Değişen darbe mekaniği

Arş. Gör. Ömer Aslan / Polis Akademisi Başkanlığı
16.04.2016

Orijinal anlamı itibariyle anayasaya aykırı hareketler olan ‘darbeler’ giderek ‘teoride anayasal gözüken siyasal operasyon ve manipülasyonlarla’ sınırları tam anlaşılamamış, işleyişi hayli kusurlu ancak beklentilerin de bir o kadar yüksek olduğu hukukun, demokrasinin ve ‘sivil’ toplumsal hareketlerin içerisinden gelecektir.


Değişen darbe mekaniği

Tanındık neo-con Michael Rubin’in daha sonra Newsweek dergisinde de yayınlanan ‘Türkiye’de bir darbe olur mu?’ başlıklı yazısı üzerine ‘darbe’ konusu kısa bir süreliğine de olsa yeniden siyasetin gündemine taşındı. Genelkurmay Başkanlığı da söylentilere mahal vermemek adına kısa ve net bir açıklamayla, ‘hiçbir yasa dışı, emir-komuta hiyerarşisi dışı oluşum ve/veya harekete taviz verilmesinin söz konusu olmadığını’ belirtti. Bu durum darbe meselesini çeşitli ve değişen yönleriyle ele almayı gerektirdi.

Soğuk Savaş dönemi darbeleri

Soğuk Savaş dönemi darbeleri ‘askeri darbelerdi.’ Askerlerin yönetimi ele geçirmelerini meşru gösterecek uygun şartların hazırlanmasına siviller de katkıda bulunmuş olsa, ‘klasik darbelerin’ ana aktörleri askerlerdi. Örneğin, 27 Mayıs öncesinde askerin Demokrat Partiyi devirmesini isteyen siviller vardıysa da, 27 Mayıs darbecilerinden Numan Esin’in de söylediği üzere, darbeye niyetli subaylar için “sivillere bir şey söylemek hem tehlikeliydi, hem de zaten ordudan gelecek bir hareket için sivil destek gerekmiyordu.” ‘Askeri darbe’ aynı zamanda anlık bir olaydı; bir sürece yayılmaz, çok gizli bir şekilde planlanır ve şeffaf şekilde yürütülmezdi. Darbe operasyonu tankların ve askerlerin sokağa inmesiyle beraber radyo istasyonu, postane, Cumhurbaşkanlığı sarayı/Başbakanlık ofisi ve Meclis gibi kritik noktaların kontrol altına alınmasını içermekteydi. En önemlisi de darbelerde hız ve başarı doğru orantılı görülmekteydi.  Kansız darbe örnekleri farklı ülkelerde görülmüş olsa bile, klasik darbeler şiddete başvurulan ‘sert’ darbelerdi.

Bu darbe mekaniği içerisinde askerler eğitimleri de gereği darbeye iyi planlanması gereken bir şey olarak yaklaştılar çünkü darbeye toplumdan gelebilecek bir tepki sonrası çıkabilecek iç savaş ihtimali Türkiye’de askerlerin en çok korktukları senaryolardan birisi oldu. Bu nedenle, darbe karşıtı hareketin doğabileceğini düşündükleri bölgelerde nabız yokladılar, riskleri belirlediler ve gerekli önlemleri aldılar. Dış destek endişesini en fazla taşıdıkları 27 Mayıs darbesinde bile dış destekten mahrum kalmamış olmanın da etkisiyle sonraki darbelerde bu konuda çok fazla endişeye kapılmalarına gerek yoktu. Amerika Pakistan, Tayland, Mısır ve Türkiye gibi askerlerin iç siyasette güçlü aktörler olduğu ülkelerde askerlerle çalışmayı alışkanlık haline getirmişti. Bu nedenle bu ülkelerdeki Amerikan büyükelçiliklerinin yapılanması bile askerin siyasetteki rolüne göre şekillendirildi. Bu ülkelerdeki Amerikan büyükelçiliklerinde yalnızca ‘siyasi müsteşar’ değil, ‘siyasi/askeri müsteşar’ da bulunmaktaydı. Askerler darbe halinde Amerikan desteğinin gelip gelmeyeceğini ise darbeden önce en başta Amerikan elçiliği olmak üzere NATO’daki en üst düzey meslektaşlarından ve nihayetinde askeri ataşelerden gelen sinyallerden anlayabiliyorlardı. Ancak, örneğin, Pakistan’da Zia ül-Hak, 1977 yılında Zülfikar Ali Butto’yu devirdiğinde Ürdün veliaht prensi Hasan’ın kendisine kefil olması da Amerikalılar nezdinde etkili olmuştu. Tabii ki Zia Amerika’nın önceden tanımadığı bir kişi değildi; General Zia ilk olarak 1970 yılında Pakistan askeri ataşeliğinin bir üyesi olarak bulunduğu Ürdün’de, Ürdün Kralı Hüseyin’in Yaser Arafat liderliğinde Ürdün topraklarından İsrail’e saldırılar düzenleyen Filistinli fedailere karşı başlattığı savaşı kazanmasında oynadığı kritik rolden ötürü CIA Ürdün İstasyon şefi Jack O’Connell’in dikkatini çekmişti.

