Değişen dünya düzeni ve Çin

Necmettin Özdin / Siyaset Bilimci
20.05.2017

Mevcut ABD liderliğindeki Batı merkezli dünya düzenini yerle yeksan edeceğini söylememiz bugün için zor olsa da Çin artık kendi vizyonu ve kuralları ile oynayacağını çekinmeden ilan etmektedir. Bölgemizdeki Arap Baharı, Rusya’nın Suriye savaşına müdahalesi- Esad rejimine arka çıkması ve DEAŞ’ın ortaya çıkma hikâyesini Çin’in İpek Yolu ve bunu destekleyen tüm jeopolitik-ekonomik inisiyatiflerden bağımsız okuyamayız.


Değişen dünya düzeni ve Çin

Pekin’de düzenlenen tarihi İpek Yolu’nu canlandırmayı hedefleyen ‘Kuşak ve Yol Forumu’na katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan projenin geleceğe damga vuracağını belirtti. Mevcut uluslararası düzene alternatif yapısı ve Çin’in liderlik ettiği diğer projeler ile birlikte Yeni İpek Yolu projesi özel bir değerlendirmeyi gerekli kılıyor.

Çin Devlet Başkanı (Şi Cinping) tarafından “iyi günde ve kötü günde” anlayışı çerçevesinde özetlenen Yeni İpek Yolu projesi bir kader birlikteliği şeklinde görülmekte ve katılımcı ülkeler arasında saygı ve eşitliği esas alan bir platform olarak biçimlendirilmiştir. Yeni İpek Yolu nihai olarak temelinde “kazan-kazan”(win-win) prensibini esas aldığından Amerikan liderliğinde kurulan tüm diğer uluslararası kuruluşlardan (IMF, Dünya Bankası vb.) kendini yapısal ve hedefler anlamında ayrıştırmaktadır. 

Toplam değerinin 21 trilyon dolar olarak hesaplandığı, 66 ülkenin dahil olduğu ve dünya nüfusunun yüzde 60’ını kapsayan bu devasa projenin bölgesel güvenliği ve istikrarının teminatı olarak Türkiye’nin projenin asli bir unsuru olduğu tören sonrasında verilen aile fotoğrafında net bir şekilde görülmektedir. Bu anlamda, Yeni İpek Yolu projesi, Türkiye için, tarihi arka planı ve ortak bir sorumluluk bilinciyle karşılıklı ekonomik, kültürel ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesi çerçevesinde değerlendirilmelidir.

Tarihi arka plan ile İpek Yolu

Türkiye bu proje kapsamında güzergâhın Avrupa’ya açılan kapısı olarak hayati önemde aktörlerden biri olarak görülmektedir. Türkiye gerek genç nüfusu ve yüksek iş gücü potansiyeliyle gerekse siyasi ve ekonomik olarak istikrar vadeden yönetimi ile projenin bölgedeki ayrıcalıklı aktörü konumundadır.

Osmanlı Tarihçisi Halil İnalcık, tarihi İpek Yolu’ndan Türk devletlerinin servet ve güç kaynağı olarak bahsetmiştir. İnalcık Hoca, Türkler’ in 1000 yılından beri Orta Asya’dan Akdeniz’e kadar egemen kalmalarının bir temel faktörü olarak askeri unsurlarından yanında diğer önemli faktör olarak da Çin-İran-Akdeniz İpek Yolu’nu ellerinde tutmaları olduğunu belirtir. Aynı dönemde, Bursa tüm Ortadoğu bölgesinin en önemli ipek ticaret ve sanayi merkezi olur, ikinci olarak da Tebriz gelir. Bunların peşinden Akdeniz bölgesinde diğer bir ipek ticaret pazarı Halep’tir.

Bölgesini aşan bir aktör olarak Türkiye’nin bölgesel gerçekliği Yeni İpek Yolu projesinin gerek yumuşak gücüne gerekse mevcut uluslararası sisteme alternatif yapısına katkı sağlayacağı şüphesizdir.

Tarihi İpek Yolu ve DEAŞ

Ukrayna krizi sebebiyle Rusya’ya uygulanan ambargolar, Putin yönetiminin jeopolitik tercihinde yüzünü Çin’e dönmesine ve Çin ile stratejik ortaklık çerçevesinde yakınlaşmasına vesile oldu. 2014 yılında iki ülke toplam değeri 400 milyar dolar olarak tahmin edilen 30 yıllık gaz anlaşması yaparak tarihi bir adım attı. 2015 yılındaki görüşmede iki lider Avrasya Ekonomik Birliği ve İpek Yolu Ekonomik Kuşağı’nın birleşmesi kararı aldı. Böylece iki büyük güç Avrasya kıtasında yeni bir konsept eşliğinde ortak bir ekonomik alan oluşturulmasına karar vermiş oldu.

