Denge, üçüncü yol ve stratejik özerklik arayışı

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Nişantaşı Üniversitesi,Tracadero Forum Institute
25.09.2022

Türk dış politikası denge, üçüncü yol ve stratejik özerklik arayışını her yerde dillendirme cesaretini gösteriyor ve ürettiği başarılar nedeniyle BM bürokrasisinden destek alıyor. Kavramamız gereken yeni Türkiye dış politika gerçeği budur.


Denge, üçüncü yol ve stratejik özerklik arayışı

Kovid-19 salgını nedeniyle geçen sene çevrimiçi yapılan BM 77. Genel Kurul (BMGK) toplantısı bu yıl yeniden yüz yüze yapılıyor. Resmi ağızla söyleyelim; 193 ülkenin devlet ve hükümet başkanları ile delegeler ve sivil toplum örgütleri dünyanın en önemli ve büyük diplomasi forumunda yer almak için New York'a geldiler. BM Genel Kurulu egemen eşitlik üzerine dayalı bir platform olduğundan uluslararası kamuoyu ve topluma verilecek mesajlar açısından her zaman kilit önemde bir platform olmuştur. Üstelik bu sene dünyanın bin bir türlü derdi var. Küresel enerji krizi, gıda güvenliği, iklim krizi, nükleer güvenlik, Afganistan gibi pek çok başlık Ukrayna Savaşı'nın hem gölgesinde kalıyor ve yeterince dikkat ve fon çekemiyor, hem de bu savaşın gölgesinin sağladığı verimli atmosferde mantar gibi büyüyüp, bir sorunlar kümesi oluşturuyor.

Dünya'nın başı dertte

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres da bizimle aynı fikirde. Nitekim Genel Sekreter, BMGK hazırlık toplantısında yaptığı konuşmada dünyanın Ukrayna savaşı nedeniyle çok keskin bir jeopolitik yarılmanın içine düştüğünü, yaşanan görüş ayrılığının küresel sorunlara BM'nin cevap verme kapasitesini kısıtladığını söyledi. Hatırlanacaktır, geçen Mart ayında BMGK'nda yapılan Ukrayna konulu oylamada Genel Kurul ancak dörtte üçte bir çoğunlukla Rusya'nın kınanması kararını almış, aralarında Batılı müttefiklerin de bulunduğu geri kalan ülkeler çekimser kalmış, yani BM'nin temel ilgi alanlarından biri olan güç kullanma konusunda uluslararası toplumun aynı yerde durmadığı görülmüştü. Konu, küresel normlar konusunda bir anlaşmazlıktan ziyade BM bile Rusya-Batı çekişmesi nedeniyle tıkanmışken, pek çok ülkenin bu çekişmenin parçası olmak istemekten kaçınması. Üstelik dürüst olalım, pek çok entelektüel tartışma küresel düzenin sarsılmasını 2014'ten değil, ABD'nin Irak'ı işgalinden başlatıyor. BM Amerikan Büyükelçisi Linda Thomas-Greenfield'in 77. Kurul öncesi sözlerinden Washington'un BM'ye olan güvensizlikten rahatsız olduğunu da anlıyoruz.

ABD, Fransa gibi Batılı ülkeler bu noktada faturayı Rusya kadar Küresel Güney'e de kesme niyetinde görünüyorlar ama BM'nin işletilmesi söz konusu olduğunda mesele birilerini suçlamak ya da fatura kesmekten çok daha ciddi yeni tahayyülleri gerektiriyor.

Yeni Soğuk Savaş koşullarının yaşandığı günlerde Türkiye'nin ne diyeceği önem kazanmış görünüyor. Bu yazımızın başında da söyledik pek çok ülke hatta Batı'nın geleneksel müttefikleri Yeni Soğuk Savaş kutuplaşmasını keskinleştirip, ABD ya da Rusya'nın katarına takılmak konusunda isteksiz. Ancak açık olarak da denge politikası benimsemiyor, daha çok bir o tarafla bir bu tarafla birlikte hareket ediyorlar. Ankara, açıkça iki düzeyli denge politikası benimseyen bir aktör; hem Ukrayna-Rusya Savaşında aktif denge siyaseti benimseyip, iki tarafla da işbirliği gerçekleştiriyor, hem de Batı-Rusya rekabetinde denge politikası güdüyor. Bu nedenle Türkiye'nin ve Türk dış politikasının özel bir konumu var ve bu nedenle Cumhurbaşkanımızın BMGK hitabında hangi mesajları verdiği önem kazandı. Ayrıca Türkiye denge politikası ile sadece bir model oluşturmuyor, bilindiği gibi bu politika BM dahil küresel sistemin bazı tıkanıklıkları aşmasına yardım ediyor. Dün İstanbul Mutabakatı ve Tahıl Anlaşması, bugün Moskova ve Kiev arasında esir takası Türkiye'nin "güvenilir aktör" olarak tanımlandığı arabuluculuk çabası sonucu gerçekleşti, bu nedenle Türkiye'nin ne söylediğine kulak kabartıldığını söyleyebiliriz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, BMGK hitabında da öncesi vermiş olduğu mülakatlarda da Türkiye'nin dış politikasının rasyonel temellerini bir kez daha net bir biçimde çiziyor. Sadece büyük güç dengesine dayalı dünya siyasetinin küresel tüm kurumsal ve normatif sistemin işleyişini tıkayacağı eleştirisini tekrarlıyor. Türkiye'nin somut cevaplar geliştirdiğini; tahıl koridorundan, Suriye'deki yeni inşası gerçekleştirilen evlere, terörle mücadeleden, Yunanistan'ın mülteci politikasına yönelik Türkiye'nin eleştirilerine çeşitli örnekler bazında açıklarken Sayın Erdoğan, daha önce BMGK'nda yaptığı konuşmaların genel ruhunu da devam ettirdi.

