Demokratikleşme sosyal refah getiriyor

FATİH ŞAHİN / AK Parti Ankara Milletvekili
29.12.2012

Türkiye 1980 sonrası dönemde en yüksek ekonomik büyüme oranını AK Parti iktidarında yakaladı. En düşük yıllık büyüme oranı ise 28 Şubat sürecindeki ara rejim döneminde gerçekleşti. Ekonomik büyüme ile demokrasi arasında doğru orantılı bir ilişki vardır. Yani Türkiye büyüdükçe, daha az insan yoksul ve fakir kalmış ve daha fazla insan iş ve aş sahibi olmuştur.


Demokratikleşme  sosyal refah getiriyor

Genelde Marksist düşünceden beslenenler ile kimi liberallere göre ekonomik kalkınma ve temsili demokrasi eş-anlı gerçekleşebilir süreçler olmadığı gibi ekonomik kalkınma ancak sosyal adaletten ve toplumsal eşitlikten fedakarlık ile sağlanabilir. Öncülüğü ve sözcülüğünü Kemal Derviş’in yaptığı bu ekole göre Türkiye gibi kalkınmasını henüz tamamlamamış ülkelerin teknokrat hükümetlerle yönetilmesi ve sosyal adaletten fedakarlık etmesi kaçınılmaz bir ekonomik zorunluluktur. Nitekim 1990’lı yıllardaki ekonomik krizlere karşı sürekli teknokrat hükümetleri önerilmiş ve sonuçta Türkiye ekonomisi, 2000 ve 2001 krizleriyle birlikte kurtarıcı olarak teknokrat Kemal Derviş ve ekibine teslim edilmiştir. Demokrasiyi ve millet iradesini ekonomik kalkınma ve sosyal refahın artışı için engel olarak gören bu zihniyetin temelinde; halkın cahil olduğu ve kısa vadeli siyasal çıkarları uğruna uzun vadeli ülke menfaatlerini gözetmediği düşüncesi yatmaktadır. Halkı reaya olarak gören bu zihinsel arka plan, demokrasiyi gerektiğinde ekonomik kalkınma için feda edilebilinen bir araç olarak görmüştür.

Ekonomiyi kötü yönetmek

Solcu Kemalistler ile neo-liberallerin hem fikir olduğu husus, millet iradesine ve halkın tercihlerine dayanan siyasal iktidarların popülist davranarak ekonomiyi kötü yönetecekleri tezidir. Bu gerekçeyle 27 Mayıs Darbesinden sonra ekonomi yönetimi siyasal iktidarların elinden alınarak bürokratik bir organ olan DPT’ye verilmiştir. Çünkü 27 Mayısçılara ve onların fikir babalarına göre DP, halkın tercihlerini dikkate alarak popülist davranarak ekonomiyi olması gerektiği gibi yönetememiştir. Azgelişmişlikle parlamenter demokrasinin birlikteliğinden zorunlu olarak popülizmin ortaya çıkacağını iddia eden bu zihniyet aynı gerekçelerle darbeleri teşvik etmiştir. Doğan Avcıoğlu, parlamenter demokrasi ile Türkiye’nin kalkınamayacağını, cahil halk oyuna dayanan siyasal partilerin az-gelişmişliği derinleştirdiğini iddia edip çareyi Milli Demokratik Devrim (MDD) olarak nitelediği asker-bürokrasi öncülüğündeki cuntada oluşumlarında aramıştı.

Halbuki Cumhuriyet tarihine baktığımızda ekonomik büyüme ve kalkınma ile sosyal refah artışının temsili demokrasinin işleriliği/derinliği ile eş-anlı ve doğru orantılı olduğunu görmekteyiz. 1923’ten bu yana 88 yıllık Cumhuriyet tarihinde yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 4,9’dur. Demokrasinin sekteye uğradığı ara rejim dönemleri, yıllık ortalama büyüme oranının en düşük olduğu dönemler olmuştur. Buna karşılık güçlü halk iradesine dayanan siyasal iktidarlar döneminde ekonomik büyüme yüksek düzeyde gerçekleşmiştir. Bu veriler, demokrasiyle ekonomik kalkınmanın doğru orantılı olduğunu ve ülke demokratikleştikçe kalkınma hızının da arttığını açıkça ortaya koymaktadır. 1980 sonrası Türkiye’deki siyasal dönemler ve bu dönemlerdeki ekonomik büyüme/kalkınma hızları aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.



