Derin muhasebe sağduyulu tercih

Yunus Şahbaz / Kırıkkale Üniv. Siyaset Bilimi ve Kamu Yön. Böl.
30.06.2018

İktidar kanadında sahicilik ve güven vurgusu seçmende karşılık buldu. Muhalefet ise vizyonsuzluk nedeniyle kaybetti. MHP’nin bölünmeye rağmen oylarını konsolide etmesi, HDP’nin CHP’den gelen oylarla barajı geçebilmesi, SP ve İP liderlerinin beklenenden çok az oy alması seçimin sürprizleri arasında sayılabilir. Ayrıca ‘sosyal medya sosyolojisinin’ gerçeği yansıtmadığını da görmüş olduk.


Derin muhasebe sağduyulu tercih

Türkiye 24 Haziran’da Cumhuriyet tarihinin en kritik ve sonuçları itibarıyla da en ilginç seçimlerinden birine şahit oldu. 24 Haziran seçimi de belki 1 Kasım seçimiyle kıyaslanabilecek birtakım sürprizlerle dolu idi; MHP’nin yaşadığı bölünmeye rağmen oylarını konsolide etmesi ve vekil sayısını artırması, HDP’nin Batı illerinden ve CHP seçmeninden gelen oylar sayesinde barajı geçebilmesi ve kampanya döneminin ilk başlarında parlatılan SP ile İP ve bu partinin liderlerinin beklenenden çok az oy alması ilk etapta zikredilmesi gereken hususlar olarak öne çıkmaktadır. Ayrıca anket şirketlerinin özellikle MHP’nin oyları konusunda tam bir fiyasko yaşaması bu seçimlerde hatırlanacak bir diğer mesele. Yine bu seçimlerde ‘sosyal medya sosyolojisinin’ gerçek toplum sosyolojisini yansıtmadığını, mitinglerde toplanan kitlelerin dahi genel çıkarımlar açısından yanlış sonuçlara sebep olabildiğini görmüş olduk. Hatta kampanya döneminde sadece bir iki miting yapan MHP’nin performansı miting-kitle göstergelerini yeniden düşünmemize sebep olacaktır. 

‘Sürpriz’ sonuçların anlamı

Bu seçimi bu kadar öngörülemez ve bir o kadar da ilginç kılan temel husus Türkiye’deki seçmen profilinin iyi analiz edilemeyen siyasal algılayış düzeyiyle yakından ilgilidir.

Öncelikle şunu tekrar vurgulamakta fayda var; yüzde 90’lara ulaşan bir katılım oranı ve siyasal ve sosyolojik olarak farklı pozisyonlara mensup olduğunu düşünebileceğimiz birçok engelli, yaşlı insanın şartları zorlayarak oy kullanmaya gitmesi seçmenin siyaseti ve devletin gidişatını ne kadar önemsediğinin en önemli göstergesi. Zaten genel tabloya bakıldığında da çoğunlukla seçmenin ne yaptığının bilincinde ve kerhen değil de bile isteye oy kullandığı görülmektedir. Siyasal partiler ve bu partilerin liderleri olan cumhurbaşkanı adaylarının parti oylarıyla kendi oyları arasındaki farklılık bu duruma işaret etmektedir. Yeni sistemle birlikte seçmen siyasal parti tercihinde farklı saiklerle cumhurbaşkanı tercihinde farklı saiklerle hareket edebilme imkânına kavuşmuştur.

