Dendias'ın 2030 doktrini ve Yunanistan'ın stratejik sıkışmışlığı

Faruk Önalan/ Yazar
18.12.2025

Dendias'ın konuşması, Yunanistan'ın Türkiye karşısında askeri olarak kıyaslanamaz bir konumda olduğunu örtük olarak kabul ediyor. 2030 gündemi, caydırıcılık arayışı olsa da, adaların silahlandırılması uluslararası anlaşmalara aykırı ve kıta sahanlığı hakkı sınırlı. Bu adımlar, kısa vadede Atina'ya moral sağlasa da, uzun vadede gerilimi artırabilir. İsrail işbirliği, bu dengeyi daha da kırılganlaştırıyor.


Dendias'ın 2030 doktrini ve Yunanistan'ın stratejik sıkışmışlığı

Faruk Önalan/ Yazar

Yunanistan Savunma Bakanı Nikos Dendias'ın Parlamento'daki konuşması, Atina'nın güvenlik politikasında Türkiye'yi merkeze alan bir paradigma değişikliğini gözler önüne seriyor. Dendias, Türkiye'yi "birinci ve temel tehdit" olarak nitelendirerek, Yunanistan'ın "2030 Gündemi" adlı yeni savunma doktrinini detaylandırdı. Bu doktrin, Ege adalarına hassas güdümlü füzelerin yerleştirilmesini, çok katmanlı caydırıcılık sistemini ve yerli savunma sanayisinin güçlendirilmesini öngörüyor. Bakan, Türkiye'nin savunma harcamalarını Yunanistan'ınkinden katbekat fazla olduğunu vurgulayarak, bu farkı "varoluşsal bir tehdit" olarak çerçeveledi. Ancak Dendias'ın retorik, Yunanistan'ın kendi askeri kapasitesinin Türkiye ile kıyaslanamayacak düzeyde sınırlı olduğunu dolaylı olarak kabul eden bir ton taşıyor. Bu açıklamalar, Doğu Akdeniz ve Ege'deki uzun soluklu gerilimleri yeniden su yüzüne çıkarırken, Yunanistan'ın proaktif bir savunma pozisyonuna geçişini yansıtıyor.

Konuşmanın bir diğer kritik unsuru ise İsrail ile derinleşen savunma işbirliği: Aralık 2025'te onaylanan 650-700 milyon euroluk PULS çoklu roketatar sistemi anlaşması, bu doktrinin somut adımlarından biri olarak öne çıkıyor. Ancak bu tür anlaşmalar, Yunanistan'ın dış bağımlılığını artırırken, bölgesel dengeleri daha da karmaşıklaştırıyor. PULS sistemi, İsrail yapımı bir platform olup, Yunanistan'ın kendi yerli üretim kapasitesinin yetersizliğini bir kez daha ortaya koyuyor. Türkiye'nin ise benzer menzildeki yerli roket ve füze sistemleri (örneğin Bora, Tayfun ve Atmaca) zaten operasyonel durumda, bu da Atina'nın bu alımda "telafi" arayışında olduğunu gösteriyor.

Yunan güvenlik anlatısı

Dendias'ın konuşmasında Türkiye'ye "revizyonist" ve "neo-Osmanlı" yaklaşımlar atfetmesi, Yunan güvenlik anlatısının klasik unsurlarını tekrarlıyor. Ege egemenlik tartışmaları, Kıbrıs meselesi ve Doğu Akdeniz enerji kaynakları, bu algının temelini oluşturuyor. Bakan, Türkiye'nin İHA/SİHA kapasitesini eleştirirken, Ankara'nın askeri modernizasyonunu "tehdit" olarak konumlandırıyor. Ancak bu retorik, Yunanistan'ın kendi askeri analistleri arasında da yankı buluyor: Birçok Yunan uzman, Türkiye'nin savunma sanayisindeki yerli üretim başarılarını (yüzde 80'in üzerinde yerlilik oranı) ve drone teknolojisindeki üstünlüğünü kabul ederek, Atina'nın bu güç karşısında "kalitatif/nitelikli üstünlük" sağlamakta zorlandığını belirtiyor. Örneğin, Global Firepower 2025 sıralamasında Türkiye 9. sırada yer alırken, Yunanistan 30. konumda kalıyor – bu fark, Yunan analistlerce sıkça "ciddi bir endişe kaynağı" olarak dile getiriliyor. Yunan askeri çevrelerinde, Türkiye'nin KAAN savaş uçağı, Kızılelma, TCG Anadolu gibi projeleri ve SİPER hava savunma sistemi gibi gelişmeleri, Atina'nın caydırıcılık kapasitesini aşındıran unsurlar olarak görülüyor. Dendias'ın "Ege'yi yerden mühürleyeceğiz" ifadesi, bu endişelerin bir yansıması: Yunanistan, deniz üstünlüğünü kaybedebileceği korkusuyla kara tabanlı füze sistemlerine yöneliyor. Ancak bu yaklaşım, uluslararası hukuk açısından tartışmalı.