Teorik olarak anayasal ama...

Darbe mekaniği Soğuk Savaş’ın ardından iki temel nedenden ötürü değişime uğradı. 28 Şubat’ta görüldüğü gibi, Soğuk Savaş sonrası dönemde sürece yayılan, farklı (kan içermeyebilen) bir tür şiddetin uygulandığı, ‘sivil kuvvetler’ ön plana çıkarken askerin organizatör ve yüreklendirici rol üstlendiği ve medyanın darbe sırasında kullanıldığı bir darbe mekaniğinin tercih edilmesinin iki sebebi vardı: ilkin, özel televizyonlara izin verilmesiyle beraber çeşitlenen televizyon radyonun yerini aldı. Klasik darbeler için radyo en kritik araçlardan birisiydi. Öyle ki Talat Aydemir’in başarısız darbe girişimlerinin de gösterdiği gibi, radyoyu kim önce ele geçirirse onun darbesi başarılı oldu. Radyonun genel anlamdaki önemine bakmak adına bir filmden alıntı yapacak olursak;  King’s Speech filminde, ölümünden sonra tahta sahip çıkması için oğlunu hazırlayan Kral V. George, radyonun önemine dair oğluna şunu söyler: “bu melun cihaz [radyo] her şeyi değiştirecek. Geçmişte bir Kralın yapması gereken tek şey, kıyafetinin içinde saygın görünüp atından düşmemesiydi. Şimdiyse insanların evlerine nüfuz edip kendimizi onlara sevdirmemiz gerekiyor. Bu aile en düşük ve en rezil mahlûkatın seviyesine düştü. Hepimiz adeta birer aktör olduk!” İkinci olarak ise, Amerika 1991/1992 Cezayir darbesinden sonra Türkiye gibi bir ‘köprü’ ülkede sert darbe olmasını arzu etmemişti. ABD ‘siyasi değişime evet, darbeye hayır demiş’, ABD Dışişleri Bakanı Albright anayasa dışına çıkılmadan yapılacak ‘darbeye’ olur sinyali vermişti. İşte yeni ortaya çıkan bu iki durum nedeniyle, 28 Şubat darbe sürecinin liderlerinden Tümgeneral Erol Özkasnak “28 Şubat, günün koşullarına uygun bir yöntemde gerçekleştirildi. O günün dünya ve ülke koşullarında 12 Mart ve 12 Eylül gibi klasik bir müdahale yapılamazdı” demişti.

