit edilmesi diğer bulgulardan daha çok ilgi çekmektedir.
Dünya ölçekli bu araştırmanın Türkiye sorumlusu olarak Prof. Dr. Yılmaz Esmer tarafından gerçekleştirilen son araştırmada öncekilerle yapılan karşılaştırmalarda Türkiye’de ekonomik ve siyasi alanlardaki değişime paralel olarak elde edilen bulguların aralara Mustafa Nafi, Jane Austin ve Kemal Derviş gibi isimlerden yapılan alıntılarla değerlerin geçirdiği dönüşüm sunulmuştur. World Values Survey internet sitesinde henüz Türkiye araştırması bulunmadığından elimizde Türk kamuoyuna yönelik bir değerlendirme mevcuttur. Bu değerlendirmenin de hemen başında özgürlükler ve demokrasiye duyulan ihtiyaç ile başta ordu gibi kurumlara duyulan güven -daha doğrusu kurumlar arasındaki güvenin hangi yönde azalıp arttığı- vurgulanmıştır. Orduya duyulan güvenin sürekli olarak azalması ve hükümete duyulan güvenin 2001’de yüzde 29’dan 2012’de yüzde 60’lara kadar çıkması sanki “endişeli bir modern” edasıyla verilmektedir.
Araştırmanın sonuçları, bilimsel olarak değil de araştırmacının daha çok ilgilendiği konular hakkındaki sübjektif değerlendirmeleri olan “ATLAS SUNUM 2_10_2012” adlı dosyanın hem kamuoyu hem de medyayı yönlendirme çabası olarak da algılanabilir. Mesela araştırmada bulunmaya çalışılan pek çok farklı konu arasından “Dini değerler”in öne çıkarılması ve Türk halkının “Avrupa’nın, hatta dünyanın en dindar” toplumlarından birisi olması, dinin Türk halkı için önemli bir olgu olması da araştırmacı için üzerinde durulması gereken bir konuymuş gibi lanse edilmiştir. Türkiye’ye adapte edilmesi adına orijinal anketteki sorulardan çoğunun değiştirilmiş olması bile Türk halkının dine bakışı ve dindarlığı hakkında çok da güvenilir olmayan sonuçlara yol açabilmiştir. Mesela, “dinin asıl anlamı ölümden sonrasına anlam kazandırır” seçeneğinin yanı sıra dinin bu dünyaya da anlam kazandırması seçeneği her nedense Türkiye için yapılan araştırmada çıkarılmıştır. Hâlbuki İslam dininin hem bu dünya ve hem de ölüm sonrası için öğreti ve yaptırımları mevcuttur. Orijinal sorularda kişilerin hangi sıklıkla kiliseye gittikleri veya hangi sıklıkla dua ettikleri sorulurken Türkiye için “beş vakit camiye gitmeleri” oranının öğrenilmeye çalışılması da İslam ve Hıristiyanlıktaki ibadet kuralları arasındaki farklılıkların bilinmediği veya göz ardı edildiği izlenimi vermektedir.
Araştırmacıların şahsi eğilimleri
“Din ile bilim çatıştığında din her zaman doğrudur” şeklindeki sorunun da “evrim mi yaratılış mı?” basitliğine indirgenmesi ve kadınların mayo giymelerinin günah olup olmadığı ile Ramazan ayında gündüzleri lokantaların kapatılıp kapatılmaması gibi soruların ilave edilmesi de “mahalle baskısı” tartışmalarını yeniden gündeme getirmeye yönelik olduğu hissini uyandırabilir.
Türkiye Değerler Atlası’ndaki bulgulardan en çarpıcı olanlardan birisi ise Türkiye’de hala kadın-erkek eşitsizliğinin devam ediyor olması ve kadının toplumsal rolünün istenilen seviyelerde olmamasıdır. Günümüzde kadınların başörtüsü gibi yüzeysel sebeplerden siyaset ve ekonomi alanlarında yer al-a-maması üzerinde düşünülmesi ve gerekli adımların atılması gereken konulardandır.
Muhafazakârlık ölçeğinin de 1990’dan beri sürekli artması sonucu da 18 soru ile ölçülmeye çalışılmış ve din, kadın hakları, aileye bakış açısı, milliyetçilik ve aidiyet duygularının ölçülmesi ile otoriterliğe eğilim gibi boyutlarıyla ele alınmıştır. Her nedense bu sorular kamuoyuyla paylaşılan sunumda bulunmamaktadır. Dolayısıyla, muhafazakârlığın artıyor olması bulgusunun da araştırmacının şahsi eğiliminden kaynaklanıyor olması muhtemeldir. İktidardaki siyasi parti ve ondan beklentiler doğrultusunda verilebilecek cevaplar yanıltıcı olabileceği gibi daha özgür ve demokratik bir ortamda kişilerin kendilerini daha özgürce ifade edebilecekleri ve muhafazakârlıklarını eskiye oranla daha rahat bir şekilde açıklayabilecekleri de mümkündür.
Netice olarak Dünya Değerler Araştırması’nın dünya genelinde “toplumların modernleştikçe seküler bir dünya görüşüne sahip olacakları” beklentisi en azından Türkiye için bu son araştırmada da doğrulanamamıştır. Demokrasiye duyulan özlem, bazı toplumları dinden uzaklaşmaya yöneltse de şimdiye kadar demokrasiyi tecrübe edememiş toplumlarda kendi değer yargılarını ve dünya görüşlerini daha özgürce ifade etmelerine imkân tanımaktadır.