Demokrasimiz bol olsun!

Halime Kökce / Editörden...
8.06.2013

Gezi Parkı’nda kentsel bir duyarlıkla başlayan eylemin bugün aldığı biçim hem eylemin yaygınlık kazanmasına imkan verdi hem de bunların derdi ağaç değil eleştirisini doğrular bir mahiyet ortaya koydu.


Demokrasimiz  bol olsun!

Ağaçların sökülmesine ve Gazi Parkı’na AVM yapılmasına karşı çıkan ilk günlerin söylemine, elbette polisin katkılarıyla bir öfke kabarması eşlik etti. Bir yere kadar spontan görüntü veren eylem “Tayyip istifa” mottosu altında toparlandı ve giderek eylemi sahici ve farklı kılan hususiyetlerinden uzaklaştı. Polisin eylemcilere uyguladığı orantısız şiddet, polis Taksim’den çekildikten sonra yerini eylemcilerin kamu mallarına uyguladıkları orantısız şiddete bıraktı. Kaldırım taşlarını söküp Taksim’e çıkan yollara barikat kuran eylemciler, belediye otobüsü, canlı yayın aracı gibi pek çok özel ve kamu malını da enkaza çevirdi.

Akabinde oluşan gezi duyarlığı ise elbette demokratik bir kendini ifade etme biçimidir ama ondan öncesindeki o bildik kurtarılmış bölge yaratma iştiyakını da görmek gerekir. Her kurtarılmış bölge kimilerini de dışarıda bırakır. “Taksim’in gerçek sahipleri biziz” sloganı tek başına bile gayet anti demokratik bir hafızayı içinde barındırmaktadır. 

Bu hafta Açık Görüş’te okuyacağınız hemen tüm yazılar son 15 gündür Türkiye’nin birinci gündemi olan toplumsal olaylarla ilgili. Gezi eylemlerinin biçimi, sosyal medya ayağı, yurt dışındaki yankıları, Arap Baharı karşılaştırması ayrı ayrı analiz ediliyor.

Manşette okuyacağınız Hatem Ete imzalı yazı ise eylemi tüm yönleriyle ele alıyor. Ete yazısında eylemin kaybolan ve öne çıkan mesajlarından hareketle, “AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı, gösteriler devam ettikçe, yeni gruplar gösterilere destek verdikçe, en fazla ön plana çıkan, diğer mesajları silikleştirecek kadar vitrine çıkan hâkim duyguya dönüştü. Bu, gücünü doğallığından alan tepkilerin, siyasetin bilindik kodları tarafından ele geçirilmesi anlamına geliyor. Bu saatten itibaren olay, Gezi Parkı’nı da, çevre duyarlılığını da, katılımcı demokrasi talebini de aşmış; sandıkta yenemediği AK Parti’yi sokakta yenmeye çalışan grupların ön plana çıktığı bir görüntüye bürünmüştür” yorumunu yapıyor. 

İsmail Küçükkılınç, eylemin sosyolojik motivasyonundan hareketle toplumdaki dönüşümlerin alt yapılarına değiniyor ve Halkevlerinden bu yana yeni nesiller yetiştirmek konusundaki politikaları ele alıyor. 

Kahire Üniversitesi’nden İsmail Numan Telci, Tahrir ve Taksim benzetmesinin nasıl bir halüsinasyon olduğunu anlatıyor yazısında. “Mısır’da mevcut baskı rejimini yıkabilmek için devrimden başka hiçbir çaresi olmayan kitlelerden söz konusuyken, Türkiye’de demokratik her aracı kullanabilen, sosyal haklar bağlamında herhangi bir Batı demokrasisinden farkı olmayan ve insan hakları durumu her geçen sene ilerleyen bir yapının mevcut olması, Taksim ve Tahrir analojisini mesnetsiz bırakmaktadır” diyor. 

Suriye’deki iç savaş da bir yönüyle sosyal medya savaşı olarak devam etmekte. Bunu Yusuf Özhan yazısında detaylı şekilde analiz ediyor. Fahrettin Altun ise Gezi eylemini sosyal medya, özellikle de twitter üzerinden okuyor ve “Twitter sistem-karşıtı düşünce ve hareketlerin muharrik gücü olarak ele alınmaktadır. Bu, bir yandan teknolojik determinizmin kendisini yeniden üretmesi anlamına gelmekte, diğer yandan ise tiwitterda temsil edilen pozisyonların varlık kazandığı sosyo-politik ve sosyo-kültürel zeminlerin yeterince anlaşılmasına engel olmaktadır. Twitter, muhayyilelerde gücü kendinden menkul bir makineye ve yeni bir ‘büyük birader’ imajına dönüşmektedir” diyor.

31 Mayıs’ın haftasında Gezi eyleminin makul mesajının daha fazla muğlaklaşmaması ve yıpranmaması için ve farklı illerde ve İstanbul’da zaman zaman yaşanan provakatif hadiselerin de önüne geçmek için Gezi sakinlerinin eve dönme vakitleri geldi bence... Demokrasimiz bol olsun!

İyi haftalar...

[email protected]