Değerleri öğütme makinesi Kürt sorunu

VAHDETTİN İNCE / Yazar
19.01.2013

Kürt sorunu kelimenin tam anlamıyla medeniyetimizin sahih değerlerini öğüten bir değirmen gibi. Kaybettiğimiz canların yanında İslam ve kardeşlik gibi bu topraklarda özgür ve eşit yaşamanın yegane garantisi nice manevi değerimiz de öğütüldü.


Değerleri öğütme makinesi Kürt sorunu

Toplumları ayakta tutan değerler vardır. Tarih boyunca sahada gerçekleşen deneyimlerin imbiğinden süzülmüş, billurlaşmış, toplumun inanç ve medeniyetinden damıtılmış ve hini hacette başvurulsun diye toplumsal hafızalarda yer edinmiş kalıcı değerlerdir bunlar. O gün gelip çattığında bir el uzatma mesafesindedirler. İşlevsellikleri, etkileri tartışılmaz. Bu, dünyanın her yerinde ve her toplum için geçerlidir. Bir de belli dönemlerde dünyanın gidişatına bağlı olarak ortaya çıkan geçici, ikame değerler vardır. Genellikle dünyanın hercümerç olduğu dönemlerin tozu bulutu arasında zihinlerin toz bulutlarının istilasına uğradığı zamanlarda gerçek değerlerin işlevini görmeye adaylıklarını ilan ederler. Zamanın rüzgarının desteğinde toplumların beyinlerinin bütün kıvrımlarına, duygularının tüm gözeneklerine sirayet ederler. O kadar etkili ve motive edicidirler ki gerçek değerlerden ayırt edilemezler. Ancak ilk gerçek sınavda da deyim yerindeyse dökülürler. Sahtelikleri anlaşılır, yaldızları söner.

Balkan savaşlarının çok öncesinden Osmanlı Devleti dünyanın geri kalanı gibi Batı menşeli yeni değerlerin, göz alıcı kavramların etkisi altına girmişti. En etkileyici ve siyasetle birlikte bütün kurumları sürükleyici kavram kuşku yok ki Milliyetçilikti. Onu da vatan, şanlı tarih, muhteşem geçmiş gibi alabildiğine abartılmış kavramlar besliyordu. İkame değerler ilk sınavda yağmura maruz kalmış makyajlı yüz gibi toplumun yüreğinde şerhalar bırakarak dökülüverdi. İkame değerlerin ilk armağanı Balkanların elden çıkması olmuştu.

Aynı cephede hep beraber

Rahmetli Dengbêj Şakiro’nun “Balkan Savaşlarını” konu edinen bir stranı var, Kürt aşiret kuvvetlerinin kahramanlıklarından bahseder. Balkan Savaşlarında Kürtlerin rolünü bilmediğim (ya da resmi ideoloji tarafından karartıldığı) için doğal olarak bu stranı Şakiro’nun etrafta bu savaşa dair duyduklarını hayaliyle meczederek oluşturduğunu düşünüyordum. Çeşitli kaynaklarda Kürt aşiret kuvvetlerinin Balkan Savaşlarına katıldıklarını okuduğumda rahmetlinin ruhundan özür diledim. Şöyle diyor bu stranın bir yerinde Dengbêj Şakiro:

Edirne, İşqodre di mehserê de mane
Contirkan namus firotine bi peran e
Şer qelibî ser milê lawê Kurdan e
Hewara me jorê bi Xwedê
Li jêrê pênsud jinê Lazan e
Zendê zer badane
Bi hewara şehîd û xazîyan canê xwe dane
(Edirne, İşkodra muhasarada kalmış /Jöntürkler namusu paraya satmış /Savaşın yükü Kürd oğlunun omuzlarına binmiş /Umudumuz yukarıda Allah /Aşağıda beş yüz Laz kadını /Sarı kolları sıvamış /Şehit-gazilere yardım için can feda etmişler)