Türkiye 1980 sonrası dönemde en yüksek ekonomik büyüme oranını AK Parti iktidarında yakalamıştır. Bu dönemde en düşük yıllık büyüme oranı ise 28 Şubat sürecindeki ara rejim döneminde gerçekleşmiştir. AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılı sonunda 198 Milyar Dolar olan GSYİH 2011 yılına gelindiğinde, AK Parti iktidarının 9 yılının sonunda, yüzde 290 oranında 572 Milyar Dolarlık artışla 772 Milyar Dolara yükselmiştir. Yani Türkiye AK Parti iktidarında net olarak 3 kat daha fazla üretmiş ve bu kadar kalkınarak zenginleşmiştir.

Ekonomik kalkınma/büyüme ile demokrasi arasındaki korelasyon bu şekilde gerçekleşirken sosyal refahında aynı şekilde arttığı ve büyüyen ekonominin alt gelir gruplarının durumunu iyileştirdiğini görmekteyiz. Yani Türkiye büyüdükçe, daha az insan yoksul ve fakir kalmış ve daha fazla insan iş ve aş sahibi olmuştur. Bir siyasal iktidarı değerlendirmenin en kestirme yolu bütçe ödeneklerini incelemektir. Kaynak transfer planları olan bütçeler, siyasal iktidarların kimlere hizmet ettiğini ve kamu kaynaklarını kimlere aktardığını ortaya koyan temel metinlerdir. Onun için bütçe dönemleri ekonominin yanında siyasetinde en çok konuşulduğu ve tartışıldığı dönemlerdir. Bütçeler, hükümetlerin icraatlarının ve tercihlerinin aynasıdırlar. Bu bağlamda bütçe içinde faiz ödemeleri, savunma harcamaları ile kalkınma carileri olarak nitelendirilen ve ağırlıklı olarak alt-gelir gruplarına daha fazla sosyal refah sağlayan eğitim ve sağlık harcamalarının oranı önemli göstergelerdir.

Savunmanın payı azaldı

AK Parti iktidara geldiğinde bütçenin yüzde 41,4’ü faiz giderlerine gitmekteydi. Bu gün ise bu oran yüzde 13,6’lara gerilemiştir. 10 yılda bütçeden faize giden pay yaklaşık olarak 3 kat gerilemiştir. Aynı şekilde savunma harcamalarının bütçe içindeki payı yüzde 9,5’ten yüzde 5’lere kadar gerilemiştir. Türkiye demokratikleştikçe, iç barış ve huzurunu derinleştirdikçe savunmaya giden kamu kaynaklarının payı azalmakta bunun yerine eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerine ayrılan pay da artmaktadır. 10 yıl önce bütçeden eğitime giden pay yüzde 10 iken bu gün bu oran yüzde 15’e, sağlığa giden pay yüzde 3 iken bu gün yüzde 6’ya çıkmıştır.    

TBMM’ye sunulan ve geçtiğimiz günlerde kabul edilen 2013 merkezi yönetim bütçesinde;  faiz giderlerine ayrılan pay yüzde 13,1, eğitim harcamaları için ayrılan pay yüzde 15,7, sağlık harcamaları için ayrılan pay yüzde 4,5, savunma harcamaları için ayrılan pay ise yüzde 5’tir. 2013 yılı merkezi yönetim bütçesinde eğitim harcamaları için 63.511 Milyon TL, sağlık harcamaları için 19.571 Milyon TL ödenek öngörülmektedir. 2001’de GSYİH’nin yüzde 3,7’si savunma harcamalarına giderken 2011’de bu oran yüzde 2’ye kadar gerilemiştir. Son 10 yılda artan demokratikleşme, temel hak ve özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılması ve siyasal iktidar üzerindeki vesayetçi güçlerin geriletilmesi neticesinde savunma harcamaları % 12 oranında azalmıştır. 

Refah devleti ve ekonomik büyüme

Sosyal refah devletinin en temel görevlerinden biri, piyasa mekanizması yoluyla yeterli gelir elde edemeyenlerin sosyal refahını artırmaya yönelik “sosyal koruma harcamaları”nı gerçekleştirmesidir. Fakir/fukara ve garip/gurebaya yönelik kamu harcamaları olan sosyal koruma harcamaları, vatandaşları piyasa dinamiklerinin insafına terk etmeyip insan onuruna yakışır bir yaşam sağlamalarını hedeflemektedir. Piyasanın sağladığı birincil gelir dağıtımını veri kabul etmeyip, kamu politikalarıyla gelirin yeniden dağıtımını hedefleyen sosyal koruma harcamalarının düzeyi siyasal iktidarların niteliğini ortaya koyan en önemli göstergelerdendir. Yoksulluğu ve yoksunluğu kamu politikalarıyla azaltarak vatandaşların yapabilirliği ve sosyal katılımcılığını artırmayı hedefleyen sosyal koruma harcamaları birer lütuf ve iane değil, vatandaşların devletten bekledikleri temel sosyal haklardandır.