Seçim sonuçlarından ortaya çıkan bir diğer husus da stratejik oyun fazlaca ön plana çıkması oldu. Stratejik oy tartışmasının merkezinde ise CHP-HDP arasındaki oy geçişgenlikleri vardı. Bu CHP’den HDP’ye oy kayışı meselesi KONDA Araştırma Şirketi Başkanı tarafından bile seçim sonuçlarının yeni açıklanmaya başlandığı saatlerde bir şehir efsanesi olarak nitelendirilmişti. Ancak seçim sonuçları CHP tavanının bile beklemediği oranda CHP’den HDP’ye oy kayması olduğunu gösteriyor. Özellikle Ankara, İzmir, İstanbul gibi illerden HDP’ye belirgin bir oy kayışı var. Mesela 1 Kasım 2015 seçimlerinde İstanbul’da 948 bin oy alan HDP 24 Haziran’da 1 milyon 195; Ankara’da 1 Kasım’da 151 oy alırken 24 Haziran’da 225 bin ve İzmir’de 1 Kasım’da 247 bin alırken 24 Haziran’da 334 bin oy aldı. Ayrıca İstanbul’da 1 Kasım seçiminde yedi vekil çıkarırken, 24 Haziran’da 12 vekil çıkardı ve İzmir’de iki vekil çıkardı. Daha genel anlamda ise şunu söylemek mümkün; HDP Doğu ve Güneydoğu illerinin hemen hepsinde 1 Kasım seçimlerine nazaran oy kaybetti. Üstelik bu oranlar 7 Haziran’la kıyaslanırsa aradaki fark daha fazla. Dolayısıyla da HDP aldığı toplam 5 milyon 772 bin oyun 1 minyon 1 751 binini bu üç büyük şehirden aldı ve tartışmasız bir şekilde bu oylar sayesinde barajı geçti.

Güven ve istikrar vurgusu

Seçimden çıkan sonuçlar ayrıca şu hususu çok belirgin kılmaktadır; seçmen bildiği, sürekliliği ve istikrarıyla kendisine güven veren isim ve partilere yönelmiştir. AK Parti’de görülen yüzde 7’lik oy kaybı ise bir başarısızlık olarak görülemez; zira AK Parti 16 yıldır iktidardadır ve hâlâ oylarını yüzde 40’ın üzerinde tutabiliyor olması bir başarı olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca muhalefetin yeni bir şey vaat etmek yerine yapılan ya da yapımı devam eden havaalanları, Kanal İstanbul ve hızlı tren hatları gibi mega projeleri eleştirmesi seçmende AK Parti lehine bir tepki doğurmuştur. Şayet mevcut siyasal aktörlere ve devlete güven ani krizlerle vs. dibe vurmamışsa seçmenin belli bir tecrübe ve birikim sunan siyasal hareketlerden vazgeçmesi pek mümkün değildir. Bunun için siyaseten bir iflas gerekir. 2002 seçimleri öncesindeki ekonomik ve siyasi krizler sonrası AK Parti’nin yükselişi ve 2016’da Fransa’da seçime girerken daha partisi bile olmayan Macron’un merkez sağ ve merkez sol siyasetin çökmesi sonucu yükselmesi bunun örnekleri olarak görülebilir. Güven ve istikrar hususuna sadece iktidar kanadından bakmamak gerekir. MHP açısından da yapıcı ve sorumluluk sahibi muhalefetin seçmen tarafından teveccüh gördüğü anlaşılmaktadır. Zaten muhalefetin iktidar adayı olabilmesi için kendi açısından tutarlı ve ayakları üzerinde duran bir çizgisinin olması gerekir. MHP devletin bekası ve teminatı söylemleriyle hem Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını tabanına büyük ölçüde kabul ettirebilmiş hem de milliyetçi mukaddesatçı oyları bünyesinde konsolide edebilmiştir.

