Demokratikleşme paketi ve derin sessizlik

Adnan Boynukara - Yazar
31.08.2013

Demokratikleşme paketinin kamuoyuna yansıyan başlıkları dikkate alındığında, ortaya çıkan en önemli değişim, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana belirleyici olan, toplumsal kesimleri devletin bakış açısıyla kategorize etme, tanımlama anlayışının terk edilmesidir.


Demokratikleşme paketi ve  derin sessizlik

Başbakan Erdoğan’a yöneltilen eleştiriler üzerinden, Türkiye’nin kuşatılmak istendiği ve sınırları belirli bir alana çekilip sıkıştırılmaya çalışıldığını görüyoruz. Kuşatma girişiminin, gerçeği yansıtmaktan ve sürece olumlu katkı sunacak eleştirilerden öte, hükümetin reformcu kimliğinden uzaklaştığı ve daha da ötesi otoriterleştiği algısı üretilerek bu algı üzerinden yapıldığını da izliyoruz. Söylemlerini demokrasi, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi kavramlar üzerine oturtanların izlediği tutum dikkate alındığında amacın, var olan demokrasi açığının kapatılması ve yaşanılan sorunların çözümü olmadığını söylemek mümkün. Bu açıdan önemli olan; yapılanın ve kurulmak istenen oyunun farkında olmak ve buna takılmadan adım atmaktır. İşte bu tutumun en somut göstergelerinden birisi de, demokratikleşme paketine ilişkin hazırlıklardır. Hükümetin kendine dayatılmak istenen gündemi aşma iradesini yansıtması açısından, paketin önemi bir kat daha artıyor.

Derin sessizlik

Yazım çalışmaları devam eden anayasa ve hazırlıkları süren demokratikleşme paketi birlikte analiz edildiğinde, ortaya çıkan durumun oldukça ilginç olduğu görülür. TBMM bünyesinde oluşturulan Uzlaşma Komisyonu anayasa yazımına ilişkin çalışmaları sürdürüyor, günlerdir anayasanın ‘değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeler’ komisyonda konuşuluyor ve siyasi partiler konuya ilişkin pozisyonlarını ortaya koyuyor. Diğer yanda ise demokratikleşme paketine ilişkin çalışmalar devam ediyor ve paketin içeriğini ortaya koyan kimi bilgiler doğrudan kamuoyu gündemine taşınıyor. Ama tüm bunlara karşın derin bir sessizlik var.

Bazı köşe yazarları, ‘aydınlar’, akademisyenler, sivil toplum temsilcileri ve kendilerini demokrat-liberal olarak tanımlayan kesimler, bu konulara karşı, sessiz ve ilgisiz. Yazma, konuşma, tartışma ve siyasi partileri zorlama konusunda adı konulmamış bir ilgisizlik var. Özellikle siyasal pozisyonlarını ve söylemlerini Başbakan Erdoğan karşıtlığı şeklinde konumlandırmış olanların durduğu yer, tartışmalara katkı sağlamak yerine, gündemi Erdoğan karşıtlığı üzerinden biçimlendirmek ve değişime katkı sağlayabilecek muhtemel tartışmaları boğmak olduğu görülüyor.

Bahsettiğimiz bu derin sessizliğe bürünenlerin kimi söylemleri analiz edildiğinde, bu durumun bir adım ötesinin, “zaten bu kafadan bir şey çıkmaz ve işte ortaya çıkan durum da bunu gösteriyor” yaklaşımı ve “biz demedik mi” çıkarımı olduğu söylenebilir. Bu anlamıyla da derin sessizlik, kurulmak istenen denklemin bir parçası! “Gezi süreci ardından statlarda dahi yapılan baskılar var, bu bir yerde yeniden patlama yaratabilir, ikinci kez tekrarlanırsa ne yapacaksınız, artık elinizde bir deneyim de var, ayrıca, Gezi süresince böyle davranan bir hükümet sizi anlar diye düşünüyor musunuz” sorusu, derin sessizliğe ilişkin çok şey açıklıyor. Anayasa yazım çalışmalarının ivme kazandığı ve demokratikleşme paketinin konuşulduğu bir dönmede, tüm mesaiyi Başbakan Erdoğan’a yönelik kampanya çalışmalarına ve ‘bireysel mağduriyet algısı’ oluşturmaya malzeme etmek oldukça manidar. 