İlk defa Ak Parti iktidarlarıyla birlikte sosyal korumaya yönelik kamu harcamaları belirli bir seviyeye çıkartılmış, sosyal refah devleti bir retorik olmaktan çıkartılarak işleyen bir gerçeklik haline getirilmiştir. Küresel krizin derinleştiği, dünyada sosyal koruma programları açısında örnek gösterilen İskandinav ülkelerinde bile sosyal harcamaların giderek kısıtlandığı bir dönemde AK Parti Cumhuriyet tarihinin en yüksek sosyal koruma harcamalarını gerçekleştirmiştir. Aşağıdaki tabloda bu durum açıkça görülmektedir.

AK Parti’nin iktidarından önce GSYİH’nin yüzde 12’si sosyal harcamalara gitmekteydi. 2003 yılından itibaren sürekli bir şekilde artırılan sosyal harcamalar 2012 yılından GSYİH’nin yüzde 17’sine çıkmıştır. Yaşlı, dul, yetim ve özürlü vatandaşlara ödenen sosyal yardımlar ve primsiz ödemeler son 10 yılda 3,5 kat artmıştır. Ekonomi büyürken, yani pasta büyürken, sosyal koruma harcamalarının ekonomideki payı ekonomik büyümeden daha fazla arttığı için 2001 yılında GSYİH’nin yüzde 5,7’si olan sosyal koruma harcamaları 2012 yılında GSYİH’nin yüzde 8,7’sine çıkmıştır.

2001 yılında yetim, dul, yaşlı, özürlü ve yoksul vatandaşlara ödenen primsiz yani karşılıksız ödemeler ile sosyal yardımlar toplam 396 Milyon Dolar iken 2011 yılında bu tutar 13 kattan fazla artarak 5,4 Milyar Dolara çıkmıştır.  Emekli aylıkları, işsizlik sigortası fonu ödemeleri, sosyal yardımlar ve primsiz ödemeler ile doğrudan gelir desteği ödemesi olarak 2001 yılında toplam 11,3 Milyar Dolar olan sosyal koruma harcamaları 2011 yılında 6 kat artarak 67,2 Milyar Dolara yükselmiştir. Kısacası emekliye, işsize, fakire, yoksula, özürlüye ve yaşlıya yapılan ödemeler 9 yılda 6 kat artmıştır.  

Kamu kaynaklarının adil kullanımı

AK Parti’nin demokratikleşmeyi derinleştirme ve yaygınlaştırma çabalarının sonucunda millet iradesi siyasal sistemde hakim oldukça; kamu kaynakları ile zenginleşmenin önü kesilmiş ve kamu kaynakları geniş halk kesimlerinin sosyal refahını artırma amacıyla kullanılmıştır. Bunun en açık kanıtı ise vergi gelirlerinin faize giden oranındaki değişimdir. Faiz ödemelerine giden vergi gelirleri, siyasal iktidarların kimlere hizmet ettiğinin ve kimlerin iktidarı olduğunun en açık göstergesidir. 28 Şubat sürecinde ANASOL-M Hükümeti döneminde halktan doğrudan ve dolaylı olarak toplanan her 100 TL verginin 66 TL’si faiz ödemelerine gitmekteydi. ANASOL-M Hükümeti devam ederken ortaya çıkan Kasım 2000 ve Şubat 2001 ekonomik krizleri sonucunda 2001 yılında toplanan tüm vergi gelirleri faiz ödemelerine yetmemeye başlamıştır. AK Parti’nin iktidara gelindiği 2002 yılındaki durum; toplanan tüm vergilerin faiz ödemelerine gittiği bir durumdu. Halkın iktidara el koyduğu tarihten itibaren faize giden vergi gelirleri oranı sürekli bir şekilde düşmeye başlamış ve 2011 yılında doğrudan ve dolaylı olarak halktan alınan vergi gelirlerinin sadece yüzde 16,6’sı faiz ödemelerine gitmektedir.

Sonuç itibariyle AK Parti, geçen 9 yıllık iktidar döneminde, eski ezberi bozmuş ve ekonomik büyüme/kalkınma ile demokrasinin birlikte gerçekleşebileceğini hatta kalkınma ve büyüme için demokrasinin zorunlu şart olduğunu açıkça kanıtlamıştır. Aynı şekilde AK Parti, ekonomik büyümeye paralel olarak adaletçi sosyal politikalarla sosyal refahın nasıl artırılabilineceğini de göstermiş ve bu konuda model olmuştur. Ekonomik kalkınma için demokrasiden ve adaletten vazgeçmeyi tavsiye ve teşvik edenlere inat, son 10 yılda hem ekonomik kalkınma hem de sosyal adalet birlikte sağlanmıştır. AK Parti’nin her iki seçmenden birisinin oyunu almasının nedeni de budur. 

[email protected]