Unutulmamalıdır ki, Rusya bu projenin Kuzey Koridoru’nu oluşturmakta ve en öncelikli bir aktör olarak kendini konumlandırmaktadır. Aynı şekilde Kazakistan ve İran da bu proje kapsamında çok ciddi yatırımlar yapmakta. Proje kapsamında Rusya, Orta Asya ülkeleri, özellikle Kazakistan üzerindeki nüfuzunu Avrasya Ekonomi Birliği gibi mekanizmalar vesilesiyle kullanmak isteyecektir. Hâlihazırda, Rusya üzerinden giden Kuzey Koridoru çalışmaktadır ve Ocak 2017 tarihinde Çin’den kalkan yük treni Rusya üzerinden Avrupa’ya varmış durumdadır.

Bölgemizdeki Arap Baharı, Rusya’nın Suriye savaşına müdahalesi ve Esad rejimine arka çıkması ve en önemlisi de DEAŞ’ın ortaya çıkış hikâyesini Çin’in 21. yüzyıl projeleri olan İpek Yolu ve bunu destekleyen tüm jeopolitik ve ekonomik inisiyatiflerden bağımsız okuyamayız. Çin ilk defa İpek Yolu Projesi’ni 2013 yılında açıkladığında sunulan güzergâhlar olan İran-Irak-Suriye-Türkiye hattında bugün DEAŞ dediğimiz bir terör örgütünün hâkimiyet kurması kesinlikle rastlantı olarak görülemez.

Obama yönetiminin stratejik ağırlığını Asya bölgesine kaydırma eğiliminin ve Ortadoğu bölgesinin de mevcut hali ile istikrarsızlaştırılması tercihinin, Çin’in yayılmacı politikalarına bir karşı hamle olduğu bugün daha net olarak görülmektedir. ABD merkezli tüm stratejik rapor ve analizlerde, Ortadoğu’dan çekilmek ve Asya’ya ağırlık vererek Çin’in çevrelenmesi, dengelenmesi ve durdurulması uzunca bir zamandır işlenmekteydi.

Çin-Avrupa hattı

Eğer Amerika tüm güç ve imkânlarıyla ağırlığını Çin’e kaydıracaksa, Ortadoğu bölgesinden de çekilmek için bölgenin olabildiğince savaş ve kriz ortamına teslim edilmesi gerekiyordu. Ki böylece bölgemiz, uzunca bir süre istikrarsız ve dağınık bir görüntü sergileyecek ve bölgenin Şii-Sünni ve Kürt kartları tekrar kullanılarak bir kez daha bölünmesi sağlanacaktı. Obama yönetiminin Hillary Clinton’a miras olarak bırakmak istediği işte böyle bir ortamdı. Çin Asya’da dengelenmesi ve parçalanmış Ortadoğu ile Çin ve Avrupa hattının bölünmesi büyük strateji olarak kurgulanmıştı.

ABD ve özellikle İngiltere, Rusya ve Çin yakınlaşmasının Ukrayna krizi sonrası uygulanan ambargoların da etkisiyle zorunlu bir birliktelik olduğunun farkında. Onun için Batı dünyası bu ikili yakınlaşmanın stratejik bir blok olarak gelişmesini engelleyecek argümanlar geliştirecektir. Trump yönetimi her ne kadar seçilmeden önce Çin hakkında çok sert açıklamalarda bulunmuş olsa da Çin ile arayı bozmanın iyi bir fikir olmadığının farkında. Çin ve Rusya’yı bir araya getirmemek için Çin ile de yapılacak bazı pazarlıkların olması muhtemel.

Rusya ve Çin yakınlaşmasında bağımlı olan taraf kesinlikle Rusya’dır. Fakat Rusya Ortadoğu ve özellikle de Orta Asya’daki tarihsel durumunu güçlü bir kart olarak kullanmaktadır. Ne var ki, bu iki büyük gücü bir araya getiren ve uluslararası politikada ortak hareket ettiren tek unsur Amerikan liderliğindeki dünya düzenine karşı takındıkları duruştur.

