Demokratikleşme / silahsızlanma dilemması

Mehmet Emin Ekmen / Avukat
21.02.2015

Demokratik iyileşmeler ile silahsızlandırmayı karşılıklı bir tahterevalli olarak görmek çelişkili bir duruma işaret eder. Sistem içi çözüm arayanların, tedrici düzenlemelerle nihai bir sistem inşası hedefine yürüyüşte; demokratik/meşru araçlar dışındaki hal ve arayışları net olarak reddetmesi gerekir. PKK ne yaparsa yapsın demokratikleşmeden yana, devlet ne yaparsa yapsın silahsızlanmadan yana olmak zorundayız.


Demokratikleşme / silahsızlanma dilemması
Çözüm Süreci, PKK’nın silahsızlandırılmasını hedefleyen sürecin adıdır. Kürt meselesinin halli PKK’nın silahsızlandırılmasından bağımsız ve çok daha büyük/önemli bir başlıktır. Ak Parti 2002 yılından bu yana Kürt meselesinin de hallini içeren büyük bir dönüşümü gerçekleştirmeye çalıştırmaktadır. Bu dönüşüm, büyük bir paradigma değişimi olduğundan, görüldüğü gibi kolay da olmamaktadır. Gerek sistemden gerekse de bireylerden kaynaklanan çok önemli engellemeler halen devam etmektedir. 
 
Meselenin çözümü ile PKK’nın silahsızlandırılması başlıkları ilk bakışta içiçe görünse de bunların ayırd edilmesi daha doğru olacaktır. 2002 yılında iktidara gelen Ak Parti, bir yandan ulus devletin vesayet mekanizmaları ile mücadele ederken diğer yandan temel hak ve özgürlüklerde sistem mağduru tüm kesimlere yönelik iyileştirmeler yaptı. Tek tipçi Ulus devlet anlayışı ve uygulamalarının mağduru olan Gayri Müslimler, Aleviler, Kürtler ve dindarlara yönelik kazanımlarda çok ciddi mesafeler katedildi.  
 
Mevcut Anayasal sınırlar içerisinde bu 4 başlıkta yapılanlar ve yapılamayan neler? Öncelikle şunu ifade edebiliriz; Kürt meselesinde klişe ifade ile “red, inkar, asimilasyon” politikalarına son verilmiş, sorunun iki temel ayağından biri olan Kürtçe’nin kamusal alanda görünür olması ve bunun yasal güvenceye kavuşmasına dair önemli adımlar atılmıştır. Yani bir anlamda Kürdü yok sayan  anlayış ortadan kaldırılmış, bu alanda önemli düzenlemeler hızla hayata geçirilmiştir. 
Sorunun bir ayağı bireysel hakların ihlali anlamında Kürtçe’nin yok sayılması ise diğeri merkez ile taşra arasındaki yetki paylaşımıdır. Egemenlik paylaşımı Osmanlı tarihi boyunca merkez ve taşra arasında doğal ve gevşek bir ilişki ile yürütülmüştür. Bu paylaşımın modernleşme dönemi ile başlayıp, 1921 Anayasasının lağvedilmesi ile tek taraflı olarak ve sert bir şekilde ortadan kaldırılması, sorunun diğer esaslı ayağını oluşturmuştur. Ak Parti bu alanda da bir restorasyon girişimi olarak; 2004 yılında kadük kalan yerel yönetimler reformundan sonra il genel meclislerinin yetki ve statülerinin arttırılması ve  çok önemli bir adım olan büyükşehirler yasasını hayata geçirmiştir. 
 
Yerel yönetimlerin daha da güçlendirilmesine dair adımların atılması ile silahlı bir örgütün varlığı arasındaki olumsuz korelasyonu da yapılamayanlar kısmında göz önünde tutmak gerekir. 
 
Muhataplık sorunu 
 
Bu çerçevede Sessiz Devrim olarak ifade edilen büyük dönüşümün ve inşanın muhatabı tüm millettir ve bu dönüşüm her koşuldan bağımsız olarak bugüne kadar başarılı bir şekilde getirilmiştir. Çözüm Süreci adını verdiğimiz spesifik dönem ise PKK’nın silahsızlandırılmasını hedeflemektedir. Bu yönü ile de muhatabı örgüt ve ilişkili yapılardır. Özellikle “silahsızlandırma” hedefine yönelik olarak farklı aktör arayışları veya muhataplık üretme girişimleri işin özüne aykırıdır. Basit bir ifade ile silahın bırakılması teklifi silahı elinde tutana yapılır. Bu durum Kürt sosyolojisi ve siyasetinin olanca rengini reddetmek anlamına gelmez. Bu süreci sadece PKK ve ilişkili yapılarla konuşma iradesinin farklı Kürtleri yok sayma anlamına gelmeyeceği açıktır. 
 
Bu anlamda iki farklı tutumun varlığı ifade edilebilir. Bunlardan ilki yukarıda izah edilen “silahsızlandırma” sürecinin farklı aktörlerle konuşulması gerektiğini savunan tezdir. Diğeri ise Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerinin hatta Yeni Anayasa’nın çözüm sürecinin bir parçası olduğu, bu konuların İmralı ve PKK ile konuşulması gerektiği iddiasıdır. Ak Parti’nin bu iki tezi de kabul etmediği ve bu iki konuyu farklı iki mesele olarak ele aldığı, demokratikleşmeyi topyekun 76 milyon vatandaşla, silahsızlandırmayı da PKK ve ilişkili yapılarla konuşmayı tercih ettiği açıktır.  
 