2013 Mısır darbesini takip edenler 28 Şubat darbesinin bu anlamda ne kadar ‘çığır açıcı’ olduğunu görecektir. Mısır gibi Batı’yla olan ekonomik, askeri, sosyal ve ekonomik bağları Türkiye’ye görece gevşek olan bir ülkede dahi demokrasi’nin d’sinin gözüktüğü Arap İsyanları sonrasında artık 1952 Hür Subaylar darbesi gibi bir darbe yapılması mümkün değildi. Darbe öncesi en azından bir kısmı Tahrir’e doldurulmuş sivil unsurlar darbenin meşruiyetini sağlarken, darbe bir sürece yayıldı, Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye karşı gayet şeffaf, ‘teorik olarak anayasal gözüken siyasal operasyonlar’ çekildi,  liberaller de dâhil olmak üzere siyasetçiler ve din adamlarının içinde olduğu Mısır’ın ‘sivil kuvvetleri’ ön plandaydı. Bu nedenle birçok gözlemci Mısır darbesini ‘sivil toplum darbesi’ olarak nitelemişti.

Bugünkü durum

Bugün ise hem dış güçlerin rolü, darbenin Türkiye’de siyasal olarak kabih bir kelime haline gelmesi hem de yeni medyanın ortaya çıkmasıyla birlikte bir başka evrede olduğumuzu söyleyebiliriz. Emekli bir generalin de bize söylediği gibi, ‘bugün 21. yüzyılda darbe yapmaya kalksan yüzlerce faktörü göz önüne alan bir checklist yapman lazım. Eskiden bu kadar geniş bir ‘darbe öncesi yapılacaklar listesi’ yapman gereksizdi; Soğuk Savaş daha rahattı, iki kamp vardı ve sen birine dâhildin. Asker ön cephedeydi önceden; şimdiyse asker en iyi ihtimalle ikinci planda. Şimdi Batı ‘sivil toplum’ diyor, önce siviller olacak, ön hatta siviller yer aldıktan sonra askerler ancak arkada olabilirler. Gezi Parkı sivil toplumun ön plana çıktığı, gençlerin laik Cumhuriyete ve Atatürkçülüğe kendilerinden sahip çıktıkları çok güzel bir örnek oldu.’ Bu fikrin istisnai bir fikir olmadığını söylemek gerekir. Bir kısmı daha önce darbe hareketlerine katılmış birçok emekli subay ve general, klasik darbe bir yana, Türkiye’nin ve dünyanın mevcut yapısal şartlarında 28 Şubat dönemi darbe mekaniğinin bile imkânsız hale geldiğini düşünmekteler. Bu bakımdan Türkiye’de ne klasik bir darbe ne de askerin ‘toplumsal’ güçleri açıktan organize olarak mobilize ettiği 28 Şubat-vari bir darbe mümkün gözükmektedir.

Askerin bu anlamdaki ‘gücünü’ kaybettiğinin bir eseridir ki çok sayıda emekli general özellikle Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde ve sonrasında kendilerine ‘ordu nerede, ne duruyorsunuz?’ diyen vatandaşların sokağa çıkmamalarından, hala bazı şeyleri askerlerden beklemelerinden şikayet etmektedir. Bu da bize yeni dönem darbe mekaniğinin, özellikle de hukukun, sivil ve siyasi haklar ve özgürlüklerin sınırlarının tam olarak anlaşılamadığı ve konsolide olmamış toplumlarda, asker öncülüğü veya organizasyonuna ihtiyaç duymaksızın, ‘sivil’ toplumun veya ‘sivil’ güçlerin halen ön planda olduğu ve yeni medya araçlarının yoğun şekilde kullanılarak manipüle edildiği bir durumda işleyebileceğini anlatmaktadır. Kavramın orijinal anlamı itibariyle anayasaya aykırı, hukuk-dışı (sonradan kendi hukukunu yaratsa ve kendini yasallaştırsa da) hareketler olan ‘darbeler’ giderek ‘teoride anayasal gözüken siyasal operasyon ve manipülasyonlarla’ sınırları tam anlaşılamamış, işleyişi hayli kusurlu ancak beklentilerin de bir o kadar yüksek olduğu hukukun, demokrasinin ve ‘sivil’ toplumsal hareketlerin içerisinden gelecektir. Bu tür bir yeni darbe türü için gerekli kaynakların bir araya getirilmesi ve organizatörlüğü içinse iç-dış ‘sivil’ bağlantılara bakmak gerekmektedir.

[email protected]