Yunanistan'ın bu tür ifadeleri, tarihsel olarak Ege'deki statükoyu bozan adımlar atmasına yol açıyor. Örneğin, 1960'lardan beri adaların silahlandırılması, Türkiye'nin savunma stratejisini şekillendiriyor ve Ankara'yı daha proaktif bir pozisyona itiyor. Yunan iç dinamiklerinde ise, bu retorik muhalefet partileri tarafından da destekleniyor; örneğin SYRIZA ve PASOK gibi partiler, Dendias'ın açıklamalarını "ulusal güvenlik için zorunlu" olarak nitelendirirken, iç politikada milliyetçi oyları konsolide etmek için kullanıyorlar. Ancak bu, Yunan ekonomisinin savunma harcamalarına ayırdığı yükü artırıyor – Yunanistan'ın kamu borcu AB ortalamasının üzerinde seyrediyor ve bu harcamalar, sosyal hizmetleri kısma riskini taşıyor.

Kalıcı barış ve adaların silahlandırılması sorunu

Yunanistan'ın Ege adalarını silahlandırma politikası, Lozan Barış Antlaşması (1923) ve Paris Barış Antlaşması (1947) hükümlerine açıkça aykırı. Lozan'ın 13. maddesi, Midilli, Sakız, Sisam ve İkarya (Ahikerya) gibi Doğu Ege adalarının silahsızlandırılmasını zorunlu kılarken, Paris Antlaşması Oniki Ada için benzer kısıtlamalar getiriyor. Bu adalar, yalnızca sınırlı kolluk kuvveti barındırabilir; askeri üs, tahkimat veya ağır silah konuşlandırılamaz. Türkiye, bu ihlalleri defalarca Birleşmiş Milletler'e taşıdı ve adaların silahlandırılmasının statükoyu bozduğunu savunuyor. Tarihsel bağlamda, Lozan Antlaşması'nın amacı, Ege'de kalıcı barışı sağlamak için adaların askersizleştirilmesiydi. Yunanistan'ın 1970'lerden beri bu hükümleri ihlal etmesi, Türkiye'nin NAVTEX ve NOTAM yayınlarıyla yanıt vermesine yol açtı, ki bunlar da uluslararası deniz ve hava hukuku çerçevesinde meşru. Ayrıca, uluslararası deniz hukuku açısından (UNCLOS 1982), adaların kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) hakkı sınırlıdır. Özellikle Türkiye'ye yakın adalar (örneğin Meis), ana kara kıta sahanlığının doğal uzantısı içinde yer aldığı için tam kıta sahanlığı doğurmaz. Uluslararası Adalet Divanı kararları da, "hakça ilkeler" gereği küçük adaların büyük deniz alanları yaratamayacağını teyit ediyor. Örneğin, 1982'de Libya-Malta davasında, Divan küçük adaların deniz alanlarını sınırlamıştı. Yunanistan'ın bu adalara füze yerleştirmesi, yalnızca silahsızlandırma yükümlülüklerini ihlal etmekle kalmıyor, aynı zamanda deniz yetki alanları sınırlandırmasında adil olmayan bir genişleme yaratıyor. Bu, potansiyel olarak Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi'nde (ITLOS) dava konusu olabilir. Türkiye'nin pozisyonu, UNCLOS'a taraf olmamasına rağmen, teamül hukukuna dayanıyor ve "hakça paylaşım" ilkesini vurguluyor.