Yıllar önce Cemaleddin Afgani’nin “Dehriyyuna Reddiye” adlı kitabını Arapça’dan Türkçeye tercüme etmiştim. Orada iman ve ahlaktan yoksun dejenere kadroların öncülüğündeki imparatorlukların yıkılışları sadedinde Balkan Savaşı’nda para karşılığı vatan toprağını düşmana teslim edildiği yazılıyordu. İkame değerlerin balonu ilk sınavda sönüvermişti. Nitekim 67 Savaşı’nda Kudüs’ü de neredeyse tek kurşun sıkmadan Siyonistlere teslim edenler de Arap milliyetçisi subaylardı. Kısa süre sonra girilen 1. Dünya Savaşı’nda ise Osmanlı devleti zamanın düvel-i muazzamasına deyim yerindeyse kök söktürmüştü. Vakıa Osmanlı yenildi ve tarih sahnesinden çekildi. Ama tarihçilerin çoğu bu yenilginin biraz da müttefiki Almanların hezimetinden kaynaklandığını söylerler. Herhalde sebep ve netice ne olursa olsun herkes Osmanlının muhteşem bir final yaptığı hususunda hemfikirdir. Balkan “çeteleri” karşısında bozguna uğrayan ama 1. Dünya Savaşı’nda beklenmedik bir direnç gösterip birçok cephede zafer kazanan Osmanlının bu akıllara durgunluk veren direnişinin temelinde bu ölüm kalım savaşında gerçek değerlerin, kavramların devreye girmiş olması yatmaktadır. Cihad gibi, şehadet gibi, hilafet gibi...

Kurtuluş Savaşı’nda da başta Kürtler ve Türkler olmak üzere Anadolu’nun Müslüman kavimlerini cihan harbinin ölümcül yorgunluğuna rağmen motive eden yine bu gerçek değerlerdi. Sonrasında tanık olduğumuz uygulama, cihan harbinde etki ve işlevsellikleri bir kez daha kanıtlanan yüzlerce yılın asil değerlerinin yozlaştırılmasını, anlamından koparılmasını dolayısıyla bir ihtiyaç anında etkisiz kalmasını sağlayacak türdendir.

Değerlerin hedef haline getirilişi

Uygulama şöyle özetlenebilir: hedef haline getirilen kavram ve değer etrafında bir organizasyon gerçekleştirilir. Bu organizasyona bu değerler adına kitleleri ürküten, tiksindiren, bezdiren eylemler yaptırılır, sonra medya aracılığıyla bu ahlaksızlıkların ilişkilendirildiği değerler iyice afişe edilir. Sonuç; değerlerin kirletilmesiyle birlikte toplum nezdindeki itibarının yerle bir edilmesidir.

Seksen senelik cumhuriyet tarihi boyunca, tarikat, şeriat, şeyh, molla, cihad, çarşaf kavramları etrafında geliştirilen edebiyatın etkisiyle bugünkü nesiller inanç ve medeniyetimizin yüzyılların billurlaştırdığı bu kavramlarına bir milletin geleceği açısından felaket sayılacak bir tutumla öcü gibi bakmaktadırlar. Maraş destanının “Çarşaf” sembolü etrafında şekillendiğini bilmeden. En yakın örnek ise, geçen yüzyılın doksanlı yıllarında İslam adına oluşturulan bir takım örgütlerin işledikleri cinayetlerin, topluma ruh veren değerler dünyasında meydana getirdiği onulmaz tahribatlardır.

Kaç yıl önceydi tam hatırlamıyorum. İstanbul’da bulunan ABD konsolosluğuna düzenlenen saldırı esnasında çıkan çatışmada ölen militanlardan biri galiba Bitlisliydi. Bir TV’nin muhabiri ailesinin İstanbul’da oturduğu mahallede çocuk hakkında araştırma yapıyordu. Komşularından birinin verdiği cevap kanımı dondurmuştu. “Aslında sessiz sedasız kendi halinde bir çocuktu. Ama son zamanlarda namaz mamaz kılmaya başlamıştı!”diyordu adam. Amerikan konsolosluğuna bir şey olmamıştı ama namaz gibi “her türlü çirkin hayasızlığa kötülüğe karşı kalkan” işlevi gören bir ibadet safi zihinlerde şiddetle irtibatlı hale getirilmişti.

