‘Derin devlet’ten ‘paralel devlet’e açılan kapı: 28 Şubat

Tarık Şebik/ 15 Temmuz Derneği Başkanı
2.03.2019

28 Şubat’ın üzerinden 22 yıl geçti. Geriye dönüp baktığımızda şunu çok daha net görüyoruz: Devlet bürokrasisini ele geçirmiş bir klik, topluma bir ideoloji dayatıp, zorla toplumu istediği kalıba sokmaya çalıştı. Cuntacılar, toplumun vicdanında FETÖ’nün takiyye ve tedbir gibi illegal yönlerini mazur görülebilir hale getirdi. Fakat besledikleri sinsi canavar ilk fırsatta onları yedi.


‘Derin devlet’ten ‘paralel devlet’e açılan kapı: 28 Şubat

16 Nisan 1997 gecesi ekranlarının başına oturup Kanal D televizyonunu açan muhafazakar/mütedeyyin insanları büyük bir şok bekliyordu. Yalçın Doğan’ın sunduğu Güncel programına katılan Fetullah Gülen, ekrandan şu cümlelerle 28 Şubat’ı meşrulaştırıyor, hatta post-modern darbeyi yapanla-rın sevap kazandıklarını iddia ediyordu; “Milli Güvenlik milletimizin güvenliğini şayet koruma mevkiinde bulunuyorsak ister gerçekte öyle olsun ister bizim ihtiyaçlarımıza göre şu gelişmelerde rejim için şayet birer tehlikeyse büyük sorumluluktur bunlara müdahale etmek. Müdahale etmediğiniz zaman tarih önünde suçlu oluruz mülahazasıyla hareket ediyorlarsa meseleyi böyle algılıyorlarsa bana göre onlar masumdurlar. Eğer işin içinde hata varsa bu bir içtihat hatasıdır. Hatta fakirlerin mülahazasıyla da yaklaşılabilir. İçtihattaki hatalar bir sevap kazandırır. İsabet olursa iki sevap kazandı-rır.” Gülen’in o akşamki konuşmaları 18 Nisan 1997 tarihli Hürriyet gazetesinde o meşhur başlıkla servis edildi: “Beceremediniz Artık Bırakın”.

Referanslarını dinden aldığını iddia eden Fetullah Gülen ve avanesi muhafazakar camianın üzerinden bir silindir gibi geçen 28 Şubat post-modern darbesini fırsata çevirmek için kolları sıvamışken, Müslümanlar o güne kadar görmedikleri bir baskı ve zulümle mücadele etmek zorunda bırakıldı.

Kaostan doğan umut

Elbette o karanlık günlere birden bire gelinmedi. PKK’nın estirdiği terör, ekonomik krizlerle sürekli değer kaybeden Türk lirası, yolsuzluk ve rüşvet dosyalarının bir bir ortaya çıkması, derin devletin ülkenin her köşesinde düzenlediği operasyonlar, toplum içinde kaşınan Alevi-Sünni çatışması, işkence iddiaları, ortaya, Susurluk’ta bir kamyonun altında kalan ve tek tek kendi çocuklarını yiyen bir devlet görüntüsü çıkarıyordu. Tüm bunların ortasında Necmettin Erbakan’ın lideri olduğu Refah Partisi “Adil Düzen” sloganıyla halka yeni bir gelecek vadediyordu. Ülkenin içinde bulunduğu atmosferden bunalan halk önce 1994 yerel seçimlerinde sonra 1995 genel seçimlerinde Refah Partisi’ni zirveye taşıdı.