Bakın bu süreçte; “değiştirilmesi teklif edilemez maddeler” ve bunun üzerinden de Kürt meselesinin çözümüne karşı çıkan siyasilere ilişkin tek bir değerlendirmenin yapılmaması, derin sessizliğin boyutunu ortaya koyan anlamlı bir örnek! Derin sessizliğin hedeflediği tüm olumsuzlukları ve sürece katkı sunacak tartışmalar yerine ‘pusuya yatanların’ planladığı sonucu bozmak oldukça önemli. Bunun tek yolu ise demokratikleşme çalışmasına ivme kazandırmak ve kararlı bir biçimde hak taleplerini karşılamaktır.

Paradigma mı değişiyor?

Demokratikleşme paketinin kamuoyuna yansıyan kimi başlıkları ve başlıkların kamusal karşılıkları dikkate alındığında, ortaya çıkan en önemli değişimin, paradigma değişikliği olduğu söylenebilir. Yani; cumhuriyetin kuruluşundan bu yana belirleyici olan, toplumsal kesimleri devletin bakış açısıyla kategorize etme, tanımlama ve belirlenmiş çerçeveye oturtma anlayışının net bir biçimde terk edilmesi söz konusu. Bu değişikliğin hangi oranda ortaya çıkacağını ise paket açıklanınca göreceğiz. Ancak paketin içeriğini oluşturduğu ifade edilen başlıkları, bu değişimin işareti olarak yorumlamak yanlış olmaz.

Türkiye; devlete hâkim olanların dayattığı bu paradigmanın cumhuriyet tarihi boyunca neden olduğu derin toplumsal sorunları gayet iyi biliyor. Bu nedenle de, bahsettiğimiz türden bir değişimin olması önemli. Olması gereken, devletin ve devleti yöneten kadroların, toplumsal kesimleri ve bireyleri tanımlayarak biçim vermek değil, kendilerini nasıl tanımıyorlarsa onu kabul etmek ve bu kabul üzerinden insan olmaktan doğan hak taleplerini karşılamaktır. Zaten bahsettiğimiz sorunlu devlet-vatandaş ilişkisini en iyi bilecek ve anlayacak olan kesimlerden birisi de, şu an iktidarda olan kadrolardır.

Farklılıkları nedeniyle yok sayılmaları, devletin gadrine uğramış olmaları, inanç ve yaşam biçimlerinin devlet tarafından belirlendiği süreçlerde ortaya çıkan hak ihlalleri toplum tarafından çok iyi tecrübe edilmiş durumda. Dayatılana itiraz edenlere yargı üzerinden ‘had bildirildiği’ süreçlerin izleri de henüz tam olarak silinmedi. Dolayısıyla, bu tür sorunlar ve sıkıntılar yaşamış olan siyasi kadroların, benzer sorunları diğer toplumsal kesimlerin de yaşamasına göz yummalarını beklemek doğru değil.

Paket neden önemli?

Bu süreçte, paketin içeriğine ilişkin soruların, AK Partinin 4. Genel Kurulu’nda açıklamış olduğu 63 maddelik yol haritasına atıfta bulunularak açıklandığını biliyoruz. Aslında 63 maddelik yol haritası ile Türk siyaset tarihinde bir ilke imza atmış ve parti kendini sorumluluk altına almıştır. Demokratikleşme paketini anlamlı hale getiren temel nedenleri; Hükümetin otoriterleştiğini ima etmeye yönelik algıyı onarmak, AK Partinin reformcu kimliğini kaybettiğine ilişkin tartışmaları gündemden düşürmek, Batı kamuoyunda Türkiye konusunda alınmak istenen kararları boşa çıkarmak, Cumhuriyet tarihi boyunca ‘devletin sorunlu vatandaşları’ olarak kodlanmış kesimlerinin (Kürtler, Aleviler, Azınlıklar ve muhafazakarlar) var olan sorunlarını çözmek şeklinde açıklamak mümkün. Ancak tüm bunların ötesinde; bahsettiğimiz kesimlerin demokratikleşmeye ilişkin taleplerinin, pazarlık konusu edilmeden karşılamış olması başlı başına değerli. Tabi ki, bu kesimlerin devletle yaşadığı sorunları kaşıyarak siyasete nizam vermek isteyenlerin çabalarının boşa çıkarılması ve siyasetin kendi doğal mecrasında akması açısından da ayrı bir anlamı var.

@AdnanBoynukara