Demokrasiyi bükmek

MUSTAFA EVERDİ - Yazar
6.07.2013

Filistin’de Hamas’a, Türkiye’de Gezi olayları ile Erdoğan’a, Mısır’da Musri’ye yapılanlar Batı’nın, İslam dünyasında ‘derin demokrasi’ istemediğini ortaya koydu. Eylemlerle istenen sonuç; seçilmişlerin seçim dışında bir yöntemle iktidardan gitmesidir. Sandık dışında mevcut iktidarı alaşağı etmek; eylemleri bahane ederek bu sonucu sağlamak; Demokrasiyi anlamsızlaştırmak yani ‘demokrasiyi bükmek’tir. ‘Derin demokrasi’ ile iktidara gelenlerin demokratik yöntemlerle bileğini bükemeyenler; demokrasiyi büküyorlar.


Demokrasiyi bükmek

Son sözü halka ve sandığa veren demokrasinin; bu en temel ilkesi de ortadan kalktı; Mısır’da yapılan darbe ile.

Ülkeler çözülüyor, vatandaşlık bağları çözülüyor, demokrasi çözülüyor. Filistin’de Hamas, iktidar olunca seçimlerde kaybeden El-Fetihi iktidar ortağı yapmakla başlamıştı süreç. Türkiye’de Gezi olayları ile denenen, halen Brezilya’da süren ve Mısır’da Mursi’ye karşı darbeye yol açan direnişler; milli aidiyetlerin çözülmesine, demokrasilerin bükülmesine varıp dayandı. Hani Arap Baharı Batının öngördüğü bir sonuçtu? Batı ancak bugün istediği sonuca ulaşabildi. Arap Baharı ile demokrasiye gözünü açan halklar; -daha doğrusu muhalefet kanadında kalanlar- uluslar arası bir körlüğe maruz kaldılar. Tam da demokratik bir hak kullanmak üzere meydanları doldurmak darbeye gerekçe yapıldı.

Bir ülkeye, millete aidiyet;  sosyal medya manipülasyonları ile zayıflatıldı. Özellikle hükümetlere çeşitli nedenlerle karşı çıkanların bu aidiyetlerini berhava eden bir iklim bütün ülkelerde egemen kılındı.  Azınlıkta kalanlar ve muhalefet, sonuçları yıkıma varsa bile eylem için can atar bir hale getirildi. Artık kitle sadece iktidarlara değil ülkesine, milli menfaatlerine bile aidiyet hissetmeyen bir psikolojiye kapıldı. Bu eylemlere katılan yerel muhalefet; küresel bir mekân ve destek bulurken ulusal mekânsızlığa itilmektedir. Bu nedenle yüzde 51 oyla iktidara gelen Mursi, ilk yılın sonunda Tahrir Meydanını dolduran kalabalığın histerisinin kurbanı oldu. Gezi olayları vesilesi ile Türkiye’de denenen de budur. Sadece darbe yapmaya hazır bir ordu bulunamadı.

Artık demokrasi; sandıklardan değil meydanlardan ve küresel şebekenin sosyal ağ(a)larından onay almak zorunda bırakılmıştır. Bu sosyal medyanın her türlü dezenformasyona müsait olması, eylemleri olduğundan büyük gösteren dev aynalarına dönüştürülmesi, demokrasiyi bükmek için elverişli bir ortam oluşturuyor. Bu destekten güç bulanlar muhalefet hakkını kullandığını sanırken hangi amaçlara hizmet ettiğini görebilecek bir sükûnetten ve ferasetten mahrum halde meydanlara doldular.

Zor durumda bırakılmak istenen iktidarlar; dünyanın desteğini alacak eylemlerle terbiye edilmek isteniyor. Aksi takdirde insanlık suçu işleyen Suriye Devlet Başkanı; iktidarını sürdürürken; Mursi’nin alaşağı edilmesi nasıl açıklanabilir? 

Bu durum, ulusal bir onay ve rızayı içeren milli meşruiyetin yerini, kim olduğu, nerden yönlendirildiği belli olmayan bulanık ve şekilsiz bir meşruiyete bırakmakla başladı. Bu küresel “meşruiyetin” neferleri olmayı bilinçsiz bir bilinç haline getiren kitleler/gruplar/odaklar her ülkede üretildi.