Sınanma gerekti

"Dünya 5'ten büyüktür", ilk dillendirildiğinde çok önemli bir slogandı ancak gerçek manasının anlaşılması için büyük güçlerin neden olduğu savaşların dünyayı nükleer felaket, açlık ve soğukla sınaması gerekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, sadece soruna değil çözüme yönelik de küresel siyasal sistemin beşten büyük olduğunu söylerken Türkiye gibi ülkelerin küresel sistemin iyileşmesinde nasıl bir rol üstlenebileceğini aslında açıklıyor. Söylediğimiz gibi Ankara'nın bugün altını çizdiği hususlar "bir slogan diyerek" geçiştirilemez çünkü Türkiye bu sefer New York'a BM ile işbirliği yapmış, BM'yi çözümün parçası haline getirmiş bir aktör olarak geldi. Gerçekten de geçmişte ve günümüz koşullarında BM'nin pek çok sorunun ve çatışmanın çözümünde başarısız olduğu bir sır değil. Dahası küresel sistemin eksiklerini kapatabilecek bölgesel iş birliği modellerinin de tıkandığı pek çok nokta söz konusu. Son yıllarda bölgesel işbirlikleri ya bir kutuplaşmanın ya etkisizliğin ya da bürokratik yorgunluğun altında eziliyorlar. Çözüm bekleyen halklar, uluslararası toplum ve devletler için ise kendi gücüne güvenmek ya da güçlünün isteklerine boyun eğmek dışında bir şey kalmıyor. Bu kargaşada BM çözülsün, erisin gitsin yerine yeni bir şey kuralım demek de çok manalı değil zira bugüne kadar üzerinde öyle veya böyle oluşmuş bir insan kaynağından ve yatırımdan vazgeçmek demek bu. Öyleyse elimizdeki tek çare BM'ye kırılan güvenin BM'nin daha demokratik ve çoğulcu bir platform haline gelmesiyle tamir edilmesi. İşin özü, yeni bir dünya arayışı değil, eksen kayma korkusu, kaygısı boşuna. İşin özü üçüncü bir yolun mümkün olduğunun uluslararası kamuoyuna gösterilmesi. Türkiye'nin çağrıları ve ötesi politikaları bu noktada BM için bir şans.

Üçüncü yol

Bilindiği gibi Tahıl Anlaşması Ankara'nın ısrarla Ukrayna krizinin çatışmalar yoluyla değil diyalog ve diplomasi aracılığıyla çözülmesi gerektiğini söylemesi ile mümkün hale gelmişti. Türkiye Yeni Soğuk Savaş koşullarında yani yeni Batı-Rusya jeopolitik rekabetinde bir süredir üçüncü bir yol öneriyor. Bu yol sadece denge siyaseti izlemekle sınırlı değil, taraflara ulaşıp çatışmayı bitirecek güvenin inşa edilmesi için Kiev ve Moskova'yı ikna diplomasisi yürütüyor Ankara. O nedenle denge politikasının sadece iki tarafla işbirliği yapmaktan ibaret olmadığını, bölgesel ve küresel güvenliğin yeniden inşası adına iddialı bir deneme, bir pozisyon belirleme olduğunu da söyleyelim. Rusya ve Ukrayna'nın bu özgün pozisyona ilgisiz kalmadığı da bir gerçek. Savaşın çatışan tarafları olarak Ankara'nın kolaylaştırıcı diplomasi gayretleri sonucunda önce Antalya Diplomasi Forumu'nda sonra da İstanbul'da bir araya geldiler, özelikle Moskova'nın el yükselttiği bir dönemde esir değişimi gibi güven artırıcı bir önem üzerinde de anlaştılar. Savaşın ve tarafların savaştaki pozisyonunun bir stratejik çözümsüzlüğü işaret ettiği de bir süredir askeri ve sivil uzmanlar tarafından dillendiriliyor. Buna rağmen Ankara, halihazırda, benimsediği tutumu sürdürme ısrarını devam ettiriyor. Nitekim Sayın Erdoğan BMGK konuşmasında, Ankara'nın Zaporijya Nükleer Santrali'ndeki kriz konusunda da benzer kolaylaştırıcı bir rol oynamaya hazır olduğunu söyledi. Türkiye'ye göre 7. ayını dolduran Ukrayna Savaşını yanlış umutlarla beslemek, tarafların karşılıklı el yükseltmesini sağlamak ve tüm aktörleri olumsuz sonuçları olacak bir caydırıcılık oyunu içerisine hapsetmeye çalışmak boşuna. Ankara, bu savaşın bir kazananı olmayacağına, herkesin farklı şekillerde kayıplarla sınanacağına inanıyor.