Tarihsel olarak kendisini merkezi bir konumda görmüş olan Çin, muhataplarından her zaman saygı ve eşit statü beklentisinde olmuştur. Bu durum şaşırtıcı şekilde Putin ve Cinping liderliğinde gelişmiştir ve tarihsel olarak birbirine mesafeli yaklaşmış olan bu iki Asya gücü son yıllarda stratejik olarak bir ittifak görüntüsü vermektedir. Cumhuriyetçi Trump döneminde Çin-Amerika ilişkilerini belirleyecek olan pragmatik çıkarımlar ve daha geniş perspektifte stratejik hesaplar olacağından iki ülke arasında bir pazarlığın gerçekleşmesi daha muhtemel görünmektedir. Söz konusu olan Asya ise uluslararası ticaret tüm stratejik dengelerin merkezindedir. ABD ve Çin arasındaki tüm stratejik hesap ve pazarlıklar da iki ülkenin ticaret dengeleri üzerinden gerçekleşecektir.

Sun Tzuvs Clausewitz

Amerika tarafından İkinci Dünya Savaşı sonunda ortaya atılan Marshall Planı’na benzetilen Yeni İpek Yolu projesi özü itibariyle bir ekonomik yapılanma olmasından dolayı stratejik bir güvenlik şemsiyesinden yoksundur. Amerikan liderliğinin ekonomik araçları olan IMF ve Dünya Bankası gibi girişimlerin üzerinde duran NATO şemsiyesi burada söz konusu değildir. Bu durum, en başta Çinli devlet adamlarını ciddi manada düşündürmektedir.

2021 yılı Çin Komünist Partisi’nin kuruluşunun 100. yılı olması sebebiyle Çinli devlet adamlarınca önem arz etmektedir. 2021 itibariyle Çin kendisini Asya bölgesinde egemen bir güç olarak ABD ve Batı’nın bölgedeki etkisinin iyice azalmasını amaçlayan “tarihsel misyonunu” gerçekleştirmiş şekilde görmek istemektedir. Bu anlamda, Mao sonrasında Deng ile başlayan “kendini gizle” prensibi çerçevesinde ve mevcut dünya düzeni içerisinde yürüyerek büyük güç olma yolunda Çin, Şi Cinping yönetiminde attığı iddialı alternatif atılımlar eşliğinde tarihsel misyonuna adım adım ilerlemektedir.

Yeni İpek Yolu ve Asya Altyapı Kalkınma Bankası’na ilave olarak Çin, BRICS ülkeleri ile birlikte kendi kurallarını koydukları ve Amerikan liderliğinde temelleri atılan Dünya Bankası ve IMF temelli Bretton Woods sistemine alternatif küresel mali bir sistem için BRICS Kalkınma Bankası’nın temellerini attı. Dünya Bankası ve IMF’in tam karşısına dikilen bu yapı, ABD’nin II. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’den aldığı liderlik rolünün ve Keynes-White üzerinden gerçekleşen devir teslim işleminin Çin tarafından tekrar sahnelenmesi olarak da okunmaktadır. Ayrıca, Soğuk Savaş sonrasının yükselen iki gücü olan Almanya ve Japonya’nın cesaret edemedikleri bir girişim olan para birimlerinin Amerikan dolarına alternatif olarak uluslararasılaşması stratejisini bugün Çin iddialı bir şekilde gündemine almış ve bu hedef kapsamında cesur adımlar atmaktan da çekinmemektedir.

Bu noktada asıl konuşulması gereken Çin’in Amerika’yı ne zaman geçeceği ve dünya liderliğini alacağı gibi tahminlerden ziyade, bugüne kadar Amerikan liderliğindeki Batı dünya düzeni içerisinde yaşamaktan çekinmeyen ve buranın nimetlerinden sonuna kadar faydalanan Çin’in attığı alternatif adımlar ile nasıl bir dünya nizamı hedeflediğidir.

Eğer bu durum, Kissinger’ın Çin hakkındaki kitabında belirttiği, Sun Tzuvs Clausewitz durumunu çağrıştıracak ise, mevcut uluslararası ilişkiler disiplini içerisinde Batı merkezli konstruktivist bakış açılarını terk etmemiz gerektiğini ve ‘Orta Krallık’, ‘Utanç Yüzyılı’, ‘Sürekli Devrim’ ve ‘Afyon Savaşları’ gibi tüm tarihsel referanslar eşliğinde Çin merkezli bir okuma yapmamızın aşikar olduğunu göstermektedir. Kaldı ki, mevcut ABD liderliğindeki Batı merkezli dünya düzenini yerle yeksan edeceğini söylememiz bugün için zor olsa da, Çin artık kendi vizyonu ve kuralları ile oynayacağını çekinmeden ilan etmektedir.

[email protected]