Artık ülkeleri sandıktan çıkan irade değil, küresel bir şebekenin mobilize edebildiği eylemsellik yönetmeye aday. Daha doğrusu yönetimsizlik, yöntemsizlik bir yöntem kılınmak hesapları gündeme girmiştir. On yıllardır renkli devrimlerle denenen; zamanla tecrübe ve destek verecek kitleler kazanan bu yöntem, seçimi anlamsızlaştıran ve çoğunluğa demokraside kaybettiren bir anlayışa varıp dayanıyor. Çünkü küresel şebekenin onay vermediği politikaları uygulamaya koyunca Batı için demokrasi; anlamsızlaştı.

Yeni bir seçime kadar sabretmek zorunda kalmadan her an bulunacak bir mazeretle kitlelerin direnişi ile karşı karşıya kalan aslında iktidarlar değil demokrasidir. Böylece demokrasi kırılgan bir yönetim tarzına evrildi. Seçime kadar sabretmeyen kitleyi direnişi çağıran ses, sanki dünya vicdanının güçlü sesi gibi takdim ediliyor. Bu ses her ülkede değişik dillerle kendini ifade ediyor. Aslında hepsi aynı ses. Millî iktidarların küresel şebekeden bağımsızlaşmasına karşı terbiye edici tek bir ses.  Nihai emellerine ulaşmak yönünde hem emredici bir ses; aynı zamanda çok yumuşak bir ses. Bu ses sosyal medya aracılığıyla çoğalıp güçlenme imkânı bulabiliyor. Bu sesin yankı bulabilmesi, ülkesine ve mensup olduğu millete aidiyetlerin zayıflamasının bir sonucu. Bu aynı zamanda vatandaşlık bağlarının çözülüşünü de haber veren bir sonuç. Sosyal medya ile küreselleşen kitleler, sürekli batının politikalarına ve menfaatlerine hizmet eden elverişli bir nesneye dönüştürüldü. Mısır’dan Brezilya’ya bu uygulama sürdürülmektedir.

İktidar sorumluluğu

Herkesin ülkesini sevme tarzı farklıdır ama herkesin ihaneti aynı şekilde oluyor. Artık ülkesine sahiplenmek, gelecekte iktidar sorumluluğunu almak, bunun için demokratik süreçleri göze almak mazi oldu. Sabırsız kitle, aynı pervasızlıkla ülkelerini sıkıntıya sokacak eylemlere sürükleniyor. Bu kitlesel hareketler özden yoksun bir gerçekleşme demek ama varoluşun bütün şekillerini içerdiği anlayışı egemen kılınıyor. Karanlıkla kuşatılanlar aydınlık bir dünya özlemini dillendirdiği algısı ile sürüleştiriliyor. Ülkelerin çeşitliliğine ve kendi içinde bütünlüğüne karşı gelerek fiktif bir dünyayla bütünleşmeye yöneldiğini sananlar, yaşadığı ülkedeki derin ayrışmaların farkına varamayan bir sarhoşluk içindeler. Demokrasinin son yüzyılda tek başına sağladığı denge ve istikrar; eylemlerin sloganları arasında harcanıp gidiyor. Eylem halindeyken kitlenin büyük çoğunluğu bu tehlikeyi dikkate almıyor. Böyle bir sonuca varıp dayanma ihtimali dillendirilse bile ülke içindeki muhalefet; küresel şebekenin hizmetinde olmayı kendisine dert etmiyor. İhanet dediğimiz de budur.

Demokrasi şiddete başvurmadan ve kan dökmeden iktidarların değişmesine dair bir centilmenlik antlaşmasıdır. Bu centilmenlik yasası olmadığı için Arap Baharı kanlı bir süreçti. Ulaşılan demokrasi iktidarların kan dökmeden değişmesine imkan veren bir yöntemdi. Mısır’daki darbe ile bu yasanın ayaklar altına alınması, centilmenliğe boş verilmesi en çok muhalefetin altındaki zeminin kayması demektir. Gelecekte iktidara gelmesi muhtemel olanlar bile iktidarı zora sokmak şehvetiyle kansız bir şekilde; demokratik seçimlerle iktidara ulaşma yolunu da tıkadıklarını göremiyorlar. Uzun vadeli beklentiler yerini anlık kendini geçekleştirme duygusuna bırakmış halde. Bir ülkeye aidiyetin içi boşalınca hiç kimseyi, grupları, muhalefeti bağlayan, sınırlayan bir ilke kalmamış demektir.

