‘Demokratik özerklik’in tazammunu olarak ‘Demokratik İslam’

Doç. Dr. Ahmet Yıldız/Siyaset Bilimci
18.05.2014

Kürt halkının dindarlık düzeyi, Kürt coğrafyasında BDP dışındaki en önemli siyasi aktörün (AK Parti) yine İslami bir duyarlılık içermesi, gelinen noktada, İslam’ın demokratik özerklik sürecinin destekleyici unsurlarından biri olarak “i’raba” dahil edilmesini zorunlu kılmıştır.


‘Demokratik özerklik’in tazammunu olarak ‘Demokratik İslam’

İhtiyat kuvvet: milliyet” anlayışına müstenid Marksist bir hareket olarak gelişen PKK, Kürt Solunu kendi bünyesinde eritip ideolojik hegemonyasını tahkim ettikten sonra, “reel sosyalizm”in çöküşü üzerine Marksizm’le olan bağlarını zayıflattı, sonra da milliyetçi bir mücadele diline ağırlık verdi. Hareketin lideri Öcalan’ın 1999’da tutuklanmasından sonra ise, sosyalist ütopyanın eko-anarşist versiyonuna dayalı bir ideolojik söylemi, en azından lider kadrosu düzeyinde, benimsedi. Öcalan’ın eko-anarşizmin ideologu Murray Bookchin’e duyduğu hayranlık, yazdığı kitabı onun değerlendirmesine sunmasına kadar uzandı. Öcalan’ın Kürt siyasi hareketini PKK üzerinden kontrol etmesi, PKK lider kadrosunun sosyalist iltizamı ve nihayet bu söylemdeki “yeni” unsurlar, bu ideolojik yönelimin PKK-BDP çizgisinin siyasi diline ve örgütlenme biçimi ile eylem yapılanmasına hakim olmasını sağladı.

“Demokratik Cumhuriyet, demokratik özerklik ve demokratik konfederalizm” üçlemesine dayalı Öcalancı eko-anarşist politik program, en küçük toplumsal birimden (mahalle) hareketle bütün Kürt toplumunun örgütlenerek dayanışmacı bir ruh içinde, katılım ve temsil bileşimi bir karar verme mekanizması üzerinden devleti ikame edecek bir sosyo-politik örgütlenmeye girmesine yol açtı. Demokratik özerkliğin “ilan” değil, “inşa” ile ilgili olması bu yüzdendir. KCK yapılanması, PKK çizgisindeki Kürt siyasi hareketinin, her düzeyde meclisler yoluyla toplumsallaşan örgütlenmesinin çatı organizasyonudur. PKK’nin demokratik özerkliği, devleti talep eden değil ikame eden bir niteliğe sahiptir ve bu yüzden de ulus devletçi ideoloji ile zati bir çatışma içindedir.

KCK’nın “ulus devletten vazgeçtiklerine” ilişkin açıklamaları, esasen PKK’nin eko-anarşist ideolojik çizgisinin bir sonucudur. Öcalan’ın geçtiğimiz hafta sonu Diyarbakır’da gerçekleştirilen Demokratik İslam Kongresi’ne gönderdiği “mesaj”da, Arap ve İran aksı için, “kapitalist emperyalizmin ana zor kavram ve uygulaması olan ulus devletçi sistemi en zorba tarzda kendi halklarına zalimce dayatmakta asla tereddüt etmemişlerdir. Halbuki İslami ümmet anlayışı öz itibariyle ulus devletçilikle asla bağdaşmaz” derken ulus devleti kapitalizmin emperyal vizyonuna hizmet eden ideolojik bir “aygıt” olarak değerlendirmektedir.

Ulus devleti reddeden ama Kürt siyasetini de bütünüyle kendi çizgisinde üretmek ve kontrol etmek isteyen bir pozisyon, kitleselleşme sürecinde İslam’la kaçınılmaz olarak yüzleşmek zorundadır. Kürt halkının dindarlık düzeyi, Kürt coğrafyasında BDP dışındaki en önemli siyasi aktörün (AK Parti) yine İslami bir duyarlılık içermesi, gelinen noktada, İslam’ın demokratik özerklik sürecinin destekleyici unsurlarından biri olarak “i’raba” dahil edilmesini zorunlu kılmıştır. Kürt toplumunun geleneksel İslami iltizam düzeyinin yüksekliği, Cumhuriyet tecrübesinin nerede ise bütün Kürtleri ant-devletçi yönelimle teçhiz ettiği de göz önüne alındığında, demokratik özerkliğin inşasında, İslam’ın karşı koyan değil katkı yapan bir konuma taşınması siyasi pragmatizmin dayattığı bir durumdur.