Yunanistan'ın Türkiye'yi "tehdit" olarak görmesi, iki ülke arasındaki askeri kapasite farkından kaynaklanıyor. Türkiye'nin savunma bütçesi ve yerli üretim avantajı (İHA/SİHA'larda dünya lideri), Yunanistan'ın dışa bağımlı alımlarını gölgede bırakıyor. Yunan analistler, bu dengesizliği kabul ederek, Atina'nın "kalite odaklı" stratejisinin Türkiye'nin "miktar ve yerlilik" üstünlüğü karşısında yetersiz kalabileceğini tartışıyor. Dendias'ın konuşması da bu çekinceyi yansıtıyor: Yunanistan, Türkiye ile doğrudan konvansiyonel çatışmada üstünlük sağlayamayacağını ima edercesine, asimetrik caydırıcılığa (adalar üzerinden füze konuşlandırma) yöneliyor. Detaylı bir karşılaştırma yapılırsa, Türkiye'nin hava kuvvetleri Yunanistan'ı sayısal ve teknolojik olarak aşıyor. Deniz kuvvetlerinde TCG Anadolu gibi amfibi hücum gemileri, Yunanistan'ın sınırlı denizaltı filosuna karşı üstünlük sağlıyor. Kara kuvvetlerinde ise Türkiye'nin yerli tank (Altay) ve topçu sistemleri (T-155 Fırtına), Yunan Leopard tanklarını geride bırakıyor.

Yunanistan'ın İsrail'den aldığı PULS sistemleri (36 adet, 300 km menzil) ve potansiyel David's Sling gibi hava savunma paketleri, bu doktrinin anahtarı. Anlaşma, yerel üretim unsurları içerse de, esasen Yunanistan'ın Türkiye'nin hava ve füze üstünlüğüne karşı dış destek arayışını gösteriyor. İbrahim Anlaşmaları sonrası ivme kazanan bu ortaklık, enerji ve askeri tatbikatlarla pekişiyor. Ancak bu, Türkiye açısından "çevreleme" olarak algılanmaktadır. Doğal bir sonuç olarak da Ankara yerli sistemlerini (Çelik Kubbe) hızlandırıyor. Son gelişmeler, bu işbirliğinin derinliğini daha da artırıyor.

Doğu Akdeniz'e dair kritik başlıklar

Kathimerini gazetesinin raporuna göre, geçtiğimiz günlerde Tel Aviv'de ve İsrail dışında olmak üzere Yunan, Rum (GKRY) ve İsrailli üst düzey askeri yetkililer arasında iki toplantı yapıldı. Bu görüşmelerde Doğu Akdeniz'e dair kritik başlıklar masaya yatırıldı. Görüşmeler, İsrail'in talebi üzerine Ankara'nın bölgedeki planlarına "cevap" olarak gerçekleştirildi. İsrail, Akdeniz'deki hava rotalarının Türkiye tarafından "kilitlenmesi" ihtimaline karşın GKRY ve Yunan yönetimlerine endişelerini bildirdi. Özellikle Türkiye'nin güneyinde ve Suriye'deki hava varlığını artırmasından veya radar ve hava savunma sistemlerini yoğunlaştırmasından endişe ediliyor. Bu adımlar, İsrail'in Doğu Akdeniz ve Ortadoğu'daki hareket kabiliyetini etkileyebilir. Örneğin, Türkiye'nin olası hamleleri, İsrail savaş uçaklarının Suriye ve İran'a uçuşlarına engel teşkil edebilir. Taraflar bu nedenle askeri işbirliklerini geliştiriyor. Yakın zamanda İsrail piyade birlikleri Yunanistan'ın Kilkis şehrine gelerek Yunan ordusunun 71. Hava İndirme Tugayı ile meskun mahalde tatbikat gerçekleştirdi. Ayrıca, İsrail Yunan Hava Kuvvetleri'nin "Iniochos" hava tatbikatına katılacak. Bu gelişmeler, Dendias'ın doktrinini somutlaştırıyor ve Yunanistan'ı İsrail'in stratejik bir ortağı haline getiriyor. Bu işbirliği, tarihi bağlamda incelendiğinde, 2010'lardan beri ivme kazanıyor. EastMed gaz boru hattı projesi, bu ortaklığın ekonomik ayağını oluşturuyor, ancak proje teknik ve ekonomik zorluklar yanında Türkiye-Libya arasında imzalanan deniz yetki anlaşması nedeniyle işlevselliğini yitirdi. Yunanistan ve GKRY, bu bağlamda İsrail'e "güvenilir liman" sunuyor, ancak bu, Kıbrıs sorununu karmaşıklaştırıyor – GKRY'nin İsrail'le enerji anlaşmaları, Türkiye'nin Mavi Vatan doktrinini doğrudan meydan okuyor.

