Demokrat Parti'nin iki temel felsefesi ve 14 Mayıs ruhu

Doç. Dr. Hüseyin Şeyhanlıoğlu / Gaziantep Üniversitesi
22.05.2020

DP'nin iktidara gelmesinden 15 gün sonra toplumun üzerinde büyük uzlaşıyla beklediği “Arapça ezan ve kamet okuma yasağının kaldırılması” basına geniş ölçüde yansımıştır. İnönü'nün damadı ve DP'ye muhalif gazetecilerin başında gelen Toker'e göre “Menderes, bunu ulusa mâl olmamış devrimlerden” saymıştı.


Demokrat Parti'nin iki temel felsefesi ve 14 Mayıs ruhu

Demokrat Parti (DP) kuruluşundan günümüze kadar Türkiye’nin siyasal hayatında, siyasi düşünce itibariyle mihenk taşı olarak kabul edilmektedir. Başta siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda olmak üzere hem muhalefette hem de on yıllık kesintisiz iktidarından, günümüze kadar derin etkilerde bulunmuştur. 1789’dan itibaren başlayan ve zamanla, kendi ülkesinde psikolojik üstünlüğünü kaybeden Anadolu kültürünün, hem kültürüne yabancılaşmış yerli Batıcılara hem de mağrur Avrupa kültürünün yanında, II. Abdülhamit’ten sonra ilk kez kendi kadim kültürel kodlarıyla uyumlu ve “Siyasette biz de varız” diyen bir iktidar olduğu görülmektedir. DP’nin muhalefette iken, dönemin iktidarını kültür politikalarıyla değişime zorladığı ve iktidara geldiği zaman ise ilk önce ekonomi ve kültürel değerlere yöneldiği görülmektedir. İlk icraaler olarak ezanın Arapça okunması, Osmanlı hanedanına mensup kadınların sürgünden geri getirilmesi, Birecik köprüsünün açılması, İstanbul’un fethinin 500. Yılı ve yeniden imarı, Yıldız seramik fabrikasının kurulması, Türk halk müziğinin ve Kur’an-ı Kerim’in radyolarda okunması akla gelen ilklerdendir.

“Bugün Demokrat Parti resmen kuruldu. Şimdi Türk siyasî hayatında yepyeni bir sahife açılıyor. Bu tarih, gelecek kuşaklar için asla unutulmayacak bir kilometre taşı olacak. Artık tek parti-tek şef sisteminin egemenliği, yalnız devlet hayatımızın dar kalıpları arasından çıkmakla kalmayacak; aynı zamanda, milletimiz yıllarca özlemini çektiği demokrasinin en ufuklarından özgürce nasibini alacak. Ülkemizin kalkınmaya, ekonomik açıdan gelişmeye ihtiyacı var. Demokrasi ve kalkınma hamleleri Demokrat Parti’nin iki temel felsefesi olacak. Kurucusu olduğum bu partinin, politik hayatımızda sonsuza kadar devam edeceğini ümit etmek istiyorum. Bizden sonra bu partinin başına geçecek yöneticilerin, 1946 ruhunu daima hafızalarda canlı ve uyanık tutmaları en samimi dileğimdir.” (Adnan Menderes, 7 Ocak 1946)

Din üzerindeki baskılar

Aralık 1945 yılına geldiğimizde artık DP kurulabilirdi. CHP’nin içinde Bayar, Menderes, Köprülü ve Koraltan üzerinde dört temel direği bulunan, TpCF ve SCF’nin CHP’den nefret eden ve “Artık Yeter Söz Milletindir” diyen muhafazakâr bir halk tabanı, kalbi tek parti döneminin ebedi ve değişmez genel başkan ruhunda olsa da aklı bu menhus ruha karşı (Hitler ve Mussolini) zafer kazanmış demokratik Batılı ülkelerin hâkimiyetindeki bir “Yeni Dünya Düzeni” vardı artık. Dolayısıyla iç ve dış şartlar DP’nin önüne kırmızı halılar seriyordu.

Hâkim teminatı olmaksızın, jandarma eşliğinde, açık oy ve gizli sayımla yapılan 1946 seçimleri sayılmazsa, 14 Mayıs 1950’deki DP’nin seçim kampanyası, esas olarak iki temel üzerine inşa edilmişti. Bunlardan birisi CHP’nin din üzerindeki baskısıyla ilgiliydi. DP, din özgürlüğünü güvence altına alacağına söz verdi. İkincisi ise ekonomi üstündeki ezici devlet denetimine ilişkindi. DP, ekonomiye devlet müdahalesini azaltacağını, devlete ait işletmeleri özel kesime aktaracağını, köylünün emeğinin tam karşılığını ödeyeceğini; tutucu ve bürokratik devlet anlayışının tasfiye edileceğini, özel sektörün destekleneceğini, Batı demokrasilerinin örnek alınacağını, siyasî rejimin demokratik bir zihniyetle yeniden düzenleneceğini, milletin esas alınacağı ve sadece millete mal olmuş devrimlerin korunarak son sözün millete ait olacağını vurgulamıştır.