Siyasi denklemlerden çıkarılmak için uğraşılan Refahlılar, TSK’yı da ilk günden itibaren rahatsız etti. Ve her on yılda bir ülkenin başına kabus gibi çöken darbe için düğmeye basıldı. 28 Şubat sürecinde, yakın tarihimizde o güne kadar görmediğimiz algı operasyonuyla karşı karşıya kaldık. Medya eliyle ilmek ilmek işlenen sürecin sonunda Cumhurbaşkanı Demirel’in yönettiği 28 Şubat 1997 MGK’sı ile ipler tamamen koptu. Dindar kesi-min teveccühüyle iktidar olan Erbakan Hoca’nın önüne aynı kesimin yok edilmesini isteyen bir metin ilk defa “yaptırım” kelimesi kullanılarak su-nuldu. Cuntacıların hamlelerini boşa çıkarmaya çalışan Erbakan siyasi destek bulamayınca denklemin dışında kaldı ve 28 Şubat MGK kararları tek tek hayata geçirilmeye başlandı.

Tüm bunlar olurken Fetullah Gülen örgüt evlerine talimatlar gönderiyor, kendi kitaplarının kaldırılıp yerlerine Nutuk’un konmasını, Atatürk pos-terlerinin asılmasını, akademi ya da polis okuluna gidecek öğrencilerin dershanelere gönderilmemesini, işyerlerinde namaz kılınmamasını istiyordu. Gülen’in o günlerde yaptığı en vurucu açıklama ise “başörtüsünün fürüat” olduğuydu. 28 Şubat’ta ağır bedeller ödeyen başörtülüler için “cemaat” lideri olduğunu iddia eden birinin bu açıklamayı yapmasına kimse anlam veremiyordu. Post-modern darbenin hayatlarını kararttığı muhafazakar kesimin bir bölümü bu açıklamadan sonra Gülen’le arasına mesafe koydu. Erbakan’la husumeti geçmişe dayanan Gülen tarafını belli etmişti. Ancak meselenin sadece bir taraf tutma olmadığı 19 yıl sonra bir temmuz gecesi daha net anlaşılacaktı.

Paralel devlet

Bugün 28 Şubat’a hala laik-antilaik çerçevesiyle bakan Kemalistler, post-modern darbenin haklılığını savunmaya çalışsalar da aslında meşru si-yaseti kesintiye uğratan bu hamle FETÖ’nün önünü hızla açtı. Örgüt o karanlık günlerde “derin devlet”ten çok çeken halka nur topu gibi bir “paralel devlet” sunmak için harekete geçti. Bu yapıyı kurmak için hiçbir ilke, ahlak anlayışı ya da dini değeri olmayan örgüt, kendi bekasını her şeyin önün-de tuttu. Başta Erbakan olmak üzere, 12 Mart ve 12 Eylül’de demokratik siyaset yerine orduyu destekleyen Gülen’i tanıyanlar bütün bunlara şaşır-madı. Türkiye’nin demokratikleşme sınavlarında her daim dış kaynaklı darbelerin ve darbecilerin yanında duran FETÖ’nün, 12 Temmuz 2007’de başlattığı Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde ise sözde darbecilerin yargılanması için gösterdiği iştiyak görülmeye değerdi. Nihayetinde FETÖ çoğu zaman darbelerden beslenerek, bazen de sözde darbecileri yargılayarak büyüdü. Ve nihayet 15 Temmuz 2016’ya gelindi.

 Pek çok darbeye şahitlik edenlerin “Darbe böyle olmaz bu bir işgal girişimi” dediği o gece FETÖ’nün 40 yıllık emeğini taçlandıracak bir son vu-ruş olarak planlandı. Ancak bu ülkenin asıl unsurlarını yiye yiye büyüyen, onların “ah”larıyla 15 Temmuz’a gelen örgüt hiç beklemediği bir direnişle yerle yeksan oldu. 15 Temmuz Türkiye için darbe parantezinin kapandığı bir milat olarak tarihe geçti.

Suçüstü yapılan hain darbe girişiminin planlayıcıları hızlı bir şekilde yargı önüne çıkarıldı. FETÖ’den kopan itirafçıların anlattıkları ise 28 Şubat süreci başta olmak üzere sonrasındaki dönemlerde yaşanan tüm sorunlu olaylarda FETÖ’nün parmağı olduğunu gösteriyordu.

