Demokrasi hâlâ mı sandık değil?

Cafer Uzunkaya / Yazar
5.04.2014

Yıllarca topluma -mükemmel olmasa da- en iyi sistemin demokratik sistem olduğunu, halkın iradesini seçtikleri vekiller vasıtasıyla meclise yansıtmasının ehemmiyetini ve hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu anlatmalarına rağmen, son dönemde demokrasinin sandık olmadığını hatta sandıkta oyların yüzde 99’u alınsa bile aslında bunun bir anlamı olmadığını ileri süren demokrat(!) siyasetçilerimiz, gazetecilerimiz türedi.


Demokrasi hâlâ mı sandık değil?

Evet, sandığı önemsiz ve anlamsız hale getirmeye çalışanlar, daha düne kadar bu sistemin faziletini, olmazsa olmazlığını anlatıp duruyorlardı. Buna karşılık inançları ve yaşam tarzları hiçe sayılan, aşağılanan insanlarsa taşkınlılara, hukuk dışı yollara tevessül etmeden sabır ve azimle halka kendilerini anlatmaya çalışıyorlardı. Cumhuriyet tarihi boyunca demokratik ve laik sistemin gereği diye dayattıkları baskı ve aşağılamalar karşısında bu aziz millet asla taşkınlıklara kalkışmadı. Bu durumun en büyük ispatı da 28 Şubat sürecinde yaşananlardır. Birçok insanın bugün canlı tanığı olduğu 28 Şubat sürecinde, bu ülke insanının demokratik yollarla sandıkta seçtiği iktidarına yapılan hukuksuzluklar yakın tarih olarak, bütün hadiseleriyle hafızalardadır. O karanlık günlerde milletin kendi imkânlarıyla yaptırdığı imam-hatip liselerinin, Kur’an kurslarının kapatılmasına, bu milletin evlatlarının başörtüleri sebebiyle üniversitelerden atılmasına ve ikna odalarıyla uygulanan işkencelere rağmen bu insanlar asla taşkınlık yapmadılar, cadde ve sokakları ateşe çevirmediler. Her şeye rağmen demokrasinin ve halkın güvenini bu sorunların üstesinden geleceğine olan inançlarını kaybetmediler. Hem sokaklarda kiminle çatışacaklardı? Kendi kardeşleriyle, polisiyle, milletiyle mi? Bugün sokaklarda yakıp yıkmalara kalkışıp istediklerinin yerine getirilmesini dayatanlar da kabul edecektir ki, “6 ağaç söküldü” bahanesinin arkasında yakıp yıkanların hak arama ve taleplerini kabul ettirmelerinin yolu ülkeyi kaos ve ateşe çevirmekten geçiyorsa, insanların inanç ve yaşamlarının bir parçası kabul ettikleri başörtülerine, eğitimlerine yapılan müdahale, fazlasıyla buna değerdir. Ancak bu insanlar kahroldular, sabahlara dek gözyaşı döktüler, ağaçlarını değil okullarını, işlerini kaybettiler ama asla halkıyla kavgayı, sokakları yakmayı düşünmediler. Bu sokaklara çıkıştan, anarşiden uzak duruşun sebebi de asla korkaklık ve sokağı bilmeyiş değildi. Birilerinin yaşam tarzlarına müdahale edilecek kaygısıyla gerçekleştirdiği taşkınlık ve saldırılardan, onlar inanç ve yaşantılarına doğrudan, somut fiillerle müdahale edilmesine rağmen uzak durdular. Oysaki onlar Maraş’ta başörtüsüne uzanan ele karşı savaşı başlatan bir neslin torunlarıydı. İnançlar ve değerler adına savaşa ve şahadete, şahadetin de kullar için mertebelerin en yükseği olduğuna da canı gönülden inanıyorlardı. Ama kardeşleriyle, bu vatanın evlatlarıyla böyle bir çatışmaya girmemenin ve oyuna gelmemenin de idrakindeydiler. O nedenle aktif bir sabırla, çalışarak, sandığa ve demokrasiye güvenle, taşkınlıklara mahal vermediler, beklediler. 

Başkaldırının hukuku

İnsan sormadan edemiyor; kendi fikirlerini ve projelerini kabul ettiremeyen, dolayısıyla halktan iktidar alamayan, hukuk dışı eylem ve kaosla halkın iktidarına mani olmaya çalışanların -çok okuyan, kültürlü, aydın, demokrat ve hulasa tüm faziletleri üzerinde bulundurduklarını iddia edenlerin eylemlerinde dahi onlarca insan ölüyorsa, ya bir de okuma yazma bilmemekle, cehaletle itham edilen o insanlar sokağa çıkarsa neler olabilir? 

Her fırsatta faziletlerinden bahsedilen demokrasi sandıkla tecelli eder ve neticelenir. Dün belki de fazla düşünülmeden bu sistemi kabul edenlerin, bir an önce, daha fazla gülünç duruma düşmeden, zaman kaybına sebebiyet vermeden; iktidarı vesayetlerde, sokaklarda, ekranlarda, dışarılarda değil milletin arasında arayarak demokrasinin gereklerini kabul edip benimsemeleri gerekmektedir.  Çünkü demokrasinin tarihi süreç içinde geldiği noktada, iktidarlar yapmak istedikleri projeleriyle halkın huzuruna çıkarlar ve adeta o projeler adına bir referandum niteliği taşıyan talepleriyle halktan onay isterler. Çünkü tek tek her bir bireyin kabul ve onayıyla projelerin hayat geçirildiği bir sistem ne dün ne bugün olmamıştır, ne de yarın olacaktır. Bırakınız bir devlette her bir bireyin kendi talebini dayatmasını huzuru arayan, sıradan bir ailede bile dayatma kabul edilemez. 

Bütün bunlara rağmen, demokratik parlamenter sistemi ve getirdiği neticeleri hazmedemeyenlerin, şayet varsa alternatif yönetim biçimlerine dair düşüncelerini kamuoyu ile paylaşması gerekir. Unutulmamalıdır ki ukalaca aşağılanıp yıllarca hakir görülen bu millet, kurallarını kendisinin koymadığı bir sistemde, sabırla iradesinin iktidar olması için meşru dairede kaldı, anarşi ve teröre bulaşmadı, sokakları ayağa kaldırmadı. O halde herkes başkalarının hak ve hukukunun en az kendi hak ve hukuku kadar önemli ve saygıya değer olduğu bilinciyle hareket etmelidir. Daima; “Cumhuriyet eşit yurttaşlar yarattı, kula kulluğu ortadan kaldırdı” söylemleriyle övünenlerin şimdi bu eşitliği hazmedemedikleri, kibirli ayrıcalık talepleriyle, halkın takdirine saygı duymadıklarını hayretle izlemekteyiz. Bir Cumhuriyet ideali olarak şekillenen, “itaat eden değil sorgulayan, dayatmalara karşı duran toplum”  fikri, halk tarafından, tam da istenildiği gibi dayatmalara karşı durularak hayata geçirilmişken ortaya çıkan netice, bugün maalesef bizzat bu ideali ortaya koyanlar tarafından beğenilmemektedir.  

[email protected]