Denge politikası ve ŞİÖ

Türkiye'nin denge politikasının basit bir o tarafla da bu tarafla da konuşma formülü olmadığını, bir üçüncü yol inşa etme çabası olduğunu belirttik. Bu çaba elbette sadece Ankara'nın arzusu ile devam edemez, Ankara'nın çabasının amacı uluslararası toplum ve müttefikleri tarafından anlaşılmalı ve takdir görmeli. Türkiye'yi bu çaba içerisine girmeye iten tecrübeleri, unutulmamalı, Ankara'yı stratejik özerkliğini güçlendirmeye de itti. Öyleyse bugün Türk Dış Politikasını anlamaya çalışanlar için denge siyaseti ve üçüncü yol arayışını tamamlayan üçüncü ayağın stratejik özerklik fikri olduğunu belirtelim. Bu açıdan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD ziyaretinde BMGK hitabı öncesi PBS televizyonuna verdiği röportajda dikkat çekici açıklamalar var. Cumhurbaşkanı, kendisine yöneltilen Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesine Türkiye'nin katılımı ile ilgili soruya şöyle cevap veriyor: ''Biz Dünya'nın parçasıyız, ne Doğu'nun ne Batı'nın... Biz Dünya'nın tüm ülkeleriyle görüşürüz''. Aslında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu sözleri Ankara'nın bir süredir özellikle güvenlik ve dış politika alanında uygulamakta olduğu politikasının yani çok değer verdiği stratejik otonomisinin açık ve net bir ifadesidir. Stratejik özerklikten bahsettiğimizde genellikle operatif kabiliyetlerle gidilen yerleri, stratejik olarak rakibe kapatılan alanları anlıyoruz. Zaten Türkiye, son onlu yıllarda biriktirmiş olduğu yeni askeri imkân ve kabiliyetleri sayesinde Suriye meselesinde olduğu gibi, sınır ötesi terörle mücadele siyasetinde olduğu gibi gerektiğinde tek başına bekasını savunmak üzere hareket edebileceğini göstermiştir. Benzer bir şekilde, sahip olduğu sismik ve derin sondaj gemileri sayesinde Akdeniz ve Karadeniz'de kendi ve KKTC deniz sahasında enerji araştırmalarına devam etmiş ve devam etmektedir. Nitekim, bu bağlamda Karadeniz'de 450 milyar metreküp dev gaz sahası keşfini de gerçekleştirmiştir. Söz konusu Akdeniz sahası olduğunda, Türkiye sahip olduğu derin sondaj gemilerini T.C. Deniz Kuvvetleri koruması altında operasyonel kılabilmiş ve böylece bir zamanlar Batı'nın kendisini Antalya Körfezi'ne sıkıştırmak planını bozarak deniz yetki alanlarındaki egemenlik alanlarını başarıyla savunmuştur. Gene Libya ile yapılan deniz yetki anlaşması ile de Batı'nın East-Med boru hattı projesinin olabilirliğini yok etmiş ve bu projenin rafa kalkmasına sebep olmuştur.