İnandırıcılık problemi

Sosyal medyada ve miting meydanlarında coşkulu bir hava yakaladığı iddia edilen Muharrem İnce’nin ise sağ-muhafazakâr seçmenden nerdeyse hiç oy alamadığı görülmektedir. Kendisi kampanya sürecinin ilk gününden itibaren köylü, gariban, muhafazakâr/dindar olduğunu iddia etse de bu söylemleri bir inandırıcılık problemi yaşamış ve sağ seçmende bir karşılık bulamamıştır. İnce’nin ve genel anlamda CHP’nin sağa açılma manevralarındaki en önemli problem partiye kılavuzluk edebilecek ve halkta da inandırıcılık noktasında karşılık bulabilecek isimlerden yoksun olmasıdır. Adalet Yürüyüşü’nden itibaren sağa açılma yönünde mesafe kat etmeye çalışan CHP’de Abdüllatif Şener, Cihangir İslam ve daha öncesinden de başlamak üzere Mehmet Bekaroğlu gibi isimler öne çıkmaktadır. Ancak bu isimler genel bir siyasal angajmanları ve politik vizyonları olmak yerine çoğunlukla AK Parti’yle kişisel hesapları olan ve bunları gösterebilecekleri farklı platformlar arayışında olan isimlerdir. Bu anlamda da CHP’ye herhangi bir katkıları olmadığı gibi seküler/ulusalcı kesimde parti yönetimine karşı tepki toplamışlardır.

Yine kampanya döneminde İnce’nin traktör sürmesi, saman balyalaması gibi köylü vurgulu mesajlarının da çok karşılık bulduğunu söylemek mümkün değil. Bunun en önemli sebebi, yanlış bir sosyolojik okumadır. Türkiye artık kasketli Bülent Ecevit’in ‘karaoğlan’ rüzgârı estirdiği 1970’lerin Türkiye’si değildir. Muharrem İnce’nin bu şekilde, din ve köylülük soslu bir popülizme yönelmesi de ekonomi, eğitim, hukuk gibi önemli meselelerde bütünlüklü bir programı ve vizyonunun olmamasından kaynaklanmıştır denilebilir. Hatırlanacağı üzere, aday gösterilmeden önce İnce kadrosunun hazır olduğunu ve aday gösterilirse Cumhurbaşkanı yardımcılarını açıklayacağını söylemişti. Bu söylemini daha sonra ikinci tura kalırsam açıklayacağım şeklinde revize etti ve fakat en nihayetinde İnce önemli meselelere genel, soyut birtakım vaatler sıralamaktan başka bir şey yapamadı. Bunun yerine, özellikle kampanyasının son günlerinde enerjisini büyük oranda Cumhurbaşkanı Erdoğan’la kişisel polemiklere ayırdı. Sosyal medyadan ve miting meydanlarından bu tutumun karşılık gördüğünü düşündü ve daha çok ‘ben’ demeye, kendini daha çok öne çıkarmaya başladı. Böyle bir tutum da hem seçmende Erdoğan taklitçiliği olarak görüldü hem de ‘Millet İttifakı’nın diğer partilerinde ittifakın ruhuna zarar veriyor şeklinde değerlendirildi. Ayrıca İnce kampanya boyunca partiden ya da genel kolektif bir yönetimden ziyade şahsı üzerinden bir söylem kurarken ve vaatlerini kendi icraatları olarak takdim ederken, seçimlerden sonra Erdoğan’ı ‘tek adamlık rejimi’ ile itham etmesi İnce açısından çok ciddi bir tutarsızlıktır. Şayet Erdoğan yerine İnce seçilseydi, parlamenter sisteme dönüş için iki yıl gibi bir süre öngören İnce’nin kendisi mi ‘tek adam rejimi’ kurmuş olacaktı? Kampanyası boyunca yeni sistemin ruhuna göre hareket eden İnce’nin seçimlerin hemen ertesi günü ‘tek adam rejimi’ söylemine sarılması hâlâ parlamenter sistem mantığıyla ve yeni durumun ruhuna aykırı düşündüğünü göstermektedir.

