Demokrasi için laiklik şart mı?

Yar. Doç. Dr. Şule Albayrak - Marmara Üniversitesi Öğretim Görevlisi
20.07.2013

Türkiye’de Gezi olaylarının yükselttiği tansiyon henüz düşmemişti ki Mısır’da ilk kez demokratik seçimlerle iktidara gelen lider Muhammed Mursi, Mısır ordusunun yaptığı darbeyle iktidardan uzaklaştırıldı. Darbeye darbe diyemeyenler ya da Mısır’da olanları “demokratik darbe” olarak niteleyenlerçifte standartlı yaklaşımlarını yine devreye soktu. Tüm bu olan biten esnasında gerek Türkiye seküler aydınları ve gerekse Batılılar arasında aslında hiç de yabancısı olmadığımız bir söylem yeniden kendini gösterdi. Kısaca “İslam demokrasiyle bağdaşmaz” önermesinin açık ya da zımnen benimsendiği ve propagandasının yapıldığı yazılar kaleme alındı.


Demokrasi için laiklik şart mı?

Müslüman nüfusun ağırlıklı olduğu toplumlarda yapılan demokratik seçimler her seferinde İslami duyarlılıklara sahip olan siyasileri sandıktan çıkarırken; hem bu ülkelerdeki seküler kesimleri hem de Batı ülkelerini hayal kırıklığına uğratıyor, bir nevi bu kesimlerin demokrasiye olan inançları tükeniyor. Seçim kazanma ümidi olan dindar kitlelerin demokrasiye olan inançları ise her geçen gün artıyor.

Bir taraftan demokrasi savunusu yapıp diğer taraftan demokratik sistemin işletilmesinden rahatsız olmak ideolojik bir tavır alışın tezahürüdür. İslam ise başlı başına bu tartışmanın göbeğinde yer almaktadır. İslam toplumlarının din devlet ayrımını benimsemeyişi demokrasinin yerleşememesine ve hatta demokrasiye layık olamayışlarına bir gerekçe olarak sunulurken; hali hazırda Batı’da din devlet ilişkileri konusunda farklı yaklaşımlar güç kazanıyor. Ülkemiz aydınları ise bu tartışmaların oldukça uzağında kalıyor.

Laiklik ve demokrasi arasında gereklilik ilişkisinin bulunduğunu savunan hâkim söylemin aksine bu ikisi arasında zorunlu bir ilişkiden bahsedilemeyeceğine işaret eden pek çok çalışma dikkat çekiyor. Örneğin Modern Dünyada Kamusal Dinler (Public Religions in the ModernWorld) adlı ses getiren çalışmasıyla tanınan Georgetown Üniversitesi’nden Jose Casanova, demokratik bir sistem için laikliğin zorunlu olmadığını savunmuş ve Avrupa’da sekülerleşmenin demokrasinin yerleşmesinden sonra geliştiğine işaret etmiştir. Daha da dikkat çekici olan ise Casanova Avrupa’da sekülerleşmenin demokratikleşmeden önce geliştiği fikrinin Avrupa kimliğine hizmet eden bir mit olarak tedavülde tutulduğunu savunmuştur. Öte yandan önemli bir siyaset bilimci olan Jonathan Fox, konuyla ilgili olarak 152 devleti incelemiş ve demokrasilerin çoğunda din devlet ayrımı ilkesinin bulunmadığını tespit etmiştir. Fox, çalışmalarının sonucunda işlevsel ve liberal bir demokratik sistem için din devlet ayrımının zorunlu olmadığı fikrine ulaşmıştır.

Zaten Avrupa’da uzun demokrasi tecrübesine sahip olan Danimarka, Norveç, İngiltere, İzlanda ve Finlandiya gibi ülkelerin devlet kiliselerine sahip oluşu demokrasi ve laiklik arasında zorunlu bir ilişkinin bulunmadığına işaret ederken; katı ve baskıcı sekülerizmi benimseyen komünist yönetimlerin demokrasiden uzak oluşları demokratik yönetim için din-devlet ayrımının gereğini ciddi şekilde sorgulamaktadır.

Son yüzyılda dinin yeniden bir aktör olarak kamusal alana çıkışını analiz eden birçok Batılı sosyal bilimci, demokrasinin dini kurumlara bigâne kalamadığını ve kalamayacağını savunmuştur. Liberal demokrasilerde kilise-devlet ilişkileriyle ilgili çalışma yapan Benyamin Neuberger da klasik liberal anlayışta yer alan dinin kendi başının çaresine bakması gerektiği yaklaşımının Avrupa’da modasının geçtiğine ve yükselen trendin aksi yönde seyrettiğine işaret etmiştir. Nitekim günümüzde Avrupa devletleri ibadethanelerin yapımı ve korunması konusunda artan bir biçimde kamu kaynaklarını kullanmaya yönelirken pek çoğu dini cemaatleri finanse etmeyi laikliğe ve demokrasiye aykırı görmemektedir.

Siyaset biliminde yerleşik bir kabul olan demokrasi için laikliğin gerekli olduğu savunusunun geçerliliğini yitirdiğini söyleyen bir diğer isim Alfred Stepan da Batı Avrupa’da keskin bir dindevlet ayrımından artık söz edilemeyeceğine dikkat çekmiştir. Sekülerleşmeyi Batı demokrasisinin bir özelliği olarak değil de demokrasinin bir niteliği olarak değerlendirenlere karşı çıkan Stepan, Batı dışı toplumlarda demokrasinin gelişemeyeceği iddiasını da reddetmiştir. 

Değişen din-devlet ilişkileri

Kamusal alan kavramının mucitlerinden Jürgen Habermas ise yüksek sekülerleşme yaşanan toplumlarda bile dini gelenek ve grupların geçerliliklerini sürdüreceğinden söz etmiş ve post-seküler olarak tanımlanabilecek bu toplumlarda dinin kamusal alandaki rollerinin görmezden gelinemeyeceğine işaret etmiştir. Ona göre demokratik bir katılım için devlet dünya görüşleri karşısında tarafsız kalmalıdır. Ayrıca Habermas, seküler vatandaşların dinin siyasi düşünceye katkısını engellememelerinin gereğine işaret etmiş ve demokratik bir süreç için bir tarafın katkısının diğerinden daha değersiz olmadığınıbelirtmiştir.

Batıda süregelen tüm bu güncel yaklaşımlar ülkemizdeki tartışmaların laiklik demokrasi ikileminden süratle çıkması gereğini bir kez daha ortaya koymaktadır. Konu İslam’ın demokrasiyle ilişkisine geldiğindeyse takınılan oryantalist tutumdan uzaklaşmadıkça sağlıklı bir tartışma zeminin oluşması mümkün görünmemektedir. 

[email protected]