İslam ortak paydası

Öcalan’ın Kongre mesajında, İslam’ın birbiriyle çatışma içinde olan Selefi/Vehhabi ve Şii yorumlarının kriminalize edilerek, bir taraftan Suriye’de PYD’nin pozisyonu İslam parametresi açısından tahkim edilmekte, diğer taraftan da bu akımların Türkiye Kürt coğrafyasındaki reel ve muhtemel izdüşümleri siyasi denklemin meşruiyet alanı dışına itilmektedir. Bu yaklaşımın arka planındaki unsurlardan biri, Kürt siyasetinin çatışmasızlık ortamında büyük bir hareketlilik yaşaması ve bu hareketlilik içinde Kürt İslamcılarının milliyetçi söylemle eklemlenerek geliştirdiği bağımsızlıkçı/ayrılıkçı pozisyonun, PKK’nin ideolojik dominasyonunu tehdit eden bir konuma ulaşmış olması da bulunmaktadır.

Kürt milliyetçiliği Kürt kültürünün klasik değer, tema ve figürlerini yeniden üretip toplumsallaştırmakta, Kürtçenin yaygınlaşmasında daha etkili bir eylemlilik sergilemektedir. Kürtlerin İslam’a yaptıkları katkılar üzerinden, İslamcı Türkçülüğün Türklere biçtiği  “İslam’ın öncü toplumuolma” misyonu, Kürtler üzerinden yeniden üretilmekte, Kürt milli uyanışı olarak adlandırabileceğimiz klasik milliyetçi pozisyonun çelik çekirdeği sürekli olarak beslenmektedir. Milliyetçilik üzerinden siyasallaşan Kürt İslamcılığı karşısında, PKK’nin İslam’ın kötü temsilleri üzerinden geliştirdiği haklılaştırma ve Kürt siyasi muhalefetinin milliyetçilik üzerinden kurduğu mevzilerini savunmasız bırakma ihtiyacı, onu, çatışmasızlık, barış ve barış içinde bir arada yaşama temaları üzerinden, kendi İslam anlayışını ortaya koymaya itmiştir. Bu durum,  hem ideolojik hem de pragmatik gerekler üzerinden geliştirilmiş “isabetli” bir tercihtir.

Aynı mesajında Öcalan’ın milliyetçiliği bir “mikrop” olarak nitelendirmesi ve “otoriter laikçi milliyetçilik”ten dem vurması da özel bir dikkati hak etmektedir. Milliyetçiliğin Kürt toplumunun etnik Kürt aidiyeti üzerinden özneleşmesini sağlaması, Kürtlerin milli şuur üzerinden kolektif bir varlık edinmesine katkıda bulunmaktadır. Bu bakımdan milliyetçilik, kültürelden siyasala geçişin etniklik üzerinden gerçekleşmesini sağlayan bir köprüdür.  Milliyetçi siyasallaşma, milli kültürün korunması ve sürdürülmesini hedefler. Bu siyasallaşmanın “her ulusa bir devlet” şiarı üzerinden haklılaştırılması, hem çatışmacıdır; hem de eko-anarşist ütopyanın etnikliği aşan tasavvuruna ket vurmadır. Kürt meselesinin Türkiye’nin demokratik standartlarının yükseltilmesiyle çözülmesi yaklaşımı bunu ifade etmektedir. Türkiyelileşme yaklaşımı, Kürt milliyetçi-İslamcı siyasi çevreleri tarafından “entegrasyonculuk” olarak mahkum edilmekte ve Kürtler için ulus-devlet fikri tebcil edilerek, yerindelik tartışmasını bile dışarıda bırakan katı ideolojik bir pozisyon üretilmekte, ironik olarak, Kürtlerin “özne” olma pozisyonu vesayetçi bir yaklaşımla tahrip edilmektedir. 

Kürt milliyetçiliğinin İslam’la eklemlenerek ortaya koyduğu ayrılıkçı pozisyonun cazibesi, PKK’yi İslam’ı demokrasiyle eklemleyerek, demokratik özerklik sürecinin bir parçası haline getirmeye ve Kürt milliyetçiliğinin kendisine tahsis ettiği güçlü meşruiyet alanını zayıflatmaya sevk etmektedir.  Milli özneleşmenin ulus devleti zorunlu kılmadığı, bunun aslında pratik olarak gerçekleşmesinin silahlı çatışma yaklaşımını zorunlu kıldığı, getirisinin götüreceklerine kıyasla cazip olmadığı, kültürel özne durumunun demokratik özerklik süreci üzerinden inşa edilmesinin mümkün olduğu kabulleri, Öcalan’ı Demokratik İslam Kongresi fikrine götüren ideolojik-politik saikler olarak değerlendirilebilir.

Kendisi de Marksizmin kaba pozitivizmiyle malul bir gelenekten gelmesine rağmen, “otoriter laikçi milliyetçiliğin” Öcalan tarafından mahkum edilmesi, Kemalizm’e bir eleştiri olduğu kadar, Kürt siyasi hareketinin bundan sonra İslam’a ilişkin olarak yargılayıcı, aşağılayıcı, yok sayıcı bir dil yerine, “Kürt halkının hakim inanç biçimi” olarak, Kürt kimliğindeki asliliğine dönük bir meşruiyet atfıdır. PKK’nin lider kadrosunun, siyasal elitinin ve elbette Abdullah Öcalan’ın İslami itikat açısından “mümin olmama” durumu, geliştirdikleri bu yeni pozisyonda onların samimiyetsizliğine işaret etmez. Demokratik toplumlarda, siyasi karar vericiler, dini ihtiyaçların karşılanmasını kamusal bir hizmet alanı olarak değerlendirir ve buna dönük politikalara da destek verir. Bunu yaparken, kendilerinin o dinin ya da dinlerin mümini olmaları gerekmez; çünkü kamusal hizmet sunumunun temeli vatandaşlıktır. Bunun dini aidiyet üzerinden tanımlanması demokratik anlayışla bağdaşmaz. Türkiye’de merkez sağ siyasi hareketin dinle ve dini cemaatlerle kurduğu ilişki bunun bir örneğidir.