Türkiye, Dendias'ın benzer açıklamalarına "provokasyon" olarak yanıt vererek, Lozan ihlallerini hatırlatıyor. Ankara, Mavi Vatan doktrinini savunurken, barışçı çözümleri önceliyor – 2023 Atina Deklarasyonu sonrası diyalog kanalları açık.

Türkiye'nin yanıtı, yerli savunma sanayisini hızlandırmak: 2025'te KAAN'ın ilk uçuşu, TCG İstanbul gibi fırkateynlerin hizmete girmesi, dünyada ilk kez bir insansız savaş uçağının, görüş ötesi havadan havaya füze ile hedefini vurması (Kızılelma'nın Gökdoğan füzesi başarılı atış testi) ve drone ihracatındaki başarı (Bayraktar TB2'nin 30+ ülkeye satılması), Ankara'nın caydırıcılığını artırıyor. Diyalog açısından,Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2023'te Yunanistan ziyaretinde vurguladığı gibi, "sorunları konuşarak çözmek" öncelikli. Ancak Yunanistan'ın adaları silahlandırması, bu diyaloğu zorlaştırıyor. Türkiye, BM ve AB nezdinde lobi yaparak, Yunan ihlallerini gündeme getiriyor. Örneğin, 2024'te BM'ye sunulan raporlarda, adalardaki füze bataryalarının fotoğrafları delil olarak kullanıldı.

Doğu Akdeniz'deki gerilim, enerji kaynaklarıyla iç içe. Leviathan ve Aphrodite gaz sahaları, Yunanistan-İsrail-GKRY üçlüsünü birleştiriyor, ancak Türkiye'nin TPAO sondajları ve Libya anlaşması, bu bloğu zorluyor. Kathimerini'nin raporladığı toplantılar, bu bağlamda İsrail'in Türkiye'nin hava üstünlüğünden korktuğunu gösteriyor.

Uzun vadede, Yunanistan'ın stratejisi sürdürülebilir değil: Ekonomik baskılar (borç krizi kalıntıları), demografik düşüş (nüfus yaşlanması) ve dış bağımlılık, Atina'yı zayıflatıyor. Türkiye ise genç nüfusu, ekonomik büyümesi ve savunma ihracatı ile avantajlı. Dendias'ın retoriği, iç kamuoyuna yönelik olsa da, bölgesel istikrarı bozuyor.

Dendias'ın konuşması, Yunanistan'ın Türkiye karşısında askeri olarak kıyaslanamaz bir konumda olduğunu örtük olarak kabul ediyor. 2030 gündemi, caydırıcılık arayışı olsa da, adaların silahlandırılması uluslararası anlaşmalara aykırı ve kıta sahanlığı hakkı sınırlı. Bu adımlar, kısa vadede Atina'ya moral sağlasa da, uzun vadede gerilimi artırabilir. İsrail işbirliği, bu dengeyi daha da kırılganlaştırıyor – Türkiye'nin Suriye ve Akdeniz'deki varlığı, İsrail'i endişelendirirken, Yunanistan'ı araç haline getiriyor. Bölgesel istikrar için, tarafların uluslararası hukuka saygı ve karşılıklı diyalog temelinde hareket etmesi şart. Türkiye, milli savunma kapasitesini güçlendirerek barışın garantörü olmayı sürdürüyor. Ancak Dendias gibi figürlerin milliyetçi retorik, diyaloğu engelliyor.