Stratejik özerklik

Ancak stratejik özerklik sadece operatif bir strateji değildir. Çok taraflı siyaset izleyebilme, bunu yaptırım, cezalandırma, dışlanma tehditlerine rağmen açıkça söyleyebilme lüksüdür. Ankara, son yıllarda proaktif diplomasiyi başarı ile icra etmiş ve stratejik otonomisinin bir gereği olarak çoklu diplomasiyi kullanmak suretiyle Doğu'da veya Batı'daki ilişkilerini çeşitlendirmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ŞİÖ Zirvesine katılımını da bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. ŞİÖ şu an için 9 üyeli bir örgüttür, Ankara ise bu örgütte diyalog partneri olarak yer almaktadır. Geçen seneki ŞİÖ toplantısında, ABD'nin geleneksel müttefiki olarak bilinen ülkelerden Mısır, Katar ve Suudi Arabistan da örgüte diyalog ortağı olarak katılmıştır. Bu listenin ASEAN ülkeleri ile uzaması, ya da Körfez'den yeni katılımların olması gelecekte pekâlâ mümkündür. Ankara'nın Batı ile ilişkilerini sürdürürken Doğu'daki ülkelerle ilişkilerini kompartmanlaştırarak değişik platformlarda sürdürme kararı açısından küreselleşme çabası içerisindeki ŞİÖ elbette Türkiye'nin dikkatini çekecektir. Ayrıca dünya siyaseti de Rusya ya da Batı-Rusya rekabetinden büyüktür. Dünyayı hiçbir işleyen mekanizma, bugüne kadar hiçbir eleştiri yokmuş gibi 2014'teki ilhaktan başlayarak ikiye bölme ve herkesi bir kutup seçmeye zorlama siyasetinin anlamsızlığı sırf Çin ve Hindistan gibi küresel iktisadi dengeler açısından öne çıkma çabasındaki ülkelerin siyasetine bakarak dahi anlaşılabilir. Bu ülkelerin kendi rekabetlerini, Orta Asya ve Güney Doğu Asya'daki varlıklarını dengelemek için kullandıkları ŞİÖ'yü Ankara'nın dünyayı birileri kutuplaştırmak istiyor diye göz ardı etmesini kimse beklemesin.

ŞİÖ bir alternatif mi?

Bugün ŞİÖ, yarın ASEAN, öbür gün başka bir bölgesel işbirliği platformu içerisinde Ankara kendi pozisyonunu anlatmaya devam edecektir. Diplomasinin her anlamda işbirliği ve diyalog için seferber olmasından kaygı duymamalıyız. Zaten ŞİÖ yapısal olarak ne NATO'nun ne de AB'nin alternatifi. Elbette Ankara, Sayın Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği gibi onyıllardır AB tarafından oyalanmaktan ya da NATO müttefiklerine yönelik çifte standartlı uygulamalardan şikayetçidir. Batılı kurumların vazgeçilmez parçası olduğu için de işler iyi gitmediğinde, Batılı kurumlar stratejik körlük ve kısır döngüye kaydığında bunu söyleme hakkına da sahiptir. Stratejik özerlik fikrinin Türkiye açısından bir eksen kayması anlamına gelmediğini altını çizerek ifade edelim.

Bu noktada ŞİÖ-Türkiye ilişkilerinin de sınırları olacaktır. Türkiye, halihazırda önemli bir ortak savunma örgütünün aktif bir üyesi. Türkiye NATO karar mekanizmasında etkili bir güç -oydaşma ile kararlar alındığı için- ve örgütün caydırıcı askeri gücü ve güvenlik garantileri yaşadığımız böylesi zor bir coğrafyada çok ciddi bir önem arz ediyor. Her ne kadar ABD ile belirli sorunlar yaşıyorsak da halihazırda temas hattımız açık bulunmakta. AB ve Avrupalı ülkeler ise hala en büyük ticaret ve ekonomik ortağımız. Kısaca Türkiye-Batı ilişkileri dalgalı da olsa Ankara'yı Batı güvenliğine çapalı durması için herkesin yeterince sebebi var. ŞİÖ- Ankara ilişkileri ekseninde, Türkiye-Batı ilişkileri de tek sınır değil elbette. Bilindiği gibi Ankara, Türk Devletleri Örgütü ile de halihazırda Orta Asya'da var olan bir aktör. Ankara'nın Orta Asya'da meydana gelecek gelişmeleri uzaktan seyretmesi de beklenemez. Türk Devletleri Örgütü'nün hem işlevsel hem de stratejik kültür ve kurumsallaşma açısından birbirini anlayan bir insan-insan ağı oluşturmak istediği biliniyor. Bu elbette ŞİÖ'ye karşı değil ama ŞİÖ'den çok daha iddialı ve başarılırsa etkili olabilecek bir proje. Sözün özü Türk yetkililerinin Semerkant'tan New York'a, New York'tan Moskova'ya, Moskova'dan Brüksel'e, Cakarta'ya, Şanghay'a filan uçmasına, farklı platformlarda işbirliğini çeşitlendirmesine alışalım. Mesele Ankara'nın dünyanın neresine konduğundan daha önemli bir mesele: Türk dış politikası denge, üçüncü yol ve stratejik özerklik arayışını her yerde dillendirme cesaretini gösteriyor ve ürettiği başarılar nedeniyle BM bürokrasisinden destek alıyor. Kavramamız gereken yeni Türkiye dış politika gerçeği budur.

[email protected]