Vizyonsuz siyaset

CHP’de liderlik tartışması başladı ve fakat daha temelden bazı programatik değişimlerin yaşanması gerekir. Bu değişimlerde de sağdan ya da muhafazakâr kesimden, Kürtlerden nasıl oy alınabilir gibi bir saikle hareket edilmemeli. Bu şekilde olduğu zaman seçmende çok ciddi bir inandırıcılık problemi yaşanması kaçınılmaz. Şayet Cuma kılmakla sağ seçmenin oyu alınsaydı, nüfusun  yüzde 90’ından fazlası Müslüman olan bir ülkede milyonlarca kişinin eşit şansı var demektir. Kürt Sorunu’na yönelik soyut söylemler de bir karşılık bulmamıştır çünkü o bölgedeki genel eğilimin iyi okunamadığı anlaşılmaktadır. Nitekim AK Parti ve MHP’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu oylarındaki artış bu okuyamamanın en bariz örneği. Kuru söylemler yerine kayyumlar eliyle gelen hizmet ve PKK’yla mücadeleyle sağlanan güvenliğe halkın teveccüh göstermesi kaçınılmazdır. HDP’nin bile bu bölgelerdeki düşen oyları asimilasyona kaymadığı sürece hizmet ve güvenlik icraatlarının bu bölgede ne kadar karşılık bulduğunun en net göstergesidir. Fakat İnce’nin ve CHP’nin bu son durumu gözden kaçırdığı anlaşılıyor. CHP özelinde göstermeye çalıştığım programsız ve vizyonsuz siyasetin diğer muhalefet partileri için de geçerli olduğu söylenebilir. Saadet Partisi adalet söyleminden öte bir şey söyleyemediği gibi hem CHP ile aynı çatı altında ittifak yapmasını açıklayamamış hem de partinin varoluş mottosu olan adil düzen söylemini bile kampanyasında kullanamamıştır. Benzer şekilde milliyetçi ve merkez sağcı oylara talip olarak yola çıktığını iddia eden İP ve lideri Meral Akşener de partisine kimlik bulmakta ve aykırı bir söylem geliştirmekte zorlanmıştır. Akşener’in seçimlerde akılda kalan iki baskın söylemi vardı; Birisi Suriyelileri göndermek diğeri de TİKA gibi kurumları kapatmak. Ancak daha seçimlerden önce bile bu iki söylemin toplumda kabul görmediği net olarak görülüyordu. Çünkü TİKA hem Türk coğrafyasıyla hem de diğer mazlum coğrafyalarla ilgilenen, geçimlerini Ren geyiklerinden sağlayan Moğolistan’ın Dukha Türklerine 19 tane damızlık geyik verebilecek düzeyde bir ağ ve potansiyele sahip bir kurumdur. Aynı şekilde, Somali’de, Balkanlar’da, Afrika’da kültürel ve tarihî mirasın yeniden diriltilmesinde ve bu coğrafyalarla kurulan gönül irtibatında TİKA en önemli kurumlardan biri olarak öne çıkmaktadır. Bu yüzden de Akşener’in TİKA eleştirileri başta milliyetçi kesim olmak üzere seçmende büyük oranda karşılık bulmamış ve İP’e söylemsel bir alan açamamıştır.

Sonuç olarak şunu söylemek gerekir ki, seçim sonuçlarının sosyolojik okumalarının iyi yapılması gerekir. Hem Cumhur İttifakı’na hem de Millet İttifakı’na oy verirken seçmenin kendi açısından gayet rasyonel tercihlerde bulunduğu söylenebilir. Her iki ittifak kanadının seçmenin verdiği mesajları doğru okuması ve özellikle de muhalefetin yeni bir program ve vizyon dahilinde bir siyaset ortaya koyması gerekir. Seçmen sandık başına gittiği zaman söylenen ve yapılanların muhasebesini iyi yapmakta ve tepkisini göstereceği zaman da bundan kaçınmamaktadır. Özellikle iktidar kanadına istikrar ve güven vurgusu seçmende karşılık bulurken muhalefet yeni bir vizyon ortaya koyamamıştır. Dolayısıyla tüm politik aktörlerin, özellikle de bu seçimlerin mağlup tarafı muhalefetin, çıkarması gereken en önemli sonuç seçmenin temel saiklerini ve önceliklerini daha iyi tespit ve tahlil ederek buna uygun bir siyaset anlayışı geliştirmektir.

@Yunussahbazz