DP, CHP’yi öylesine sıkıştırıyordu ki, CHP seçim süresince tekrar seçilmesi halinde varlık sebebi olarak gördüğü “Kemalizm’in altı ilkesi”ni bile Anayasadan çıkarmayı vaat etmişti. DP ise halka, “Kurnaz Tilki” İsmet Paşa’nın ülkenin başında kalması halinde hiçbir şeyin değişmeyeceğini, CHP ve devletin birbirinden farklı (şeyler) olduğunu söylüyordu. Oldukça uzun süredir beklenen ancak kısa süren seçim çalışmalarından sonra Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi birbirinden çok farklı kesimler için tarihî bir dönüm noktası ve gerçekten bir “kansız ihtilâl’di”. “Nedeni ne olursa olsun, bu politik bir ihtilâl’dir… Bu, çeyrek yüzyıl milletin kaderine egemen olmuş bir partinin, seçim yoluyla iktidardan indirilmesi sürecidir.

Şevket Süreyya Aydemir: “1950 Türkiye’sinde hem de normal seçimler yolu ile sular dalgalandı. Suların dibinden suların yüzüne yeni insanlar yeni davalar çıktı. Evet, yeni insanlar ve yeni davalar. 1923’ten beri süre gelen nizam-ı âlem başka bir nizam-ı âleme döndü. Bu bir ihtilâl mi idi? Bu inkılâp mı idi? (…) Bu seçim zaferine derhal geniş manalar verdiler: Beyaz İhtilâl… Bütün inkılâpların en önemlisi 14 Mayıs İnkılâbı’dır! Eh! Gidenler de ihtilâller, inkılâplar yolu ile gelmemişler miydi? (…) 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Türkiye’de olan acaba bir Beyaz İhtilâl miydi? Sanıyorum ki evet…”

Elazığ milletvekili Şevki Yazman: “Biz ezanı, ilahiyi Türkçe okumaya neden mecbur olalım? Eğer topluluk ezanın Türkçe okunmasını istiyorsa Türkçe, Arapça okunmasını istiyorsa Arapça okuyalım. Milyonlarca laik Avrupalı duasını Latin dilinde dinler veya okur… Onlarda laiklik elden gitmiyor… Kıyafet kararnamesinde de garip vaziyetler vardır. Sarığı ve fesi hiç hatırınıza getirmeyiniz amma, 20–25 seneden beri herkesin kafasında taşıdığı kasket berbat bir hale gelmiştir.”

Bir günlük iktidara karşı…

Başbakan Adnan Menderes ise yaptığı ilk konuşmada şöyle der: “Tarihimizde ilk defadır ki; yüksek heyetiniz millî iradenin tam ve serbest tecellisi neticesinde millet mukadderatına hâkim mevkie gelmiş bulunmaktadır.” İnönü’nün bir günlük iktidardaki DP’ye ilk tepkisi ise “Diktatörlüğe gidiyorlar, ölünceye kadar çarpışacağım, aydın gençliği bu olayı kınamaya çağırıyorum” ve “DP’yi şiddet yolunda olmakla suçlamıştır”. Daha bir günlük iktidara karşı, CHP’nin bu bakış açısı ve siyasî taktiğinin 10 yıl boyunca hiç değişmediği görülecektir.

Menderes ve diğer DP yöneticilerinin seçim kampanyaları sırasında kendilerine halk tarafından gelen en büyük talebin, ezanın yeniden Arapça okunması olduğunu ve bu nedenle “bu yasağın anlamsız ve laikliğe da aykırı olduğunu“ belirterek, bu talebin görüşülmesi için konuyu 13 Haziran’da DP Grubuna göndermiştir. DP Grubu aynı gün, Ceza Kanununun 526. maddesinden “Arapça ezan okunması ve kamet kelimesi hakkında takyidin de kaldırılması suretiyle istenildiği gibi okunması için, gerek hükümet tarafından getirilecek tasarının, gerekse arkadaşlar tarafından getirilecek tekliflerin kabul edilmesini oybirliğiyle ve alkışlarla” kabul etmiştir.

‘Ulusa mâl olmamış devrim’

DP’nin iktidara gelmesinden 15 gün sonra toplumun üzerinde büyük uzlaşıyla beklediği “Arapça ezan ve kamet okuma yasağının kaldırılması” basına geniş ölçüde yansımıştır. İnönü’nün damadı ve DP’ye muhalif gazetecilerin başında gelen Toker’e göre “Menderes, bunu ulusa mâl olmamış devrimlerden” saymıştı.