Bilinçli bir el, cihan harbinde kurtarıcı rol oynama kudretini her şeye rağmen gösteren medeniyetimizin ruh köküne dayanak oluşturan değerleri anlamından koparıp etkisizleştiren bir planı ustalıkla yürütüyordu. 28 Şubat sürecinde de medyada çarşaf çarşaf yayınlanan ve ahlaki zaaflarını gözlerimize sokan “şeyh” tefrikaları da erdem ve irfanın sembolü bir ekolü lekelemeye yetmişti. Şeyh Senüsi’nin, Şeyh Şamil’in, Şeyh Ubeydullahê Nehrî’nin ve daha nice irfan ehlinin uğruna mücadele ettiği değerler bunların gölgesinde kalmıştı.

İslam ve kardeşlik

Kürt sorunu ise kelimenin tam anlamıyla medeniyetimizin sahih değerlerini öğüten bir değirmen gibidir. Bu sorun bağlamında yaşamını yitiren 40-50 bin insanın, viran edilen binlerce köyün, işlenen cinayetlerin yanında bin yıllık birlikteliğin garantisi onlarca değerin itibardan düşürülmesi, etkisiz hale getirilmesi bu sorunun bilinçli bir odağın eseri olduğunu göstermektedir. Seksen senelik Kürt sorunu tarihinde maddi kayıpların yanında “İslam” ve “kardeşlik” gibi bu topraklarda özgür ve eşit yaşamanın yegane garantisi nice manevi değer de adeta öğütülmüştür. Ülkenin batısında üniversitelerde başörtüsü gibi İslami sembollere dahi tahammül edilmezken İslam ve kardeşlik kavramlarının ülkenin doğusunda Kürt taleplerinin önünde birer dalgakıran gibi kullanılması, ayrılıkçılığın önlenmesinden ziyade bu kavramların Kürtlerin nezdinde itibardan düşürülmesi gibi sinsi bir amacın güdüldüğünü göstermektedir.

Ayrıca Molla Gorani’den Ebu Suud Efendiye, Mevlana Halid Şehrizoru’den Bediüzzaman Said Nursi’ye Anadolu tarihinde ülkenin batısına İslami değerleri taşıyan Kürt ulemasının çocuklarının ülkenin batısına İslami değerlere tepkiliymiş gibi tanıtılması da bu sinsi amacın bir parçasıdır. Kürtlerin “mızrakların ucuna takılan Mushaf”la güdülen amacı sezmesi, Kuran’ın kendisine tepki gibi gösterilerek bir taşla iki kuş vurmayı hedefleyen samimiyetsizliğin dahiyane oyunu sahnelendi bugüne kadar. On yıllık AK Parti iktidarının bu sorun bağlamında “İslam” ve “kardeşlik” kavramlarını kullanıyor olması, aynı samimiyetsiz tutumun devam ettiği anlamına gelmeyeceği partinin öncü kadroları açısından söylenebilir. Bu on yıllık süreç açısından sorun oluşturan husus, söylem ve kavram samimiyetinin henüz adil ve eşitlikçi bir çözümle desteklenmemiş olmasıdır.

Kuran-ı Kerim’de “Güzel söz Allah katına çıkar. Onu yükselten de salih ameldir” buyrulur.

Kürt sorunu bağlamında hükümetin samimi söylemi adil bir çözümle beslenmese havada kalır. Diğer bir ifadeyle Kürt sorunu, bu sorunu çıkaranların ve ondan nemalananların istediği gibi en önemli değerlerimizi de öğütecektir.

[email protected]