Bugünden baktığımızda 90’lı yıllarda devleti işlemez hale getiren “derin devlet”in 28 Şubat’tan sonra “paralel devlet”e evrildiğini ve son büyük işgal girişiminin FETÖ eliyle hayata geçirildiğini söyleyebiliriz. 15 Temmuz’da hain örgütü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde vatan-sever asker ve polislerle birlikte kurtaran milletimiz hiç şüphesiz ki üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. FETÖ’nün bundan sonra devletin içinden tamamen tasfiye edilmesi ve darbelerden çok çekmiş bu aziz millete gerçek bir demokrasi ve huzur getirmek ise artık devletin asli görevi.

Darbe davaları

28 Şubat’ın üzerinden 22 yıl geçti. Geriye dönüp baktığımızda şunu çok daha net görüyoruz. Devlet bürokrasisini ele geçirmiş bir klik toplumun kahir ekseriyetine bir ideoloji dayatıp zorla toplumu istediği kalıba sokmaya çalıştı. Meşru ve açık yapıları tek tek yutarak netice alacağını zanneden cuntacılar, toplumun vicdanında FETÖ’nün takiyye ve tedbir gibi illegal yönlerini mazur görülebilir hale getirdiler. Allah’ın takdirine bakın ki kendi elleriyle besledikleri sinsi canavar ilk fırsatta onları yedi. Demek ki deriniyle, paraleliyle milletten saklanmaya çalışıldıkça devlet bir kliğin ya da cuntanın “zimmetine” geçiyor. Öyleyse ibret nazarıyla tarihe bakanlara; inanç hürriyetine, teşebbüs hürriyetine ve düşünce hürriyetine dokunmama ve devleti, milletin tüm fertlerini koruyup kucaklayacak, aidiyet duygusunu güçlendirecek şekilde konumlanan bir noktaya taşımak vazifesi düşüyor.

28 Şubat’ın Kara Kuvvetleri Komutanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun “Bin yıl sürer” cümlesi ile toplumsal hafızaya kaydedilen post-modern darbe 2002’de halkın büyük itirazıyla sonlandı. “Bin yıl sürecek” darbenin komutanları 2 Eylül 2013 tarihinde yargı karşısına çıktı. Beş yıl süren davanın sonunda aralarında dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir’in bulunduğu 21 sanık müebbet hapis cezası aldı almasına ancak dönemin “kudretlileri” için halkın vicdanında çoktan karar verilmişti. 15 Temmuz gecesi tanklara, tüfeklere, uçakla-ra direnen halk, Adnan Menderes’in idamıyla sonuçlanan 27 Mayıs darbesinden bugüne tüm darbecilere canı pahasına “Artık yeter” dedi.

15 Temmuz darbe davaları ise devam ediyor. Karar açıklanan davalarda cuntacı rütbeli askerler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları aldı. Hiç şüphesiz darbe davalarının somut neticeleri olduğu kadar soyut karşılığı da var. Bu kararlar bundan sonra aklının ucundan darbe geçiren herkese yaptığı anti demokratik hareketin bir sonucu olduğunu hatırlatacak. 28 Şubat’ı yaşamış biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Bu memlekette darbe yapanların hep yaptıkları yanına kar kaldığı için darbelerin arkası kesilmedi. Darbecilerle sokakta mücadele etmek kadar, yaptıklarının bedeli-ni ödemelerini sağlamak da hayati derecede önemlidir. Bu sebeple mahkeme salonlarında darbe davalarını yakından takip etmeli ve davamıza sahip çıkmalıyız. 15 Temmuz’da bize güzel bir gelecek bırakmak için canını veren 251 şehidimizi ve 2 binden fazla gazimizi unutmamalı ve onlara olan borcumuzu bir nebze ödemek için bunu yapmalıyız.

@atariksebik