Bilinçli bir eylem koyduğunu sananların küresel şebeke tarafından “sürüye sayılması”, sürülerin birlikte yankılanan haykırışları arasında en temel ilkeler kaybolup gidiyor. İşin bu yanı gözlerden saklanmış vaziyette. Bu eylemlilik iktidarları totaliter tedbirlere zorlayacak; bu tercihe kapılan iktidar küresel vicdanda mahkûm edilip saf dışı edilmesi meşruiyet kazanacak. Mısır’da iş bu noktaya bile varmadan darbe uygulamaya konuldu.

Bu durumda demokrasi sadece bir imge olarak varlığını sürdürebilir bir yönetim biçimine indirgeniyor. Sürüler halinde sürüklenenler, bu eylemlerini küresel bütünleşme algısına rağmen nedense ulusal darbelere varıp dayanmasını göz ardı edebiliyor. Darbelerle yüksek faturalar ödemek, ağır yıkımlara maruz kalmak sorumluluğu bu eylemcilerin gündeminde bile değil. Sanki muhalefetin sorumluluktan muaf olduğu anlayışı içindeler. Sosyal medya, sorumluluktan kaçınmanın getirebileceği tehlikenin farkına varılmasına hiçbir zaman izin vermeyecek gibi görünüyor.

Bu tehlikeye karşı durabilmek; vatandaşlık bağının ve ülkeye aidiyet ve halka/millete mensubiyetin güçlendirilmesinden geçecektir. Bunu sağlamak çeşitliliğin gerilim değil zenginlik olduğunu görmekle; daha çok özgürlük daha çok sorumluluk vermekle; bu yöndeki bütün engelleri kaldırmakla mümkündür.

Demokrasi Batı dışındaki ülkelerde hâlâ yaşayabilir sınırda iken yoğun bakıma alınan bir yönetim tarzı kılınırsa; her ülkeyi bekleyen ancak iç savaş olabilir. Son sözü sandığa vermek istemeyenler son kararı kime vermeyi öneriyorlar?  Gücü yetenin, sesi çok çıkanın, eylemler için meydanlara inenlerin ve karşıtlarını yok etmedikçe sandığa teslim olmayanların son sözü kime verdikleri meçhuldür.

Esad’a kal, Mursi’ye git! 

Her muhalefet ülkesinde devletinin ve/veya hükümetlerin uygulamalarına karşı çıkabilir, birlikte çözüm arayabilir ve son sözü halka; dolayısı ile sandığa verebilir; böylece batının ulaştığı demokratik denge ve istikrarı sürdürebilir. Aksinin küresel ağ(a)lara son sözü vermek olduğunu, karanlık mahfillere teslim olmak sonucunu getirdiğini, istikrarsız-darbelerle yönetilen ülkeler sınıfında beklemenin kader sayıldığını görebilmeliyiz.

Mevzi bir direnişe cebri tedbirlerle önlem alınmasına yönelik tercihlere zorlanıyor mevcut iktidarlar. Aksi takdirde hangi eylemin iktidarına son vereceğini bilemez bir halde tedirginliğe itilmek tehlikesi ile karşı karşıya bırakılıyor. Çözüm diye otoriterliğe kayan iktidarlar köşeye sıkışacak her yeni tedbirle. Küresel politikaların yön verdiği bir çözülüşün ve dağılışın sonuçlarıyla karşı karşıya kalacak bütün ülkeler artık. Zor durumda bırakılmak istenen iktidarlar; bütün bir dünyanın desteğini alacak eylemlerle terbiye edilmek isteniyor. Aksi takdirde insanlık suçu işleyen Suriye Devlet Başkanı; iktidarını sürdürürken; Mursi’nin alaşağı edilmesi nasıl açıklanabilir? İktidarlara silahlı direniş gösteren kitleler Suriye’de destekten yoksun bırakılırken; meydanları dolduran kitlelere verilen küresel destek başka nasıl izah edilebilir?

Bunun için yeni bir siyaset dili inşa etmekle ve birlikte ve bir arada yaşamanın erdemine inanmakla, geleceğimizi kurmak için seçime dayanan bir demokrasinin sürdürülebilir bir yöntem olduğunu kabullenmekle çıkış yolu bulunacaktır.

Bu yönteme hayatiyet vermek öncelikle iktidarlara ve ülkesine dair sorumluluk duyanlara -muhalefet ettiğini sanırken ülkesine ihanet etme konumuna gelenler- düşmektedir .

[email protected]