Demokratikleşme sorunları ve örgütün varlığının oldukça girift bir şekilde iç içe geçtiği yönünde temel bir ön kabul mevcuttur. Bu, önemli ölçüde doğru ise de temel hak ve özgürlüklerin tesisi, merkez taşra arasındaki yetki paylaşımının anayasal güvenceye kavuşturulması ile PKK’nın silâhsızlandırılması sürecinin çok kalın olmasa da net bir çizgi ile birbirinden ayrılması gerektiğini düşünmekteyim.  
 
Demokratik iyileşmeler ile silahsızlandırmayı karşılıklı bir tahterevalli olarak görmek kendi içinde bir yönü ile köktenci olup diğer yönü ile çelişkili bir duruma işaret eder. Sistem içi çözüm arayanların, tedrici düzenlemelerle nihai bir sistem inşası hedefine yürüyüşte; demokratik/meşru araçlar dışındaki hal ve arayışları net olarak reddetmesi gerekir. Bu ayrım net olarak ortaya konmaz ise karar alıcılar karşılıklı olarak birbirine, bu ülkenin geleceği de bu ikileme mahkum edilmiş olur. Oysa PKK ne yaparsa yapsın demokratikleşmeden yana, devlet ne yaparsa yapsın silahsızlanmadan yana olmak zorundayız. 
 
Sorunun esaslı çözümü sivil-demokratik-çoğulcu bir anayasa ile mümkün ise ve seçimlerde bunu yapabilecek bir tablo ortaya çıkmaz ise silahsızlanma hiçbir zaman konuşulamayacak mı?
 
Sivil ve demokratik siyasetin getirdiği imkanlar ve fırsatları test etmiş bir ülke olarak, demokratik mücadele zemininin hiçbir ön şart koşulmadan kabul edilmesi, güçlendirilmesi gerekir.
Silahlara veda 
 
Kürt meselesine dair yanlış devlet politikalarının doğurduğu ve artık bir çok yönü ile sorundan bağımsızlaşan PKK’nın silahsızlandırılması çabasını ilk kez Ak Parti’nin denemediği, rahmetli Özal ile başlayan, Erbakan’ın, Demirel’in, Anasol-M hükümetinin en az birer kez denediği, Ak Parti’nin ise üç ayrı kez bu girişimde bulunduğu artık herkesçe biliniyor.  
Bu girişimlere dair bir başka gösterge ise; değişik isimlerle tam 8 kez çıkarılan ve neredeyse tamamı kadük kalan “eve dönüş”, “topluma kazandırma” yasalarıdır. Bu yasaların tamamı, örgütün silahsızlandırılması hedefini taşıyor iken, önemli bir kısmında da aynı dönem arka plan görüşmeler olduğu biliniyor. Ancak görüşmelerde istenen ilerlemeler sağlanamamış ve PKK’nın deyim yerinde ise bu davete icabet etmemesi nedeni ile yasalar sonuçsuz kalmıştır. 
Bu vesile ile şunu ifade etmek isterim ki; örgüt tarafından açık ve net bir “eve dönüş”, “demokratik meşru hayata katılım iradesi” ortaya konulmadıkça yeni bir yasa çıkarılması doğru olmayacaktır. Bu alanda “katılım iradesi” ortaya konmadan, sonuçsuz kalabilecek yasaların çıkarılması sadece sürece olan güveni zedeleyecek, önemli bir argümanın boşa harcanması gibi bir sonuç doğuracaktır. 
 
Bu durumda en az 8 kez arabayı devirmiş veya gemiyi sahili selamete çıkaramamış bir tecrübeden bahsedilebilir. Bu tecrübeler ele alındığında; önemli bir kısmının başarısız olmasının sebebi; örgüt veya devlet içinden yapılan provakatif müdahalelerdir. Bazı olayların aslının, esas aktörler tarafından, kendi konjonktüründe tam olarak farkedilemediğini, ancak aradan 10 yıl geçtikten sonra bugün provakasyon olarak nitelendirilebildiği görülüyor.
 
Bunun bugün için anlamı örgüt veya devlet mekanizması içerisinden sadır olduğu açık olan, sürece olumsuz etki eden olaylarda siyasi pozisyonlar üzerinden savunma geliştirmek yerine, sorgulayıcı bir tutum alma, sürecin sıhhati açısından olağanüstü önemlidir. Son bir yılda tarafların buna oldukça riayet ettiği söylenebilir. 
 
Ak Parti döneminde 2004, 2005, 2009 denemelerinden sonra 2013 Ocak ayında başlayan ve silahsızlandırmayı hedefleyen dördüncü girişim dönemi içerisindeyiz. Zamanımız bunları tek tek ele almaya müsait değil. Ancak Ak Parti hükümetlerinin içeriden ve dışarıdan onca saldırıya rağmen bu konudaki ısrarcı ve kararlı tutumu şüphesiz takdire şayandır. Öncekilerle birlikte bu dönemde yürütülen bu girişimlerin tamamı, şüphesiz, bir hafıza, çok ciddi bir tecrübe oluşturmuştur. Yaşanan her olumsuz olay, sürecin dayanıklılığını arttırmıştır. Bu nedenlerledir ki Paris cinayetleri, Ak Parti’nin bombalanması, 6-8 ekim ve Cizre olayları süreci sarsmış ise de sonlandırmamış, hatta yapılan tartışmalar ile daha sağlıklı bir zemine oturtmuştur denilebilir. 
 
NOT: Bu yazı Türkiye Barış Meclisi’nin İstanbul Ticaret Üniversitesi ile birlikte düzenlediği “Çözüme Doğru Konferansında” sunulmuştur.