Çoğulcu toplum inşası

Benzer şekilde, PKK’nin demokratik İslam “açılımı”nda samimi olmadığını iddia etmek, bunu da bu hareketin pozitivist geçmişine atıfla temellendirmek demokratik bir itiraz değildir. İslam’ın araçsallaştırılması tartışması, açık bir toplumda anlamlı bir tartışma değildir; çünkü bu da siyasi bir tezdir ve dile getirilmesi engellenmediği sürece demokratik bir kamusallığın varlığına işaret eder. PKK’nin Kürtlerin Müslümanlığı ile demokratik İslam söylemi üzerinden yüzleşmesi, kaçınılmaz olarak Kürtler ve İslam ilişkisinin daha sahici bir zeminde ele alınmasını ve dahası demokratik bir unsur olarak daha belirleyici bir hale gelmesini netice verecektir.

Çoğulcu bir toplumun inşasında Medine Sözleşmesinin referans alınması ve nihai olarak PKK’nin yeni “Türkiyeci” pozisyonunun bunun üzerinden haklılaştırılması, milliyetçi Kürt İslamcılığı açısından ideolojik bir meydan okumadır. Kürt ulus devletini takdis eden bu çizgi karşısında, Kürt kimliğinin en önemli kültürel bileşenine atıfla oluşturulan bir siyasi pozisyon, PKK’nin “ideolojik hegemonya” sını sürdürmesinde işlevsel olmaya aday görünmektedir. Dahası bu çizgi, geniş toplumla farklılığını koruyarak ve bu farklılıkları kamusallaştırarak bir arada yaşamanın imkanını güçlendiren bir durumdur.

Demokratik Toplum Kongresi’nin Öcalan’ın Kürt siyasi hareketi içindeki lider tapınmasına dayalı “karizmatik” pozisyonu üzerinden gerçekleştirilmesi, Kongre katılımcılarının büyük ölçüde bu çizgiyle uyumlu dini, akademik ve siyasi figürlerden seçilmesi-elbette bu çizgiyi paylaşmadığı halde Kongreye katılan katılımcılar da var-, adındaki demokratlık iddiasına rağmen, PKK çizgisindeki Kürt siyasi hareketinin kendi içinde liderden bağımsızlaşmış bir hür müzakere ortamına sahip olmadığını ortaya koymaktadır. Bu sebeple, Kongrede ortaya konan görüşlerin, tartışmaların ve ulaşılan sonuçların, önceden belirlenmiş önermelerin doğruluğunun teyid ve tahkimine dönük olduğu söylenebilir. Dolayısıyla, Kongrenin dini değer açısından arzi bir nitelik arzettiği, dolayısıyla tamamen sosyolojik bir zeminde değerlendirilebileceği açıktır. DTK/BDP’nin ilk defa bu yıl Kutlu Doğum programları gerçekleştirmesi ve bunu izleyen Demokratik İslam Kongresi, elbette PKK’nin ideolojik hükümranlık alanını genişletmeye dönük adımlardır.  PKK’nin kitleselleşme sürecinde Kürt halkının değerleri ve tarihi kişilikleri üzerinden yeni bir dil geliştirmesi son derece “rasyonel” bir tercihtir.

Kongrenin PKK’li bir mele olan mela Abdullah-ı Timoki’ye ithaf edilmesi, sonuç bildirgesinde Şeyh Said ve Said-i Kürdi’ye atıfta bulunulması mutlaka reel karşılıklarını doğuracaktır. Said Nursi’nin Kürdileştirilmesi meselesini bir tarafa bırakarak, yazıyı onun bir tespitiyle noktalayalım. Said Nursi’ye (dileyen Kürdi desin!) göre, peygamberlerin çoğunun “Şarkta”, filozofların çoğunun da Batı toplumlarında ortaya çıkması, Şark toplumlarında dinin belirleyiciliğine kaderi bir işarettir. Şark toplumlarında dini yok sayan ya da dine karşıt olarak pozisyon alan siyasi hareketlerin ila nihaye hükümran olması mümkün değildir. Kemalizm’in Kürt coğrafyasındaki hal-i pürmelali bunun açık bir örneğidir. PKK’nin hangi amaçla olursa olsun, bu gerçekle yüzleşmesi, Kürt siyasetinin “normalleşmesi” yolunda atılmış olumlu bir adımdır.

[email protected]