Bu kanunun çıkması DP tarihi boyunca en çok konuşulan ve halk arasında yaygın kabul gören uygulamalarından biri olarak görülmüştür. Aydın Menderes’e göre, “Müslüman ülkeler arasında aslına uygun ezan okumayan tek ülke olan Müslüman Türkiye, bu ayıptan da kurtulmuş oluyordu”.

DP halkın düşünce ve taleplerine uygun olarak büyük destek gören Ankara ve İstanbul radyolarında, her Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri “tanınmış hafızlar tarafından Kur’an” okunması uygulamasını da başlattıktan sonra İlkokulların 3. 4. ve 5. sınıflarına din dersi konulması, dinî eğitim veren okulların açılmasına karar verilir.

DP’ye göre Köy Enstitüleri, birer misyoner okulu gibi çalışmakta ve halkı dinden, ahlâktan, bilimden uzaklaştırmaktadır. 1955 yılı, Adnan Menderes ve hükümetinin geçireceği en zor yıl olarak tarihe geçmiştir. Menderes 13 Ekim’de Trabzon’da yaptığı seçim mitinginde şöyle der: “İsmet Paşa buhran diyor. Buhran, Paşa’nın kafasındadır. İsmet Paşa hastadır. Malta humması, Asya gribi gibi bir hastalığa tutulmuştur. Onun hastalığının adı dar-ül iktidardır.” …(Bir gün sonra Giresun) “İsmet paşa hayatının hiçbir devrinde bir gün dahi, vatandaşın serbest reyi ile işbaşına gelmiş değildir. İlk serbest seçim yapıldığı gün de iş başından uzaklaştırılmıştır. (…) İmam hatip mekteplerini biz açtık, derler. Bu okulların sayılarının bugün 18’e vardığından haberleri yok galiba… Türk milleti Müslüman’dır, hatta başka memleketlerdeki Müslümanlardan çok daha hulus ile çok daha sâfiyane ve hurafeden azade olarak dinine bağlıdır. Bu memlekette cami inşa etmenin bile kusur telakki edildiği zamanlar oldu. Bir hoca görüldüğü zaman hürmet etmek, itibar etmek gerekirken, onunla alay etmek, o devrin âdeti haline gelmişti. Bir kanuna dahi dayanamadan ezanın Türkçe okunması mecburi hale getirilmişti.”

Başbakan Adnan Menderes, “halkın benimsediği devrimleri biz de benimsiyoruz ama halkın benimsemediklerini de kaldıracaklarını” belirttiği konuşmasında DP’nin devrimlere bakışını şöyle ifade etmişti: Millete mâl olmamış, millet vicdanına (bir) değirmen taşı ağırlığıyla çökmüş olan bazı tedbirleri ortadan kaldıracağız. Millet vicdanına baskı yapmakta olan birtakım tedbirleri, 15 - 20 sene sonra üzerinde bekçi gibi duracağız, onları mutlaka muhafaza edeceğiz demek doğru mudur? Seçim beyannamemizde yazıldığı üzere (sadece) millete mâl olmuş inkılâplarımızı mahfuz tutacağız.

Halk, İstiklâl Marşı’nın yazıldığı Taceddin Dergâh’ına gidip, “Allah, bu milleti Allah’sız CHP’den kurtarsın” diye dua ediyordu. Aydın Menderes’e göre, “Müslüman ülkeler arasında aslına uygun ezan okumayan tek ülke olan Müslüman Türkiye, böylece bu ayıptan da kurtulmuş oluyordu”. Bu uygulama hiç şüphesiz DP adının din’le birlikte bir parti olarak günümüze kadar anılmasını sağlayacaktır.

7 Temmuz’da, Ankara ve İstanbul radyolarında her Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri tanınmış hafızlar tarafından Kur’an okunmasına başlanmıştır. Aynı zamanda İlkokulların 3. 4. ve 5. sınıflarına din dersi konulması, dinî eğitim veren okulların açılmasına karar verilmiştir. Aynı şekilde, 14 Temmuz 1950’de Fatih Sultan Mehmet’in türbesi ziyarete açılmıştır, Ağustos 1950’de, Deniz Müzesi olarak kullanılmakta olan Dolmabahçe Camii’nin halka açılmasına karar verilmiş ve 1 Eylül’de de Eyüp Sultan türbesi ziyarete açılmıştır.

Menderes’in son sözleri

14 Mayıs Ruhu, Anadolu halkının 1908 yılından itibaren yerinden sökülen kalbinin yerine konulmasıdır. Burada ilk şehid olan Adnan Menderes’in son sözleri hepimizin evinin kapısında asılı durmalıdır.

Şehadeti de iktidarı kadar şanlı olan DP liderinin son sözleri şöyle olur:

“Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950’de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen merhametim sizlerle beraberdir.”

[email protected]